Her ne kadar sağlık otoriteleri bu onarıcı tedavilere ihtiyatla yaklaşsa da, dünyanın dört bir tarafında faaliyet gösteren erkek sağlığı merkezleri sertleşme sorunu yaşayan hastalarına bu tedavileri uygulamaktadır. Bu onarıcı tedavilerin başlıcaları düşük yoğunluklu şok dalgası tedavisi, kök hücre tedavisi ve kan pulcuklarından zengin plazma tedavisi (PRP) enjeksiyonudur. Bu yazımda sertleşme bozukluğunda yaygın olarak kullanılan bu tedavileri sizler için derledim.
Düşük yoğunluklu şok dalga tedavisi
Düşük yoğunluklu şok dalga tedavisi, geçtiğimiz yıl Avrupa Üroloji Derneği tarafından da onaylanmış son derece güvenli bir tedavidir. Penise yaklaşık yarım saat süreyle 4-6 kez uygulanan şok dalgaları, penis içerisindeki damarların kendini yenilemesine olanak verir ve böylelikle ereksiyon sırasında penis içerisine daha fazla kan dolar. Özellikle hafif-orta derecede sertleşme bozukluğu olan hastalarda şok dalga tedavisi, ilaç ihtiyacını tamamen ortadan kaldıracak kadar etkin olabilir.
Kök hücre tedavisi
Son yıllarda popülerlik kazanan bir diğer tedavi yöntemi de kök hücre tedavisidir. Yağ dokusu veya kemik iliğinden elde edilen ve damar yapılarına dönüşme potansiyeline sahip kök hücreler bazı işlemlerden geçirildikten sonra penis içine verilir. Bu hücreler salgıladıkları damar yapıcı maddeler ile penisin kanlanmasını arttırır. Böylelikle ereksiyon sırasında penise daha fazla kan girişi olur ve sertleşme bozukluğu tedavisinde kalıcı düzelme sağlanabilir. Her ne kadar ulusal ve uluslararası sağlık otoriteleri kök hücre tedavilerinin etkinliği ve güvenirliğine dair kaygılarını belirtse de, dünyanın saygın üniversitelerinde bu alanda klinik araştırmalar devam etmektedir.
PRP tedavisi
Kök hücre tedavisinde elde edilen başarılar, damar yapıcı maddeler salgılayan ve elde edilmesi çok daha kolay olan kan pulcuklarının sertleşme bozukluğu tedavisinde kullanılmasına vesile olmuştur. PRP tedavisi için kişiden alınan kan örneği santrifüj edilir ve kan pulcuklarından zengin olan sıvı toplanır. Bu sıvı doku yenilenmesini ve damar yapımını sağlayan vasküler endotel büyüme faktörü (VEGF), fibroblast büyüme faktörü (FGF) ve trombosit kaynaklı büyüme faktörü (PDGF) gibi maddeler içerir. Sertleşme bozukluğu tedavisinde PRP'nin etkinliğini araştıran az sayıdaki çalışmada, bu tedavinin önemli bir yan etki yaratmaksızın ereksiyon kalitesini iyleştirdiğini gösterilmiştir.
Sertleşme bozukluğu için geliştirilen “penis onarıcı” tedaviler ilaç ihtiyacını ortadan kaldırma vaadiyle çekici gibi görünse de mevcut veriler PRP ve kök hücre tedavilerinin yaygın olarak kullanımı için yeterli değildir. Bu tedavilerden bir tek şok dalga tedavisinin etkinlik ve güvenirliğine ilişkin yeterli kanıt mevcuttur. Bu tedavinin PRP ve kök hücre tedavileriyle bir arada kullanımı, ereksiyon kalitesini iyileştirmede daha belirgin fayda sağlayabilir. Önümüzdeki yıllarda yapılacak klinik araştırmalar, tüm bu tedavi alternatiflerinin gelecekteki rolünü belirleyecektir.
Dünya genelinde yapılan birçok çalışma infertilite sorunu yaşayan çiftlerin %50’sinde erkeğe bağlı bir sorun olduğunu ortaya koyuyor. Ancak uzmanlar erkek infertilitesi probleminin bundan çok daha fazla olabileceğini ileri sürüyorlar.
