TÜRKİYE'nin son on yılı, iktisat tarihimize ‘‘kayıp yıllar’’ olarak geçmiştir.
Bu berbat sonucun alınmasında, bu dönemde görev yapan bütün hükümetlerin payı vardır. Ama en büyük sorumluluk, 1991'de ülke ekonomisini ‘‘halk yağcılığı’’ rayına oturtan Demirel'e aittir. Gerçi ülke ekonomilerini, birbirinden bağımsız ‘‘on yıllar’’ olarak ele alıp değerlemek, hakikate ulaşmak açısından çok da sağlıklı bir yöntem değildir. Ama, özellikle bu son on yılda işlenen iktisadi suçların açıkçası tanımlanması, bundan sonra yapılması gerekenleri saptamak açısından çok önemlidir.
* * *
Ülke ekonomilerinin iyi veya kötü performans göstermesi, genelde işbaşındaki hükümetlerin bir başarısı veya başarısızlığı olarak değerlenir. Bu değerleme, o kadar da doğru değildir. Ulusal ekonomilerin performansı, o ülkedeki tüm ekonomi aktörlerinin ortalama ‘‘beceri düzeyini’’ gösterir. Mesela Türkiye'de ekonominin 1) büyüme, 2) enflasyon, 3) milli gelir dağılımı ve 4) istihdam kriterlerinde düşük performans göstermesinin sorumluları arasında ‘‘özel sektörü’’ saymamak, doğrusu haksızlık olur. Merakım şu: Acaba özel sektör, yaşanan bu çok derin ekonomik krizden ve batan bunca banka ve şirketten sonra, kendisi için hangi dersleri çıkarmıştır? Özel sektörün öncüsü ve sözcüsü olan kuruluşların, hükümeti eleştirmek ve akıllarının pek de ermediği makro ekonomi konusunda devlete yol göstermek dışında, kendilerine dönük hangi özeleştirileri olmuştur? Ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Boşta kalan bu eleştiri alanını doldurmak da maalesef bana düşüyor. Özel sektörümüzün sakat bir ‘‘zihin kurgusu’’ (mind set) var. Yılların birikimi olan bu kurgu yüzünden, hangi ‘‘bilgi girdisi’’ bu zihne şırınga edilirse edilsin, ‘‘karar çıktısı’’ mutlaka yanlış olmaktadır. Alınan bu kararlar aynı ‘‘mind set’’ tarafından irdelenmekte ve doğal olarak hiçbir yanlış bulunmamaktadır. İş álemimiz de ‘‘değişmeden ve gelişmeden’’ bir álem olan yaşayışını sürdürüp durmaktadır. Ne var (veya yok) bu sakat zihin kurgusunda?
* * *
1. Bir şirketin kullandığı finansal kaynakların getirisinin, kaynağın maliyetinden büyük olması gerekir kavramı yoktur. Yani iktisadi kár bilinmez, 2) Bütün yumurtaları bir sepete koymama ilkesi, çekirdek beceriyi evrensel ölçekte geliştirmek yerine, bildiği-bilmediği her işe girmek şeklinde yorumlar. 3) Yüksek ‘‘finansal kaldıraçlama’’ sağlamak için, son derece karışık bir örgütlenme ve iştirak yapısı inşa edilir. Kimin eli kimin cebinde, belli değildir. Saydamlık, istenmeyen özelliktir. İşler o kadar girift hale getirilir ki, sonunda işin başındakiler de resmi net göremez. 4) Kendi kendine yeterli olmak, başkasına iş kaptırmamak için entegrasyona gidilir. Süt içmek için inek beslenir. Bu sebeple verim (ROI) düşüklüğünden kurtulunamaz. 5) Kuruluşundan bir süre sonra, şirketlerin amacı, sahibinin egosunu tatmine dönüşür. Bu yüzden büyüme, kár hedefinin önüne geçer. Gösteriş için holdingleşilir. 6) Az vergi vermek için, gayri iktisadi karar alınmaktan kaçınılmaz. 7) Bankadan alınan ödünç para, gelir olarak tasnif edilir; şirketin parası patronun parası kabul edilir. 8) Bankaya ve devlete borç takmaktan hiç utanılmaz. 9) İşadamları ve yöneticiler, yüksek atlamayı (yani atmayı) sever, performanslarını ölçecek ‘‘iktisadi kárlılık’’ çıtasından ise nefret ederler.
SON SÖZ: Dürüst işadamı, mecbur kalmadıkça hile yapmaz.