MALİYE Bakanı Unakıtan hakkında verilen üçüncü gensoru önergesi bugün Meclis’te görüşülüp oylanacak. Sonuç belli. AKP’li eller emir komuta zincirinde otomatik olarak inip kalkacak ve önerge reddedilecek. Böylece Kemal Unakıtan’ın suçsuz, şaibe altında olmayan, alnı ak, çoluk çocuğuna kıyak yapmayan bir bakan olduğu bir kez daha saptanmış olacak!
Unakıtan, kendisine sorulan sorulara yanıt veremiyormuş! Aile bireyleri olarak ödemiş oldukları (?) gelir vergisinin miktarını bile açıklamaktan kaçınıyormuş! Onca kazanca karşın vergi ödeyip ödemedikleri belli değilmiş!
Ankara’nın AKP’li Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı EGO’nun kartlarında Unakıtan yumurta reklamları varmış, bunun karşılığında ne ödendiği, faturası olup olmadığı belli değilmiş!
Varsın olmasın be kardeşim, burası Türkiye. Unakıtan makamında oturmayı sürdürsün. Tayyip kardeşi nasılsa abisine sahip çıkıyor, kanatları altına almış koruyor.
Ne dedi pazar günü Kızılcahamam kampında milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmada Tayyip kardeşi?
"Seyir halinde olduğumuzu unutmayalım. Yolculukta hatalar, talihsiz anlar, tökezleyenler olabilir. Görevimiz, tökezleyen arkadaşlarımıza omuz vermektir."
Şu mantığa, bir "devlet adamının" ağzından çıkan şu sözlere bakın!
Kendisi de "abisinin" tökezlediğini, radyatörün su koyverdiğini biliyor. Hem de bizlerden çok daha iyi biliyor. Ama yine de onu sahiplenmeyi bırakmıyor.
Bu, Türk siyasetinin amansız ve tedavisi mümkün olmayan hastalığıdır. Daha doğrusu, bizim toplumsal hastalığımızdır. Türkiye bu yüzden bu durumlara düşmüştür.
Dikkat ediniz ve anımsayınız. Bu uygulamaya, bu sapkın anlayışa geçmiş yıllardan beri hep tanık olduk:
"Benim hırsızım iyidir. Benim hırsızım çalıyorsa, yasadışı işler yapıyorsa üzerine gitmem."
"Karşı tarafın üzerine giderim, elimdeki devlet yetkilerini kullanıp onu süründürürüm."
"Benim teröristim iyidir. Benim adamım suç işlediyse onu görmezden gelirim. Karşı tarafın teröristini lanetlerim, kınarım."
Bugün saat 15.00’ten itibaren Meclis çatısı altında yapılacak gensoru görüşmelerini TRT 3’ten izlemeye çalışın.
Böylesine zan altında kalan bir bakanını savunmaya kalkışan ve ne yazık ki Türkiye’yi yöneten iktidarın kafa yapısını yine görecek, kulaklarınızla duyacak ve bir kez daha üzüleceksiniz.
***
(Emin Çölaşan’ın notu: Dünkü gazetelerde bir haber: Recep Tayyip Erdoğan, Kızılcahamam kampında kürsüye çıkıp İstiklal Marşımızın tamamını "ezberden" okumuş! Ezbere bir şey okuduğu yok! Sağında ve solunda, kameralara ve görüntüye yansımayan iki adet cam levha var. Her konuşmasında, önceden hazırlanmış yazılı metinler oradan akıyor. Ne söylerse -başını bir sağa bir sola çevirerek- önceden hazırlanmış metinleri oradan okuyor. Bazıları da irticalen konuştuğunu zannediyor!)
MEHMET AKİF NE DERDİ?
Önceki gün, İstiklal Marşımızın TBMM’de kabul edilmesinin 85. yıldönümü idi. Kayseri’de bir dershanede öğrencilere sorulan test sorusu hakkında polis suç duyurusunda bulunmuş. Soruda İstiklal Marşı’nın bazı mısraları öğrencilere farklı bir biçimde sunulmuş. Değiştirilen mısralar şöyle:
"Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı / Sermayeye satılık her santimi, her gramı.
Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı / Kim çok verirse ona sat bu vatanı."
Bu mısralar İstiklal Marşımıza "hakaret" olarak kabul edilmiş!
Acaba rahmetli Mehmet Akif Ersoy bugün yaşıyor olsaydı ve şu olanları görseydi, o da aynı şeyi mi düşünürdü?
Yoksa, "Efendiler, bu tamamen doğrudur, biz istiklal mücadelemizi vatanı satmak için yapmamıştık" mı derdi?
Bugün bu vatanın buldukları her santimini, her gramını, devletin milletin her malını sermayeye, hele yabancılara satmıyorlar mı?
Kim çok verirse ona satmıyorlar mı?
TELEKOM, TÜPRAŞ, ERDEMİR, limanlarımız, Galataport, Dubai kuleleri, Sümerbank tesisleri, hazine arazileri ve daha nice yüzlercesi böyle ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu marifet yöntemiyle satılmadı mı?
İstiklal Marşımız bizim gözbebeğimizdir. Ama onun mısralarını değiştirenler değil, ülkemizi bugünlere getirenler utansın.