Her ne kadar sperm sayı ve kalitesini bozarak erkek infertilitesine yol açtığı bilinen çok sayıda hastalık olsa da (Örneğin; Varikosel, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, hormon bozuklukları), birçok erkek gerekli ürolojik değerlendirme yapılmadan doğrudan yardımcı üreme tekniklerine ve tüp bebek tedavilerine yönlendiriliyor. Bu da altta yatan hastalıkların tedavi edilmesi olanağını ortadan kaldırıyor ve tüp bebek tedavisinde başarısızlığa yol açıyor. Üstelik yapılan çalışmalar sadece sperm analizine bakarak değerlendirme yapmanın sağlıksız olduğunu, standart sperm analizinin kısırlık sorunu yaşayan erkeklerin tespit edilmesinde ve tüp bebek başarısını öngörmede yetersiz kalabileceğini gösteriyor. Bu nedenle uluslararası sağlık kuruluşları, erkek infertilitesini daha doğru şekilde teşhis edebilmek için mutlaka detaylı bir ürolojik değerlendirme yapılması gerektiğinin altını çiziyorlar. Ayrıca sperm analizinden daha kesin sonuç verebilecek yeni tanı testleri üzerinde çalışılıyor. Bu testlerin başında da sperm DNA fragmantasyon testi geliyor.
Sperm DNA fragmantasyonu nedir?
Sperm gelişimi sırasında birçok yapısal değişikliğe uğrar ve genetik özellikleri muhafaza eden DNA son derece kompakt bir yapı haline gelir. Sperm olgunlaşması sırasında DNA yapılarında meydana gelen kırıklara DNA fragmantasyonu adı verilir. Yaşlanma, varikosel, enfeksiyonlar, radyasyon, obezite ve sigara gibi birçok etmen sperm DNA yapısında kırılmalara yol açarak erkek kısırlığına sebep olabilir. Sperm değerleri normal bulunan ve herhangi bir hastalığı olmamasına rağmen çocuk sahibi olamayan bazı erkeklerde sperm DNA kırıklarının miktarında artma saptanabiliyor. Herhangi bir sorun tespit edilmemesine rağmen çocuk sahibi olamayan çiftlerin sperm DNA fragmantasyon testi yaptırmaları gerekebilir.
Sperm DNA fragmantasyon testi kimlere uygulanır?
Sperm DNA fragmantasyon testlerinin kimlere uygulanması gerektiği konusu hala tartışmalıdır. DNA kırıklarını ölçmekte kullanılan bazı Tunel testi, Comet taraması gibi yöntemlerden hangisinin daha geçerli olduğu konusunda fikir birliği bulunmamaktadır. Ancak bugün faaliyet gösteren tüp bebek merkezlerinin bir çoğunda, sebebi açıklanamayan infertilite olgularında sperm DNA fragmantasyon testlerine başvurulmaktadır. Sperm DNA kırıkları tekrarlayan gebelik kayıplarına da yol açabilir. Bu nedenle 20 haftalıktan önce 2 veya daha fazla ardışık gebelik kaybı olan çiftlerde de sperm DNA fragmantasyon testeleri uygulanabilir. Benzer şekilde tekrarlayan tüp bebek başarısızlıklarında da sperm DNA fragmantasyon testlerinin yapılması önerilmektedir.
Erkek kısırlığının teşhisinde sperm DNA fragmantasyon testleri her ne kadar umut vaat etse de; hangi metodun kullanılacağı, hangi eşik değerin üzerinin anormal kabul edileceği ve DNA kırıkları tespitinden sonra hangi tedavilerin gerektiği konusunda hala çok sayıda belirsizlik mevcuttur. Bu nedenle DNA fragmantasyon testlerine ilişkin daha fazla klinik araştırmaya ihtiyaç olduğu açıktır.
Birçok merkez artık kadınlar için vajinal gençleştirme ve vajina daraltma işlemleri gibi alternatifler sunarken, erkekler arasında da penis uzatma ve kalınlaştırma ameliyatları rağbet görüyor.
