BU başlık, seçim propagandasında Deniz Baykal için kullanıldı.
Seçim afişine durup baktım. Hatırlamaya çalıştım. Acaba Deniz Baykal hangi konuda haklı çıkmıştı diye? Aklıma hiçbir şey gelmedi. Baykal'ın haklı çıktığı bazı öngörüleri muhakkak olmuştur. Ama bir sürü de haksız çıktığı konu olduğu kesin. Üstelik bu, herkes için doğrudur. Hepimiz zaman zaman haklı veya haksız çıkabiliriz. Ama ‘‘Sen hep haklı çıktın’’ afişi, bana dayanılmaz derecede itici gelmişti. Seçim bitti; Deniz Baykal tek başına iktidar olacağı iddiasında haklı çıkmadı. Neyse, belki de zaten böyle bir iddiası yoktu. Siyaset icabı öyle konuşuyordu.
‘‘Sen hep haklı çıktın’’ çığlığının aslı, ‘‘Ben hep haklı çıktım’’dır. Bu mikrop, uzun süredir birçok kişinin ve maalesef bazı gazetecilerin beynine yerleşip, hasta tipler yaratmıştı. Şimdi bu ‘‘Ben haklı çıktım’’ hastalığı salgın haline gelmiş bulunuyor. Salgının kurbanları arasında, başköşeye kurulmuş ya da kıyıda köşede kalmış, tüm gazeteci-yazar (tüccar-terzi gibi bir şeydir bu) taifesi var. Bir gazeteci, yazısına ‘‘Ben yine haklı çıktım’’ diye başlamıyor mu, tilt oluyorum. Bir yazarın, hükümlerinde hep haklı çıkması veya öngörülerinin hep tutması mümkün değildir. İktisatçılar bunu aynen bilir. Eğer bir gazeteci, kendini böyle görüyorsa tedaviye muhtaçtır. Hep haklı çıktığını zannedenler, ya ‘‘malumu ilam’’ etmiştir ya da her ihtimali değişik bir tarihte yazmıştır. Pek tabii, bunlardan biri bir gün gelip tutar. Ne derler: ‘‘Durmuş saat bile, günde iki defa doğru zamanı gösterir.’’
Haklı çıkmanın bir övünç vesilesi olmasının iki şartı vardır. Birincisi, herkesin söylemediği veya öngörmediği bir şeyi ‘‘altını çizerek’’ yazmış olmak. İkincisi, sonucu başkalarının kabul ve teslim etmesi. Gazeteci arkadaşlarımdan ricam şu: Haklı çıkmış olsanız bile, n'olur bunu okurun gözüne sokmayın. Biliyorum rekabet yüzünden böbürlenmek moda oldu. Bırakın başkaları sizi takdir etsin. Mütevazı olmayın, sonra ciddiye alırlar sözüne de itibar etmeyin. Unutmayın: ‘‘Tevazunun modası geçmez.’’
MİLLETİN HÜKÜMETİ, DEVLETİN HÜKÜMETİ
1961 darbesinden sonra, hepsi seçimle işbaşına gelmiş olan, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Başbakan Adnan Menderes idam edildi. Bugün, dönüp geriye baktığımızda bu hareketin, Türk Devleti'nin ne büyük bir hatası olduğunu çok daha iyi anlıyoruz. En güçlü devrinde bile Menderes için ‘‘O, milletin başbakanı oldu ama, devletin başbakanı olamadı’’ denirdi. Tarih, ders almak isteyenler için ibretlerle doludur. Son 50 yıldır demokratik sistemin bu ülkede yerleşmesi için uğraşıp durduk. Son seçimler, bu yolda hiç de küçümsenmeyecek bir mesafe kat ettiğimizi gösteriyor. Halkın iktidara getirdikleriyle ‘‘yönetim güçlerini’’ paylaşmak istemeyen bir sivil-asker bürokrasinin varlığı kuşku götürmez. Bunların, medya ve sivil toplum örgütleri içinde de destekçileri vardır. Pek tabii, bir siyasi partinin yüzde 35, hatta yüzde 45 oy alması, onu ‘‘astığı astık, kestiği kestik’’ hale getirmez. Getirmemelidir de. Ama...