Paylaş
Futbolda masumiyet çağının endüstriyel futbolla birlikte kapandığını biliyoruz. Taraftar ve endüstriyel futbol arasında inişli çıkışlı bir ilişki olduğunu da. Bu noktada şiddet meselesinde suçlu aranırken hemen taraftarın yakasına yapışmanın ne kadar doğru olduğunu tartışmak gerekiyor. Şiddet gündeme geldiğinde tek suçlu taraftar mıdır? Yoksa spor yöneticilerinin de bu işte vebali var mıdır?
Futbol taraftarlarını en kestirme yoldan suçlamak işin kolay yanı. Futbolda şiddet söz konusu olduğunda ezberlerimiz bizi kolayca taraftarı suçlu ilan etmeye yönlendiriyor. Taraftarı potansiyel suçlu olarak kabul eden zihniyet, taraftara her tür muameleyi reva görüyor. Tanıl Bora’nın deyimiyle “reşit insan” muamelesi görmeyen taraftara; gerektiğinde başı okşanan, gerektiğinde tokat atılan bir ergen gibi davranılıyor. Kolayca itilip kakılıyor, kimi zaman da orantısız güce maruz kalıyor.
Örgütlü şiddetle içli dışlı olan taraftar gruplarının varlığı da aşikâr, ancak onlarla mücadele yöntemlerinin doğruluğu ve etkisi de tartışmalı. Yegâne çözümü yasaklamada görmek, tüm taraftarların örgütlü şiddetin içinde olan gruplarla bir tutulmasına sebebiyet veriyor. Kaldı ki, bu grupların kimi zaman nasıl kayrıldığı, kimi zaman nasıl ortaya sürüldüğü biliniyor. Bir yanda da kimi spor programlarının sansasyondan beslenen yayınları duruyor.
Tam da bu noktada İzmirli taraftarların kurduğu Taraftar Hakları Derneği örneği ile karşılaşıyoruz. Sadece Göztepe, Altay, Bucaspor ve Karşıyaka arasındaki taraftar çatışmasının yoğunluğunu düşündüğümüzde bile, anılan takım taraftarlarının dernek çatısı altında bir araya gelişinin önemi ortaya çıkıyor. Üstelik dernek, ayrım gözetmeksizin tüm spor kulüplerinin taraftarlarının haklarını ve çıkarlarını savunmayı, ortak taleplerinin gündeme getirilmesini sağlamayı amaçlıyor. Tribünlerde şiddetin ve nefret söyleminin son bulması için çaba sarf ediyorlar. Her türlü ırksal, dinsel ve cinsel ayrımcılığa karşılar. “Bizler maça takımlarımızı desteklemeye gidenleriz, ölmeye/öldürmeye gidenler değil” diyorlar.
Canımızdan kıymetli değil
Gençlerbirliği deplasmanında 2-0 yenilen ve ligin bitimine dört hafta kala şampiyonluk fikrinden uzaklaşan Fenerbahçe taraftarının üzüntüsünü ya da öfkesini anlamak mümkün. Ama korner kullanmaya çalışan Gençlerbirliği oyuncusunun yüzünde patlayan su şişesini anlamak için ezberimizin çok ötesinde bir yerlere bakmak gerekiyor. Nihayetinde bir oyunun kuralını yerine getirmeye çalışan bir oyuncuya su şişesi fırlatan elin arkasında nelerin olduğunu iyi tahlil etmek gerekiyor.
İşe Taraftar Hakları Derneği’nin sesine kulak vermekle başlayabiliriz: “Bizler, tribünleri alet etmeye çalıştığınız bu şiddet kültürünün karşısındayız… Bizler sevdalımıza kavuşmanın coşkusuyla kendinden geçercesine sevinip davullarla zurnalarla eğlenenleriz, zincirlerle sopalarla çatışanlar değil… Bizler, hiçbir maçın ve puanın bir candan daha değerli olmadığını düşünüyoruz… Şiddet, yaşam hakkımızı, deplasmanlarda dahi takımlarımızı destekleme hakkımızı daha fazla elimizden almadan, başta taraftarlar olmak üzere herkesi sözlü ve fiziki şiddet karşısında susmamaya, sessiz kalmamaya çağırıyoruz.”
Futbolda şiddeti durdurabilmek için yasaklamanın, taraftarın tümünü şiddetin doğal destekleyicisi olarak görmenin çok ötesinde bir şey yapmak gerekiyor. Bir yandan ırkçılığı, şiddeti, nefret söylemini pompalayıp bir yandan da “fair play” demekle olmuyor.
Yazarın son yazıları |
#20 Nisan 2013 2013 Git evinde oyna!
#16 Nisan 2013 Hakkı,Metin,Lefter! O güzel günler burada biter!
#13 Nisan 2013 Benzemez kimse sana
# 9 Nisan 2013Ben tekim,siz hepinizsiniz
# 6 Nisan 2013Akil adımlar
# 23 Mart 2013 Beni rahatta dinleyin
Paylaş