Penis büyütme için birçok “uzman” çeşitli tedavi seçeneği öneriyor. Bu tedaviler arasında penise PRP (plateletten zengin plazma) enjeksiyonu, şok dalga tedavisi, traksiyon (germe) cihazları veya vakum ereksiyon aletleri gibi basit uygulamalar göze çarpıyor. Bu ameliyatsız tedavilerden sadece traksiyon cihazlarının penis boyunda 1-2 cm kadar uzama yapabileceğine ilişkin klinik çalışmalar mevcutken, diğer tedavilere ilişkin herhangi bir bilimsel veri bulunmuyor. Daha büyük bir penise sahip olmak için penislerine PRP enjekte ettiren veya şok dalga tedavisi uygulayan erkekler maalesef hayal kırıklığına uğruyorlar.
Penis büyütmek için bazı merkezlerde cerrahi operasyonlar da uygulanabiliyor. Penisi leğen kemiğine bağlayan ve cinsel ilişki sırasında penisin sabit durmasını sağlayan kuvvetli bağların (ligamanların) kesilmesi, penisin görünen kısmının uzamasına yol açıyor. Bu durum penisin uzadığı gibi bir yanılsamaya neden olsa da cinsel ilişki sırasında penisin sabit durmaması çeşitli zorlukları da beraberinde getirebiliyor. Her ne kadar sosyal medya hesaplarında ya da internet sayfalarında bu tedavilerin “etkin ve güvenilir” olduğu ileri sürülse de saygın tıp otoriteleri bu ameliyatların ciddi komplikasyonlara yol açabileceği yönünde uyarılarda bulunuyor.
Penis boyu tarihin ilk çağlarından beri gücü ve doğurganlığı sembolize ediyor. Ancak penis büyüklüğünün cinsel performans ve tatmin açısından çok da etkili olmadığı biliniyor. Penis büyütme tedavilerine başvurmayı düşünen erkeklerin olası komplikasyonlar konusunda dikkatli olması gerekiyor.
Her ne kadar eczanelerde, süpermarketlerde ve hatta benzin istasyonlarında bile sertleştirici olduğu iddia edilen jel, krem, sprey gibi ürünlerin satışı gerçekleştiriliyorsa da, bu ürünlerin hemen hiçbiri etkili bir tedavi alternatifi değildir. 1996 ve 2006 yıllarında yapılan iki çalışmada penis içindeki damarları genişleten maddelerin penis üzerine sürülmesinin sertleşmeyi iyileştirebildiği iddia edilse de, bu çalışmaların sonuçları başka araştırmacılar tarafından teyit edilmemiştir. Birçok ilaç firması sertleştirici kremler ve spreyler üzerinde çalışmalarına devam etmektedir ancak Amerikan Gıda ve İlaç dairesi (FDA) tarafından onaylanmış herhangi bir topikal (cilt üzerine uygulanan) sertleştirici ürün bulunmamaktadır. Bu nedenle Avrupa ve Amerika Üroloji Dernekleri tarafından düzenli olarak yayınlanan sertleşme bozukluğu kılavuzlarında ilk başta uygulanması gereken birinci basamak tedavilerin ağızdan alınan ilaçlar olması gerektiğidir. Bu tedaviden fayda görmeyen hastaların penis içine yapılan enjeksiyon uygulamaları, vakum ereksiyon cihazları veya şok dalga tedavisi gibi alternatifleri denemesi gerekir. Bunların da etkisiz kaldığı durumlarda penis protezi (mutluluk çubuğu) ameliyatları uygulanmalıdır.
Unutmamak gerekir ki sertleşme bozukluğu bir hastalık değil, birçok hastalığın teşhis edilmesine olanak veren bir bulgudur. Bu nedenle sertleşme sorunu yaşayan erkeklerin, altta yatan kalp, tansiyon, şeker, kolesterol yüksekliği ve hatta kanser gibi hastalıkların erkenden teşhis ve tedavi edilmesi için bir üroloji / androloji uzmanına başvurması gerekir. Marketlerden alınan sertleştirici kremlerin kendisi sağlığı bozabileceği gibi, sertleşme bozukluğuna yol açan hastalığın teşhis ve tedavi edilmesini de geciktirebilir. Sertleşme sorunu yaşayan erkeklerin kendi kendilerine tedavi arayışına girişmeden önce bu alanda uzmanlık sahibi olan hekimlere başvurmaları önem arz eder.
