TÜRKİYE'nin, Avrupa Birliği'ne uyumu için gerekli, üstelik iç politika açısından çok kritik olan bazı yasalar Meclis'ten geçti. Bu yasaların içeriğiyle mutabıkım.
Daha da önemlisi, demokratik bir şekilde kanunlaşmış olmasından memnunum. Türkiye'nin gelişmiş bİr ülke olması için değişimden geçmesi şarttır. Halihazırda mevcut geleneğimizle, göreneğimizle, inançlarımızla, değer sistemimizle, iş yapma tarzımızla ve özellikle iktisat anlayışımızla gelişmiş bir ‘‘ülke’’, daha doğrusu gelişmiş bir ‘‘toplum’’ olmamız mümkün değildir. Türkiye'nin, her bakımdan bir Avrupa ülkesi seviyesine gelmesini kolaylaştırmak için bazı kanunlarda ve genel olarak yürürlükteki mevzuatta belli değişiklikler yapılması, Avrupa hukuku açısından şart olabilir. Yapılanlar bunu sağlıyorsa faydalıdır.
Ancak şurası bilinsin ki; toplumsal bir değişim için atılması gerekli adımlardan en zahmetsiz olanı, ‘‘yeni kanun çıkarmaktır’’. Bir ülkenin, şu veya bu sebeple, demokratik ve bilhassa otokratik yöntemlerle çağdaş (?) kanunlar çıkarmasının, toplumsal gelişmeyi ve iktisadi kalkınmayı sağlamak açısından, zannedildiğinin aksine, pek bir kıymeti harbiyesi yoktur. Bu sebeple, uyum yasalarının Meclis'ten geçmesinden sonra zil takıp oynayanlara katılmam mümkün değildir. Üstelik, bir ülkenin kendi meclisinde belli bir kanunu çıkarması, o ülke için ‘‘zafer’’ olamaz. Böyle bir ifade mantıksızdır. Aynen askeri bir darbenin zafer olamayacağı gibi.
* * *
Şimdi Türkiye'nin somut gerçeklerine geri dönelim ve hangi AB uyum yasaları çıkarılırsa çıkarılsın, toplumun asla vazgeçmeyeceği ilkel (iptidai) bir iktisadi uygulamayı masaya yatıralım. Örnek olay şu: İstanbul'un ünlü Ulus Pazarı, Kocaeli'nin Bekirpaşa Belediyesi'nin girişimleri sonucu Yahyakaptan Mahallesi'nde tezgáh açmış. Bunun üzerine kazanç kapıları daralan İzmitli pazarcılar isyan etmiş ve çatışma çıkmış.
Bu toplumun hemen her kesimi, a) kayıtdışı ekonomiye yani vergi kaçırmaya, b) haksız rekabete, c) trafik sıkışıklığına, d) sokakların pislenmesine, e) şehrin çirkinleştirilmesine, f) gürültü kirliliğine, g) kamusal mekán rantlarının kişilere aktarılmasına, h) mafyalaşmaya karşıdır. Ama bütün bunların toplamı olan semt pazarlarından yanadır. Basında ‘‘semt pazarları’’ üzerine hemen hemen her hafta birkaç tane övgü yazısı çıkar. Belediyelerin birinci vazifesi, kaldırımları ve yolları işgalden ve imar izinli kapalı mekánlarda meşru düzende ticaret yapan esnafı, haksız rekabetten korumaktır. Uygulamadaysa tam aksine yaparlar. Bekirpaşa Belediyesi yerel pazarcılar yetmiyormuş gibi, kalkmış İstanbul'dan Ulus Pazarı'nı beldesine çağırmış. ‘‘Ananı döven kadı, kimi kime şikáyet edeceksin.’’ Halkımız pazardan alışveriş etmeye bayılır. Çünkü pazarda ‘‘rantlar bölüşüldüğü’’ için, fiyatlar ucuzdur. Pazar yeri eğlencelidir. Dükkándan alışveriş eden kimse, kendini yabancı topraklarda savaşan bir garip gibi görürken, semt pazarında alışverişe çıkan kişi, mülkiyeti topluma ait mekánlarda, satıcıya karşı kendini daha üstün görür. Dükkánda pazarlık etmekten utanan, pazarda hiç sıkılmadan pazarlık eder.
SON SÖZ: Acıyı hissetmemişsen, değişim olmamıştır.