İNSANLAR kalubeladan beri korku içinde kıyameti bekleyerek ömürlerini tüketmiştir.
Öbür değil, bu dünyada âdil bir düzen kurmak amacıyla inşa edilen “din sistemleri” hem bireysel hem de toplu ölüm yani kıyamet esas alınarak tasarımlanmıştır. Ölüm, insanları dinsel kurallarına uymaya ikna için en sık kullanılan ibrettir. Mademki ölüm kaçınılmadır diye başlayan vaazlar, öyleyse şunları yap, şunları da yapma diye biter. * * * Yeni peygamberlerin gelişi aksadığı için, meydan kâhinlere kalmıştır. Günümüzün kâhinleri, daha ziyade “iktisatçı” kılığında ortalarda boy gösteriyor. Bunlar, sözlerinin ciddiye alınması için vaaza, kıyamet yani kriz geliyor diye başlarlar. Kehanetlerini desteklemek için de “kıyamet alametleri” gösterirler. Son günlerde tedavüle konan kıyamet alameti, Amerikan Devleti’nin, memurlarına maaş veremeyecek hale düşmesiymiş. Çünkü ABD, bütçe açığını kapamak için yaptığı borçlanmada yasal sınıra dayanmışmış. Para bulamayan ABD devleti, sadece memurlarına maaş verememekle kalmayacaktır tabii. Bu durumda nasipsiz ülkeleri bombalayarak onlara demokrasi öğreten Amerikan Ordusu da “harç bitti, yapı paydos” demek zorunda kalacak herhalde. Bu sonuca, İkinci Saddam haline düşen “Kıdemli” Albay Kaddafi’nin üzüleceğini sanmam. * * * Bir devlet, sadece kendi vatandaşına vergi salabilir. Salınan vergiler, harcamalar, gelirler veya varlıklar üzerinden olabilir. Vergi yetmezse devlet borçlanır. Ortada bir borç varsa, bunun bir de alacaklısı vardır. Cari açığı olmamak kaydıyla, kamu borçlarının alacaklısı da, borçlusu da o ülkenin halkıdır. Ancak ABD için “cari açığı olmayan” şartı da pek geçerli değildir. Çünkü ABD yalnız kendi parasıyla borçlanmaktadır. Kamunun borcunun, alacaklısı da borçlusu da o ülkenin halkıdır dedik. Ama birey olarak bazılarının alacağı, borcundan çok fazladır. Kamu borcunun büyüklüğü bir “servet dağılımı” sorunudur. Kamu borcuna ödenen reel faizin büyüklüğü de “gelir dağılımı” sorunudur. Ama bizatihi kamu borcunun büyüklüğü mutlak bir sorun değildir. Kamu borcunun milli gelire oranının yasal bir sınırı olabilir. Ama bu, “çapın çevreye oranı” gibi doğal bir sabite değildir. * * * IMF’nin yayınladığı “Finance ve Development” dergisinin son sayısında, 1880’den 2010 yılına kadar, gelişmiş ülkelerin kamu borçlarının milli gelire oranın bir çizelgesi var. Bu oranın 130 yıllık ortalaması yüzde 70 dolayında. Oran, en yüksek yüzde 150 olmuş. O da 1946’da yılında. Hatırlayalım, II. Dünya Harbi’nin bitiminden sonraki senedir bu. Büyük Buhran döneminde ise düşme var. ABD Merkez Bankası, bu yüzden kolay atlatılabilecek bir kriz buhrana dönüşmüş diyor. Onun için bugünlerde tekrar bir yükselme yaşanıyor. Şimdiki artışın gerekçesi “krizden çıkış” için alınması gerekli önlemlerdir. Kamu borcunun artışı bizatihi bir hastalık değildir. Çoğunlukla, daha önce oluşmuş bir hastalığın tedavisine işaret eder. Tedavinin doğru uygulandığından emin olmak şartıyla, kamu borcundan ürkmek ameliyattan korkmak gibi bir şeydir. Kamunun iç borcu artar da, azalır da. Son Söz: Kamunun iç borcunu bırak, ülkenin dış borcuna bak.