Türk Androloji Derneği tarafından 2002 yılında yapılan bir çalışma, Türk toplumundaki erkeklerin yaklaşık olarak %70’inin çeşitli derecelerde sertleşme bozukluğu sorunu yaşadığını göstermekte. Sertleşme bozukluğu tedavisi için 1999 yılından beri kullanılan cinsel performans arttırıcı ilaçların geliştirilmesi sayesinde, bu sorunu yaşayan erkeklerin bir kısmı tedavi olabiliyor. Bu tedaviden fayda görmeyen hastalara penis içine uygulanan iğne tedavileri veya idrar yolundan uygulanan fitiller öneriliyor. Ancak ilaçların beklenen etkinliği göstermemesi, sürekli olarak kullanım gereksinimi, yan etkileri, cinsel partner yokluğu ve ilaçların maliyeti nedeniyle hastaların belirgin bir kısmının bu tedaviye devam etmedikleri görülüyor.
Geçtiğimiz günlerde İngiltere’de yapılan bir çalışma, sertleşme sorunu yaşayan erkeklerin tedaviyi bırakma nedenlerine dair ilginç veriler ortaya koyuyor.
Londra Üniversitesi’nde yapılan ve 50 çalışmaya katılmış 14.371 erkeğin sağlık kayıtlarının incelendiği çalışmada, cinsel performans arttırıcı ilaç alan erkeklerin %12,1’inin, penisi enjeksiyonları yapan erkeklerin %15,2’sinin ve fitil kullanan erkeklerin %31,5’inin tedavi etkinliğinden memnun kalmadıkları saptanıyor ve tedavi alternatiflerinin yan etkilerinin de tedavi bırakma nedeni olabileceği ileri sürülüyor. Buna göre cinsel performans arttırıcı ilaçları alan erkeklerin %2,5’inin, penisi enjeksiyonları yapan erkeklerin %8,1’sinin ve fitil kullanan erkeklerin %15’inin; baş ağrısı, Peyronie Hastalığı (penis içerisinde plak oluiumu ve penis eğriliği) veya üretra yanması gibi yan etkiler sebebiyle tedaviyi bıraktıklarını ortaya koyuyor.
Neyse ki sertleşme bozukluğu için yeni geliştirilen tedaviler, bu sorunu yaşayan erkekler için yeni alternatifler sunuyor. Şok dalga tedavisi ve kök hücre uygulamaları gibi deneysel tedavilerin umut vadettiğini belirten uzmanlar, penis protezi (mutluluk çubuğu) gibi cerrahi alternatiflerinin de hastalara tatminkâr bir cinsel hayat sunduğunun altını çiziyorlar.
Sonuç olarak sertleşme bozukluğu bir hastalık ve bu hastalığın etkin şekilde tedavisi mümkün. Bu sorunla karşı karşıya olan hastaların bir üroloji/androloji uzmanına başvurmaları ve kendileri için en ideal tedaviyi partnerleriyle birlikte belirlemeleri gerekiyor.
Kaynaklar:
Kim, S., Lee, Y., Seo, K. et al. Reasons and predictive factors for discontinuation of PDE-5 inhibitors despite successful intercourse in erectile dysfunction patients. Int J Impot Res 26, 87–93 (2014). doi.org/10.1038/ijir.2013.41
Williams, P., McBain, H., Amirova, A.
Cinsiyetler arasındaki bu farkın nereden kaynaklandığını araştıran bilim insanları, erkeklik hormonu olarak bilinen testosteronun koronavirüsün vücuttaki etkilerini daha olumsuz hale getirebileceğinin altını çiziyorlar.
Bu varsayımı destekleyen ilginç bulgular mevcut. Geçtiğimiz günlerde İtalya’nın koronavirüsten en çok etkilenen bölgelerinden biri olan Veneto’daki 68 hastaneyi kapsayan bir araştırma, prostat kanseri nedeniyle testosteron baskılayıcı tedavi (androjen deprivasyon tedavisi) alan erkeklerin koronavirüsten daha az etkilendiğini ve ölüm oranlarının akranlarından daha düşük olduğunu ortaya koyuyor. Testosteron seviyeleri azalmış olan erkek hastaların koronavirüsü daha hafif atlattıklarını kaydeden bu bulgular, testosteronun bir şekilde virüsün neden olduğu COVID-19 hastalığını daha ölümcül hale getirebileceği yönünde kanıtlar sunuyor. İtalyan bilim insanları testosteron baskılayıcı tedavinin COVID-19 hastalığından koruyucu olabileceğini ileri sürüyorlar.
