Hediye tablonun öyküsü

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

Geçtiğimiz Kurban Bayramı öncesinde, birkaç gün Heybeliada'da tatil yaptım. Orada Halki Palas isimli güzel bir otel var. Adaları en son 15 yıl önce bir gün görmüştüm. Bu kez dört gün kaldım ve çok sevdim.

Sessiz, sakin ve kafa dinlenecek bir yer.

Vapura binip bir gün Büyükada, bir gün Burgazada sefası yapıyorsunuz. Motorlu araç olmadığı için sadece kuş cıvıltıları ve faytonlara koşulu atların nal seslerini duyuyorsunuz.

Oteldeki ikinci günüm.

Yanıma orta yaşlı bir bey geldi. Önce hayranlık sözleri... Sonra:

‘‘Ben otelin güvenlik müdürüyüm. Aynı zamanda ressamım. Eğer kabul ederseniz, size bir tablomu hediye etmek istiyorum...’’

Kadir Gültekin'le böyle tanıştım. Benim okuyucularımdan biriymiş.

İki gün izinliymiş, otele gelmeyecekmiş. Benim ne zaman ayrılacağımı sordu. Adalarda her şey vapura bağımlı olduğu için ayrılış günümü ve vapur saatini söyledim.

Ben, onun İstanbul'dan geleceği günün sabahı ayrılacağım. Durum öyle oluyor ki, onun geleceği vapurdan bir sonraki ile ben döneceğim. Dolayısıyla, Heybeliada'da o gün sadece yarım saat kadar birlikte olacağız ve Kadir Bey bana tablosunu getirecek.

Arife günü, yani pazartesi sabahı çantamı hazırladım ve otelin lobisine indim.

Kadir Bey gelmiş, orada beni bekliyor. Elinde kocaman bir tablo.

Doğrusunu isterseniz, ben amatör bir ressamın sıradan bir tablosunu bekliyordum.

Resimden anlamam ama bu tablo muhteşemdi.

Bir Boğaz resmi.

***

Kadir Gültekin'e teşekkür ediyorum... Bu tablo gerçekten de, hayatımda aldığım en değerli armağanlardan biri. Beni çok mahcup ettiğini söylüyorum...

‘‘Ben, Uğur Mumcu ile sizin yolunuzdan giden bir Atatürkçüyüm. Size bin tane tablom feda olsun... Yakında sergi açacağım. İnanın en güzel tablolarımdan birini sizin için seçtim’’ diyor.

Defalarca teşekkür ediyorum. Gerçekten çok değerli bir armağan.

Vapura yetişeceğim. Kadir Bey tabloyu güzelce sarıyor ve beni otelin faytonuna bindirip iskeleye gönderiyor.

Ayrılırken diyorum ki, ‘‘Ben de Ankara'ya gidince size kitaplarımı imzalayıp göndereyim. Bu güzel armağanın altından başka türlü kalkamam’’...

‘‘Bende bütün kitaplarınız var, ama imzalısı yok. İmzalarsanız çok mutlu olurum’’ diyor.

Bana otelin kartını veriyor, üzerine ismini yazıyor.

Elimdeki tabloyu sağa sola çarpıp zarar görmesin diye dikkatle taşıyorum.

İstanbul'da açıp herkese gösteriyorum. Gören hayran oluyor.

***

Geçtiğimiz pazar günü, bayram tatilinin son günü. Tabloyu yine özenle sarıp sarmalıyorum ve Ankara'ya kazasız belasız getiriyorum.

Akşam eve gelince yeniden açıyorum ve salonun en görünen yerine asıyorum.

Ertesi gün yapacağım ilk iş, Kadir Gültekin'e imzalayacağım kitaplarımı postaya vermek olmalı.

Pazartesi sabahı ilk olarak bu işi bitiriyorum... Çünkü dokuz günlük tatil bitmiş ve günlük kargaşa ortamı yeniden başlıyor. Unutursam çok ayıp olur. Kitaplarımı Kadir Gültekin için tek tek imzalayıp paketliyorum. Üzerine otelin adresini yazıp bizim Fatoş'a veriyorum, postaneye gönderiyorum.

***

O gider gitmez Halki Palas'ı arıyorum. Kadir Bey'e hem bir kez daha teşekkür edeceğim, hem de kitapları gönderdiğimi söyleyip eline geçtiğinde bana haber vermesini isteyeceğim...

Çünkü şu veya bu nedenle kaybolabilir, kendisine ulaşmayabilir.

Otelin santralını arıyorum, ismimi veriyorum ve Kadir Gültekin'le görüşmek istediğimi söylüyorum...

‘‘Emin Bey, Kadir Bey maalesef sizlere ömür...’’

‘‘Aaaaaa...’’

Bir çığlık atmışım... Şaşırıp kalıyorum...

‘‘Ne oldu, kalp krizi falan mı?..’’

‘‘Hayır efendim, bayramın ikinci günü evinin balkonundan düşüp öldü...’’

***

Armağan ettiği tablosunu günlerce oradan oraya ve bir zarar görmesin diye büyük özenle yanımda taşımışım, herkese göstermişim, evime geldikten sonra ilk iş olarak duvara asmışım...

İmzalı kitap paketini, bizim Ankara bürosunun hemen yanındaki postaneye birkaç dakika önce göndermişim.

Hemen Fatoş'a haber salıp geri çağırtıyorum. Yoldan çeviriyorlar. Paketi getiriyor.

Halki Palas'ı yeniden arayıp Kadir Gültekin'in ev telefonunu istedim. Hiç değilse ailesine başsağlığı dileklerimi ileteyim ve paketi onlara göndereyim.

Geçen pazartesiden bu yana ev telefonunu her gün birkaç kez çevirdim, ama açılmadı. Otele yeniden sordum, ailenin İstanbul dışına gittiğini duymuşlar.

O paketi açmaya elim varmadı. Günlerden beri masamda duruyor. Ailesi beni gazeteden ararsa sevinirim.

Ayaküstü ancak beş-on dakika sohbet edebildiğim rahmetli Kadir Gültekin için imzaladığım kitaplarımı, çam sakızı çoban armağanı küçük bir anı olarak belki onlar saklar.

ONURLU BİR ÖDÜL

Bizim medyadaki satılık, liboş, dönek, hain, dolandırıcı, iş bitirici, ihale takipçisi, din tüccarı takımının korkulu rüyası olan Kuvayı Medya Dergisi'nin geleneksel Hasan Tahsin ödülleri dün akşam verildi.

Kuvayı Medya okurlarının oylarıyla belirlenen gazeteciler İlhan Selçuk, Hasan Pulur, Uğur Dündar, Melih Aşık, Hikmet Çetinkaya, Ahmet Taner Kışlalı, Cüneyt Arcayürek, Bekir Coşkun, Deniz Som, Sedat Ergin, Oktay Ekşi, Gülçin Telci, Yalçın Bayer, Ümit Zileli, Adnan Gerger, Yalçın Pekşen ve ben, sanatçılar Bahadır Tokmak, Turgay Yıldız ve karikatürist Nuri Kurtcebe, mütevazı ödüllerimizi onurla aldık.

Binlerce gazeteciyiz, binlerce sanatçıyız. Mücadelemizi bırakmayacağız. Bu ülke takkeli ve takkesiz liboşlara kalmayacak.













Yazarın Tüm Yazıları