EĞİTİM yılının belli zamanlarında ortaokul ve lise çağındaki öğrencilerden istek gelmeye başlar.
‘‘Ödevimiz var, acaba bir söyleşi yapabilir miyiz...’’
Bazılarının anneleri babaları arar, bazen de kendileri ararlar. Onları hiçbir zaman kırmam, geri çevirmem.
Uzun yıllardan beri hiçbir yere, hiçbir kuruluşa ‘‘söyleşi’’ için gitmiyorum... Çünkü yurtdışından ve Türkiye'nin dört bir yanından bu amaçla çağrılar geliyor. Gitsem, neredeyse bütün zamanımı bu işe ayırmak zorunda kalacağım.
O yüzden hepsine kibarca ‘‘hayır’’ diyorum ve hiç kimse ‘‘oraya gittin de bize gelmedin’’ diye gönül koyamıyor.
Fakat verilen ödev gereği benimle söyleşi yapmak isteyen öğrenciler farklı. Onları mutlaka kabul ediyorum. Bir tek koşulla: Yanlarında teyp getirecekler ki, zamandan kazanalım.
* * *
Birkaç gün önce bir okulun lise son sınıf öğrencileri yine söyleşi için gazeteye geldiler. Önce biraz lafladık. ‘‘Dersler nasıl gidiyor’’ diye sordum. Yanıt verdiler:
‘‘Ders falan yok ki, hepimiz raporluyuz.’’
Önce anlamadım. Büyük bir saflıkla hasta mı olduklarını sordum. Çocuklar anlattılar:
‘‘Lise ikinci sınıftan başlayarak hepimizin derdi üniversite sınavı oluyor. Dershaneye gitmeye başlıyoruz. Son sınıfa gelince devamsızlık süremizi dolduruyoruz, sonra rapor alıyoruz. Artık okul yok. Şimdi bizim sınıfta iki veya üç öğrenci ancak bulursunuz. Ders falan da yapılmıyor. Bütün okullar böyle.’’
* * *
Öğrencilerin doğru söylediği belliydi. Ama bununla yetinmedim, işin içindekileri aradım. Hepsi doğruladı.
Lise müdürü anlatıyor: ‘‘Ortada korkunç bir rezalet var. Özellikle son sınıf öğrencilerinin tamamına yakını raporlu. Son sınıflarda ders yapılmıyor, eğitim verilmiyor...’’
Matematik öğretmeni anlatıyor: ‘‘Derse giriyorum, kimse yok. Okul bitene kadar da olmayacak. Çocuklar haklı. Onlara da kızamıyoruz. Üniversite sınavı bizim verdiğimiz eğitime değil, dershanelere endekslenmiş...’’
Bu tabloyu Ankara büromuzun Milli Eğitim muhabiri Kamuran Zeren'e sordum, aynen doğruladı.
* * *
Sevgili okuyucularım, şimdi ortaya çıkan şu görünüme bir bakalım. Öğrenci lise son sınıfa gelmiş. Birkaç ay sonra üniversite sınavı yapılacak. Bu konuda okul bu çocuklara hiçbir şey vermediği için hepsi birden dershanelere yazılıyor. Gece gündüz dershaneye gidiliyor.
Bunu yapmak için bir şey gerek: Doktor raporu, hastane raporu alacaksınız ki devamsızlıktan çakmayasınız!
Herkes, bütün öğrenciler, bütün veliler rapor peşine düşüyor. Herkes tanıdık doktor arıyor. Adamı olmadığı için rapor alamayanlar ise mağdur oluyor.
Bireysel doktor raporu da yetmiyor, hastaneden heyet raporu alınırsa süre daha uzun oluyor.
Bu aşamada binlerce doktor, belki yüz binlerce öğrenciye düzmece rapor veriyor. Anadolu'nun dört bir yanındaki sağlık kurumlarından düzmece doktor ve heyet raporları fışkırıyor! Binlerce öğrenci, rapor verebilmek için birkaç günlüğüne hastaneye yatırılıyor!
Öğrenci veya velinin yakın tanışı doktorlar başka bir kentte ise çocuk oraya gönderiliyor, orada hastalanmış gibi yapılıp rapor veriliyor. Örneğin, İstanbul'daki öğrencinin yakını olan doktor Erzurum'da ise öğrenci oraya gidip rapor alıyor.
Bu durumu kınamak da mümkün olmuyor; çünkü yüz binlerce öğrencinin geleceği sadece ve sadece üniversite sınavına endekslenmiş durumda.
* * *
Şimdi gelelim esas rezalete ve utanç verici tabloya. Bu gencecik pırıl pırıl çocuklar, daha lise çağında bir şey öğreniyorlar:
‘‘Türkiye'de sistem A'dan Z'ye bozuktur. Üniversiteye girmek için eğitimi okullar değil, ticaret yeri olarak çalışan özel dershaneler verir. Sınavda başarıya ulaşmak için okula gidilmez. Bunun için sağlık raporu gerekir. Rapor ise ancak ‘yalandan, danışıklı dövüşle, torpille, rica minnetle, hatta parayla' alınır...’’
Ve sahteciliğe bu yaşta itilen çocuklar, kafalarına yerleştirilen bu anlayışla yarın Türkiye’yi yönetecekler!