Koronavirüs nedeniyle tedavi gören 9280 hastanın 4532’sinin (%44) erkek olduğunu belirten İtalyan araştırmacılar, erkeklerin bu virüse daha az oranda yakalandıklarını ama hastalığın kadınlardan çok daha ciddi seyrettiğini kaydediyorlar. Hastaneye yatırılan hastaların %60’ının erkek, %40’ının kadın olduğunu saptayan İtalyan bilim insanları yoğun bakımdaki hastaların da çoğunun (%78) erkek olduğunun altını çiziyorlar. Koronavirüs nedeniyle hayatını kaybedenlerin verileri incelendiğinde de erkeklerin sayısının daha fazla (%62) olduğu dikkat çekiyor. Bu bulgular gerçekten erkeklik hormonu testosteronun COVID-19 hastalarının durumunu daha kötü hale getirebileceğini gösteriyor.
Bu ilginç bulgulardan yola çıkan İtalyan doktorlar, kanser tedavisi gören COVID-19 hastalarının verilerini incelediklerinde, testosteronun koronavirüs üzerindeki etkisini destekleyen başka kanıtlara ulaşıyorlar. Veneto’da yaşayan kanser hastalarının koronavirüse yakalanma riskinin iki kat fazla olduğunu bulan araştırmacılar, prostat kanseri olan ve testosteron baskılayıcı tedavi alan hastalardaki ölüm oranının şaşırtıcı derecede düşük olduğunu gözlemliyorlar (5273 hastanın sadece 4’ü). Prostat kanseri olan ama testosteron baskılayıcı tedavi almayan hastalarda ölüm oranının 200 kat fazla olduğunu (114 hastanın 18’i) saptayan araştırmacılar, bu hastalığın ilerlemesinde gerçekten erkeklik hormonu testosteronun etkisi olabileceğine dair görüş bildiriyorlar.
Testosteron hormonunun koronavirüsün neden olduğu COVID-19 hastalarının durumunu nasıl kötüleştirdiği henüz bilinmiyor. Ancak testosteron hormonunun koronavirüsün hücrelere bağlanmasını sağlayan proteinlerin sentezlenmesini arttırdığı ve böylelikle virüsün hastalık yapma ihtimalini arttırabileceği belirtiliyor. Koronavirüse yakalanan erkeklerin hastalığı daha hafif atlatması için testosteron baskılayıcı tedavi verilmesi için daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğunu belirten uzmanlar, bu alanda yapılacak ileri çalışmaların sonuçlarını bekliyor.
Kaynaklar:
Kim, S., Lee, Y., Seo, K. et al. Reasons and predictive factors for discontinuation of PDE-5 inhibitors despite successful intercourse in erectile dysfunction patients. Int J Impot Res 26, 87–93 (2014). doi.org/10.1038/ijir.2013.41
Shangqiu Şehir Hastanesi’nde yürütülen bu ilginç çalışmada, koronavirüs nedeniyle tedavi gören 38 erkek hastanın sperm örnekleri incelendi. Hastalığın başlangıç evresinde olan 15 hastanın 4’ünde, iyileşmekte olan 23 hastanın ise 2’sinde koronavirüse ait genetik materyal saptandı. Bu sonuçlar, COVID-19 nedeniyle tedavi edilmiş 12 hastanın dahil edildiği ve sperm örneğinde koronavirüse rastlanmayan önceki çalışmanın sonuçlarından farklıdır. Önceki çalışmada, hastalığı hafif atlatan erkekler tamamen iyileştikten sonra sperm alınmıştır. Ancak daha çok deneğin dahil edildiği yeni yapılan çalışmada, halen hastanede tedavi gören ve durumu ciddi olan erkek hastalardan meni örneği alınmıştır. Bu nedenle yeni yayınlanan çalışma için toplanan sperm örneklerinde koronavirüs RNA’sına rastlanmış olabilir.
