TÜRK ekonomisi sakattır. Zaman zaman ortaya çıkan iyileşme emareleri, bünye sakat olduğu için kalıcı olamamaktadır.
Türk ekonomisini, 2001 yılında içine düştüğü ‘‘melt down’’ yani ‘‘eriyip bitme’’ sürecinden kurtarmak için ülkeye davet edilip, süper yetkilerle Ekonomi Bakanlığı'na getirilen Kemal Derviş hazırladığı programa, bilinçli olarak ‘‘Krizden Çıkış’’ değil, ‘‘Güçlü Ekonomiye Geçiş’’ adını vermişti. Çünkü meselenin esası buydu. Bu programın ana fikri, iktisadi yapının, yasal ve kurumsal olarak yeniden düzenlenmesiydi. Nitekim, bu yönde önemli kararlar alındı ve belli bir yol kat edildi. Ancak üzülerek izliyorum ki, yapılan yasal değişiklikler ve verilen sözlerin hiçbir kıymeti harbiyesi yokmuş. Devlet kadrolarını azaltmaya söz vermiş bir iktidarın, seçimi kaybettikten sonra, yangından mal kaçırır gibi Meclis'e ve Başbakanlık'a adam doldurmasından anlıyoruz ki meğer yapılanlar, sırf parasını almak için IMF'yi kandırmaya yönelik makyajdan ibaretmiş. İşin ahlakı ve felsefesi hemen hiç benimsenmemiş.
* * *
Şimdi işbaşında yeni bir siyasi parti var. Hepimiz, bu yeni iktidardan, ‘‘doğru dürüst’’ iş yapmasını bekliyoruz. Pek tabii doğru-dürüst icraatın ne olduğu konusunda herkes, işine gelen tanımı yapacak ve işbaşındaki kadroları bu yönde etkilemeye çalışacaktır. Bu babda medya, çok etkin bir rol oynayacaktır. İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır. Çünkü, Türk ekonomisinin özel sektöründeki en sakat yapılanma ‘‘holding bankacılığı’’ ve ‘‘holding medyacılığı’’dır. Yeni hükümetin ekonomide ciddi bir dönüşüm gerçekleştirmesi için bu soruna mutlaka bir neşter atması şarttır. Eğer AKP'nin bu operasyonu yapmaya ‘‘anlayışı ve gücü’’ yetmezse (ki yetmeyebilir) bilinsin ki Türk ekonomisinin özel kesimindeki verimsizlik sürüp gidecektir. Bunun üzerine bir de kamu kesiminin ziyankárlığını ekleyin, sonuç hiçbir şeyin ‘‘kalıcı olarak’’ düzelmeyeceğidir.
Medyaya ve bankaya sahip holdinglerin patronları, ‘‘Bu grift ilişkiler sisteminden biz de bıktık, zaten işin cıvığı çıktı’’ deyip, bu araştırmayı kendileri isteseler bile, holding bankacılığı ve medyacılığı meselesini derhal çözmek mümkün değildir. Ama bu sorunun, eğer istenirse belli bir vadede halledilmesi pekálá mümkündür. Üstelik bu zarurettir. Zaruridir; çünkü mevcut yapılanma, ‘‘liberal demokrasinin’’ olmazsa olmaz şartı olan basın özgürlüğünün önündeki en büyük engeldir. Zaruridir; çünkü bu yapılanma ‘‘serbest pazar ekonomisinin’’ olmazsa olmaz şartı olan adil rekabet ortamının teessüs etmesine en büyük engeldir.
* * *
Benim AKP yöneticilerine bir önerim olacak. Eğer onlar da bu holding medyacılığı ve bankacılığı kurgusunun ahlaksızlığı babında benimle hemfikirseler, konuyu Avrupa Birliği mevzuatı içinde ele alsınlar. Yani AB'nin medya-banka-ticaret ilişkilerini tanzim eden yasal düzenlemelerini ‘‘lafsızla ve ruhuyla’’ tam incelesinler. Özellikle rekabet hukuku ve basın özgürlüğü açılarından uygulamaları özümlesinler. Sonra, çözümün yasal yönünü AB'ye uyum çerçevesi içine soksunlar. Belki o zaman, bu dönüşümü yapmaya özel sektörü razı edebilirler.
SON SÖZ: AB'ye ayıp olmuyorsa, sal ipini rahvan gitsin.