SERBEST pazar sisteminde, ülke ekonomilerinin omurgası bankalardır. İsterseniz, daha geniş kapsamlı olsun diye buna ‘‘mali kesim’’ diyelim.
Bir ülkenin ekonomik krize girmesi için, önce ‘‘mali krize’’ (financial crises) girmesi gerekir. Mali sistem az-çok adam edilmeden, yani omurga asgari seviyede işlevini yerine getirir hale getirilmeden, ekonomik krizin bitmesi mümkün değildir. Kısaca, mali kesim hastayken, ekonomide sağlıklı bir canlanma başlayamaz; daha doğrusu başlamamalıdır. Çünkü, ekonominin hareketlenmesinden doğacak yeni yükleri, sakat bir mali sistem taşıyamaz. Taşıyamayınca da tekrar kırılır. Arkasından da yeni bir iktisadi kriz, hem de daha şiddetli şekilde ortaya çıkar.
* * *
Mahkeme, artık tutuksuz yargılanmasına karar verince, Egebank'ın patronu Murat Demirel tahliye edildi. Hatta sonunda gazeteler, Murat Demirel'in tahliyesi haberini, ‘‘batan/batırılan/içi boşaltılan’’ bankalar konusunda bir toparlama yaparak verdi. Resmi rakamlar kullanılarak derli toplu bir tablo ortaya kondu. Bu tahliye, yakın tarihte yaşadığımız bankacılık rezaletleri hususunda hafıza kayıtlarımızı tazelemek için iyi bir vesile oldu. Toplumun unutmak üzere olduğu, ama asla unutmaması gereken büyük iktisadi kepazelikleri bir kez daha hatırladık.
Özel bankaların batırdığı ve günün sonunda devletin (yani halkın) borcu haline gelen bu asgari 20 milyar dolar para ne olmuştur? Bu paranın büyük bir kısmı ‘‘faiz geliri’’ olarak iç ve dış tasarruf sahiplerine transfer edilmiştir. İkinci büyük bölümü, yanmış bitmiş kül olmuştur. Yani israf edilmiştir. Kalanı da banka sahipleri tarafından, yedi sülalelerinin ‘‘kapalı kontak’’ rahat bir hayat sürmesi için emin yerlere gömülmüştür. Gerçek şu ki; banka sahiplerinin ümüğü ne kadar sıkılırsa sıkılsın, bu paranın çok büyük bir bölümünü geri almak mümkün değildir. Çünkü deve olan bu 20 milyar doların çoğu, batakçı banka sahibi tosunların kursağında değildir.
* * *
Gelelim bankacılık kesiminin, yani ekonominin kırık omurgasının nasıl onarılacağına. Lafı gevelemeden ifade edeyim. Bankalarımızın, enflasyon muhasebesi esaslarına göre ölçülmek kaydıyla ‘‘ekonomik kár’’ eder hale gelmesi şarttır. Ancak böyle olursa, mali kesim gerek dışarıdan, gerekse içeriden özkaynak bulabilir. Bu şartın yerine gelmesi için de bankacılık kesiminde denetlenebilir bir oligopol oluşmasını teşvik etmek gerekir. Bu oligopolistik yapının, reel sektörde haksız rekabete yol açmaması için de ‘‘bankacılık’’ ile ‘‘reel sektör’’ birbirinden ayrılmalıdır. Böylesi köklü bir ‘‘yeniden yapılanma’’ bugünden yarına gerçekleşemez. Bunu kabul ediyorum. Ama bugünden tezi yok, bankacılık kesiminin vizyonunu ‘‘tasarruf sahiplerinin bir kuruşunu dahi batırmamak’’, misyonunu ise ‘‘reel sektöre kaynak sağlamak’’ şeklinde tanımlayın. Sektörün tüm mülkiyet ve faaliyet stratejilerini, bu vizyon ve misyona doğru inşa etmek gereklidir. Bu da siyaseten yeni hükümetlerin, idareten BDDK'nın sorumluluğundadır.
SON SÖZ: Ya mevduat topla, ya kredi müşterisi ol; ama ikisi birden olma.