Virüs, testis bölgesine yerleşebilir
Her ne kadar koronavirüsün erkek üreme sistemi organlarında çoğalma ihtimali olmasa da, bu virüsün hücre içine girmesini sağlayan ACE adlı proteinin testis dokusunda da bulunduğu ve koronavirüs ailesinin diğer türlerinin testisleri etkileyebildikleri biliniyor. Tıpkı göz, plasenta, cenin ve merkezi sinir sistemi gibi testislerin de vücut bağışıklık sisteminden korunaklı bir doku olduğunu kaydeden uzmanlar, bağışıklık sisteminin erişemediği testis bölgelerinde virüsün kendini uzun yıllar saklayabileceğini öne sürüyor. Ebola ve Zika gibi virüslerin de erkek üreme sistemine yerleştiğinin altını çizen uzmanlar, bu virüslerle enfekte olan erkeklerin hastalığı atlattıktan aylar sonra menilerinde virüse rastlanabildiğini hatırlatıyorlar.
Bu bulguların ne şekilde yorumlanacağı konusunda tıp otoriteleri halen fikir birliği içinde değil. Menide virüse ait genetik materyalin saptanmasının, COVID-19 enfeksiyonuna yol açabilecek virüs bulunduğu anlamına gelmediğini kaydeden araştırmacılar, koronavirüsün cinsel yolla bulaşabildiğine dair herhangi bir veri bulunmadığını belirtiyor. Yine de koronavirüs bulaşan ve COVID-19 hastalığını atlatan erkeklerin, tamamen iyileşene kadar güvenli cinsel ilişki kurallarına riayet etmeleri gerekiyor.
Cinselliğin bir tabu olduğu muhafazakar toplumlarda bu farklılıklar dile getirilemez ve bu bireyler ciddi özgüven problemleri yaşayabilir. Arkeolojik araştırmalar sonucunda antik Mısır, Yunan ve Roma uygarlıklarında bile penis şekil ve boyut farklılıklarının betimlendiği heykel ve resimler bulunmuştur.
Damarlar penis anatomisinin önemli bir yapısal ve işlevsel bileşenidir. Ereksiyon (sertleşme) sırasında nitrik oksit vasıtasıyla genişleyen arterler (atar damarlar) ile penis içine kan akımı artar. Bu sayede şişip kalınlaşan süngerimsi yapılar, penis içindeki kanı boşaltan venlere (toplar damarlara) baskı uygulayarak gelen kanın peniste hapsolmasını sağlar. Penis içine giren ama çıkamayan kan, penis içindeki basıncın artmasına ve penisin sertleşmesine yol açar. Ejakülasyon (boşalma) sonrasında ise penisin arterleri kasılır, penis içine akan kan miktarı düşer, venlere olan bası azalır ve hapsolan kan penisten çekilir. Böylelikle ereksiyon sonlanmış olur.
Penisin yüzeyinde yer alan ve genellikle görünür halde olan toplar damarların boyutları kişiden kişiye farklılık gösterir. Genetik özelliklere bağlı olarak bu damarlar bazı erkeklerde daha belirginken, bazılarında çok silik olabilir. Ereksiyon sırasında penise gelen kan miktarındaki artışa bağlı olarak bu damarlar belirgin hale gelebilir. Ayrıca yaşlı erkeklerde cilt kalınlığı azaldığı ve toplar damar duvarı zayıfladığı için penis yüzeyindeki damarlarının belirginleşmesi normaldir.
Penisin yüzeyel damarların şiş veya silik olmasının sertleşme bozukluğu (erektil disfonksiyon) veya cinsel performansla herhangi bir direkt ilişkisi yoktur. Penis damarlarının şişmesi bazen altta yatan bazı hastalıklara işaret ediyor olabilir. Özellikle kalp – damar hastalıkları olan erkeklerde penis damarlarında pıhtı oluşabilir ve bu durum damarlarda şişme ve ağrı ile kendini gösterebilir. Lenf damarlarında oluşan tıkanıklık sonucunda da peniste şişlikler ve renk değişimleri ortaya çıkabilir. Eğer penis damarlarında şişme ile birlikte ereksiyon sırasında ağrı, boşalma sorunları, peniste ödem, damarlarda sertlik ve hassasiyet varsa, hastanın mutlaka bir üroloğa başvurulması gerekmektedir.