YAKLAŞAN 3 Kasım seçimlerinde halk, oyunu kime verecek diye, ‘‘nabız tutma’’ turuna çıkmış gazeteci ve gazeteci-yazar (tüccar-terzi gibi bir deyiş) arkadaşların izlenimlerini okuyoruz.
Gazeteciler ‘‘seçim’’ diye soruyor, vatandaş ‘‘geçim’’ diye yanıtlıyor. Bunun üzerine, gazeteci de seçimde kime oy vereceksiniz anketini unutup, vatandaşın geçim derdi nasıl çözülür diye kafa patlatmaya başlıyor. Aklına gelen ilk (belki de son) öneri, devletin halkın geçim meselesine bir çare bulması gerekir cümlesi oluyor. Bu sözün özü, devlet yani Ankara, gazetecinin sohbet ettiği yöre halkına iş ve aş versin. Kısaca, devlet, ‘Ondan alsın, buna versin’’ veya halkın deyişiyle ‘‘Başkasından alsın, bize versin’’. İşte bu noktada vatandaşla gazeteci tam anlamıyla anlaşıyorlar. Geriye ne kalıyor? Bu işi kimin yapacağı. Pek tabii, bu işi öncelikle iktidara gelen parti, sonra da o partiden seçilen yörenin milletvekilleri yapacak. Böylece, vatandaşın oyunu, hangi partiye vereceği sorusunun cevabına giden yol ortaya çıkıyor.
Vatandaş oyunu kime verecek? Cevap çok açık: Ankara'dan, yani devlet bütçesinden, iline en fazla para aktaracak partiye. Bu partinin evleviyetle iktidar şansının yüksek olması gerek. Dolayısıyla vatandaş kararsız. İktidar şansı yüksek partiyi teşhis ederse, oyunu ona verecek. İkincisi bu partinin, yöreyi kollayacağına inanmak gerek. Peki bu parti hangisidir? Bugüne kadar yöreyi kollayanlar veya kollayamayanlar belli. Eğer cevap, hiçbiri bize yar olmadı ise bunun anlamı oyum yeni partiye. Seçim, sadece geçim demek de değil. Seçimin iktisadi olduğu kadar siyasi yönü var. Kısacası bu ülkeye kimlerin, nasıl yöneteceği, hangi ‘‘yaşam biçimi’’nin hayatımıza egemen olacağı da oyun rengini belirleyecek önemli unsurlardan biri. Unutulmasın, son tahlilde ‘‘seçim, kişinin kendini, olmazsa kendine en benzeyeni seçmesidir.’’
* * *
Biz dönelim işin iktisadi yönüne. Halen yaşamakta olduğumuz en kritik sorun şu: Ülke ekonomisinin içinde bulunduğu ‘‘çok tehlikeli’’ durumun gerisinde, bugüne kadar izlenen ‘‘başkasından al, bize ver’’ iktisat politikası yatıyor. Bunun devam etmemesi gerek. Bir Derviş-IMF ortak tasarımı olan ve işbaşındaki hükümet tarafından mümkün mertebe uygulanan ve bundan sonra uygulanmaya devam edileceği dünya aleme ve IMF'ye ilan edilen, ‘‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’ böylesi bir popülist ekonomik politikanın izlenmesine imkán vermiyor. Ancak, teker teker nabzı tutulan seçmenlerin, siyasilerden talebi ise tam aksi. Seçmenler ‘‘Başkasından al, bize ver’’ politikasının uygulanmasını talep ediyor. Tam bu noktada AKP'nin ‘‘duruşu’’ önem kazanıyor. Benim izlenimime göre seçmenlerin önemli bir bölümü AKP'yi ‘‘Başkasından al, bize ver’’ politikasını uygulayacak yegáne parti olarak görüyor. Böyle olunca da AKP'nin popülaritesi, özellikle imtiyazsız kitleler nezdinde artıyor. AKP, eğer önderleri Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi ‘‘toplumu germek’’ istemiyorsa, kimden, hangi şekilde, ne kadar alıp kime, hangi yollarla ne kadar vereceğini şimdiden açıklarsa çok faydalı olur.