Paylaş
Türkiye gerçekten şanssız bir ülke. Gecenin sabaha karşı saatlerinden birinde uykudasınız ve sarsılarak, gürültülerle, köpek ulumaları ile uyanıyorsunuz.
O anda uyku sersemisiniz.
Ne olduğunu anlamanız bir anda mümkün değil. Yataktan fırlayıp elinizi elektrik düğmesine atıyorsunuz.
Kesik!
Depremle birlikte anında gitmiş.
Eğer içinde bulunduğunuz bina çökmedi ise buna da şükür. Kendinizi dışarı atıyorsunuz.
Bina çöktüyse, işte felaket o anda başladı.
* * *
Türkiye bir deprem ülkesi. Anlaşıldığı kadarıyla, belli bölgeler dışında her yerimiz depreme açık. Bunu günümüze kadar nice somut ve acı olaylarla yaşadık.
Doğu Anadolu'da Erzincan, Güneydoğu'da Varto, Hınıs, Çukurova'da Adana, Ege'de Gediz, Kütahya ve Marmara'da son deprem.
Ayrıca İç Anadolu bölgesinin de deprem hattında olduğu anlaşılıyor... Biz önceki gece Ankara'da çok sallandık ama hasar olmadı.
Bu depremin bilançosu yüzlerce ölü. Yüzlerce insanımızı yitirdik, binalarımız yine çöktü.
Ama beterin beteri var.
1939 Erzincan depremini unutmayalım.
O depremde, hem de kışın ortasında tam 40 bin insanımızı yitirmiştik.
Son olayda tek şansımız -bu tanımı kimse yanlış anlamasın- bu depremin Marmara Bölgesi'nde, ulaşımın kolay, yardıma koşacak askeri birliklerin yoğun olduğu bir bölgede yaşanmış ve binlerce insanımızın ölmemiş olması.
Keşke hiç olmasaydı ama insan bir konuda teselli aramak isterse, bir şeyler bulması mümkün oluyor.
* * *
Son depremde ölen ve yaralanan nice insanımız oldu. Ancak en büyük eksikliği haberleşme alanında yaşadık.
Türkiye'deki milyonlarca insanın Bursa, Yalova, İzmit, Gölcük, Adapazarı gibi yerlerde yakınları vardı. Herkes telefonlara üşüştü ve haberleşme sistemi bir anda çöktü.
Bu yerleşim birimlerinde yüzlerce ölü vardı, evler yıkılmıştı... Ve oralardaki yakınlarımıza ulaşmak mümkün değildi.
Onlar da hiç kimseye ulaşamıyordu.
Telefon sistemi, cep telefonları dahil, tamamen kilitliydi.
İşte insanlara en büyük işkenceyi yaşatan da buydu.
Örneğin siz Ankara'dasınız ve Yalova'daki yakınlarınıza ulaşamıyorsunuz. Başlarına ne geldiğini, hatta hayatta olup olmadıklarını bilemiyorsunuz.
Çırpınıyorsunuz, didiniyorsunuz, telefon numaralarını bir umutla yüzlerce kez çeviriyorsunuz ama sonuç sıfır. Ahizelerde acayip sesler!
Bir ülkenin başkentini düşünün ki, dün Türkiye'nin batı bölgeleriyle haberleşmesi tümüyle kesik!
İstanbul, Yalova, İzmit, Gölcük, Adapazarı, Düzce ile hatlar kopuk!
Dahası, Ankara-İstanbul demiryolu, elektrik olmadığı için kesik. Yüz milyonlarca dolara yaptırıp en büyük kazığı yediğimiz, uğruna borçlandığımız Ankara-İstanbul otoyolu kapalı. Üstgeçit çökmüş!
Yalova ve çevresine karayoluyla ulaşamıyorsunuz. Binalar çökmüş, insanlar ölmüş ve yöre saatler boyunca kaderine terk edilmiş.
* * *
İşte bunlar, Türk milletine birileri tarafından son yıllarda yutturulmaya kalkışan ‘‘Çağ atlıyoruz’’ masalının günümüzde fışkıran somut sonuçları!
Normal zamanda işler tıkır tıkır yürürken ‘‘çağ atlıyorsun’’ ama en ufak bir terslik olduğunda ortada çağ atlamak falan kalmıyor. Bırakın çağ atlamayı, son deprem sonrasında ‘‘Ortaçağ’’ dönemini yaşadık...
Çünkü her şeyimizi normal zamanlara göre ayarlamışız. Normalin dışında bir durum olduğunda, hemen tekleme ve çuvallama sürecine giriyoruz.
Binalar çökmüş, elektrik kesik, haberleşme kesik, yollar kapalı.
Böyle şey olmaz.
Yirminci yüzyılın son aylarında Türkiye bu ayıbı yaşamamalıydı...
Ve düşünün ki, bütün bu yazdıklarım Türkiye'nin ‘‘en gelişmiş’’ yörelerinde oluyor!
Demek ki, böyle bir deprem Doğu'da, Güneydoğu'da falan olsa işler daha da beter olacak.
* * *
Allah ülkemizi böyle felaketlerden korusun. Depremde ölen insanlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Hepimize geçmiş olsun.
Hiç sanmıyorum ama inşallah bu felaketten biraz olsun ders alırız.
* * *
Ayrıca burada bir isteğim var. Bütün medya kuruluşları şu çağrıyı derhal yapmaya başlamalıdır:
‘‘Özellikle cep telefonlarınızı bir süre hele özel işleriniz için kesinlikle kullanmayın. Hatlar tıkandı. Bu hatları deprem bölgesiyle konuşması gerekenlere bırakın.’’
Buna uyan uyar, uymayan uymaz.
Bir vicdan ve insanlık sorunudur.
Paylaş