Paylaş
İş sebebiyle arada yaptırdığım PCR testim yine negatif çıkıyor. Ama ertesi akşam bir anda kıpırdayamaz halde yatağa çakılıyorum. Şiddetli titreme, dayanılmaz kas ve eklem ağrıları. Hiç üzerime alınmıyor, kondurmak istemiyorum.
Sabah kalkar kalkmaz kahve kavanozuna daldırıyorum burnumu, bayağı iyi koku alıyorum. Ohh! Sorun yok galiba. Herhalde üşüttüm diye kendimi avutmaya çalışıyorum ama ertesi gece iki tane melatonin hapı ve bir de ağrı kesici içmeme rağmen yine uyuyamayınca hastaneye gitmeye karar veriyorum. İstemeye istemeye. Boş yere meşgul etmek istemiyorum sağlık çalışanlarını.
Özel bir hastanenin aciline başvuruyorum. Kan değerlerim ölçülüyor, her şey yolunda gibi... PCR testim yapılıyor, sonucunu ancak akşam alabileceğim. İnceden bir öksürüğüm olduğu için bir de akciğer tomografisi çekiliyor ve ‘hafif buzlanma’ görüldüğü, bunun da çok büyük ihtimal COVID-19 pozitif demek olduğu ama testi beklememiz gerektiği, ancak bu sonuçla sisteme işleneceği söyleniyor.
Akşam saatlerinde cep telefonuma malum mesaj geliyor. Pek şaşırıyorum. Nedense hâlâ konduramıyorum.
Sistem tıkır tıkır...
Aradan yarım saat ya geçiyor ya geçmiyor, ilçe sağlık tarafından aranıyorum, ertesi sabah ilaçlarımın teslim edileceği söyleniyor. Sistem tıkır tıkır işliyor. Sabah Favira adlı ilacı görevliden teslim alıyorum. İlk gün sabah 8, akşam 8, sonra kutu bitene kadar sabah-akşam 3’er tane. En basit ilaç bile bu dozlarda alındığında bünyeye kim bilir ne yapar diye düşünmeden edemiyor insan. Ama sorgulayacak bir durum yok. Favira, öksürük için verilen çok düşük dozda kortizon, basit bir kan sulandırıcı ve rutin vitaminlerimle kendimi evde tedaviye alıyorum. Mahalle muhtarımız hemen her gün arayıp yardımcı olmaya çalışıyor.
Evde geçen beş gün
Aradan beş gün geçiyor, ilaçlar bitiyor. Ateşim yok ama kolumu kıpırdatamıyorum, bir de o inceden öksürük daha rahatsız edici boyuta geldi. Hayatımda olmadığım kadar iştahsızım. Sadece muz ve yoğurtla besleniyorum. Ha bu arada koku algım tamamen sıfırlandı. Bir ara evde önceden kalmış bir parça tatlıyı ağzıma atıyorum. O da ne! Ne koku ne tat olmayınca, ham şeker çiğniyor gibiyim. Hastaneye gitsem mi diyorum ama “Hastaneler dolu, son çare hastane” konuşmalarını dinleyince vazgeçiyorum. Ama hastalığın normal seyrinde artık iyileşme dönemine girmem gereken yerde bir sabah kalkıp da nefes alamadığımı görünce soluğu eve yakın bir özel hastanede alıyorum.
Acilde hemen izolasyon odasına alınıyorum. Yine kan testleri, akciğer tomografisi, oksijen, bir doktorun telaşla “COVID-19 akciğerlere yerleşmiş, durum iyi değil, sizi hemen yatırıyoruz” demesi. O arada benim hâlâ “Bir gece mi yatarım?” diye anlamsızca sormam -çünkü yanımda cüzdanım dışında hiçbir şey yok- ve hastanede geçen 12 gün…
Gribi ayakta geçiririm, öksürük nedir bilmem. Bu durum ağırıma gitmiyor değil.
Acaba nereden aldım diye pek düşünmüyorum, “Allah’ım inşallah kimseye bulaştırmamışımdır” diye dua ediyorum. Doktorum iç hastalıkları uzmanı Tamer Köymen hemen tedavime başlıyor. Yattığım pandemi katında en genç hasta benmişim. Çoğunluk 80-90 yaş aralığında. Sanırım kattaki hem en genç hem de en depresif hasta benim…
Doktorum Tamer Köymen, yemek yemem konusunda ısrarcıydı.
Bu arada bende hâlâ tat ve koku yok. Zar zor nefes alıyorum. Gelen yemekleri geri yolluyorum. Ama doktorum özellikle uyarıyor: “Kaliteli proteinlerle beslenmen gerek, birkaç lokma da olsa vücudun için bu şart.”
Aklıma Grant Achatz geliyor. Restoranı Alinea dünya sıralamasında ilk 10’dayken dil kanserine yakalanıyor. Tat, doku, koku her şey gidiyor. Ama o üretmeye devam ediyor. Ortaya çıkaracağı tatları sayfa sayfa formüllere döküyor, istediği asiditenin cinsinden tatlılık verecek meyve şekerinin cinsine, tuz oranından acılık miktarına her şeyi kurgulayarak bir kimya denklemi gibi hazırlayıp ekibinin önüne koyuyor ve “Yapın” diyor. Merak ediyorsanız, Achatz iyileşti, restoranı hiçbir zaman kan kaybetmedi.
Acı bir çorba olsaydı
Koku duyusu kaybolunca tat alma minimuma iniyor. Yediğinizden hiçbir keyif almıyor, yemek istemiyorsunuz. Sürekli uyumaktan başka bir şey yapmadığım yatağımda etraftaki paket servislere bakıp neyi severek yiyeceğimi bulmak en büyük eğlencem oluyor. Damak en çok acı, tuzlu ve ekşiye reaksiyon gösteriyor. Hele de bunların hepsi bir arada olduğunda koku bile almasanız dildeki tomurcuklar uyarılarak iştahı kabartıyor.
Bangkok’taki Michelin yıldızlı sokak yemekçisi Jay Fai Teyze’nin insanı bronşlarına kadar açan acılıktaki ‘tom yum’ çorbası geliyor aklıma. Yutkunup paket servislere bakınmaya devam ediyorum. Bu arada şunu fark ediyorum: Koku almayınca malzeme kalitesini daha iyi ayırt etmeye başlamışım. Bir arkadaşımın evde hazırlayıp getirdiği pekmezi az, tahini bol tahin-pekmez sanırım dokusu sebebiyle tüm süreçte tadını en çok aldığım ve en keyifle yediğim şey oluyor. Beslenme uzmanından da aferini kapıyorum kaliteli yağ-protein dengesiyle enerji veren tahin-pekmezden dolayı.
Ah o damak hafızası...
Midemi bastırsın mantığıyla iyi bir tostçu bakınıyorum. Hastanenin yakınında Bufe’yi buluyorum. Brioche ekmeğinde kasap sucuklu ve Kars göbek kaşarlıyı gözüme kestiriyorum, yanına da taze meyve suyu. Azmettim, açacağım o iştahı. ‘Bufe’ minicik bir tostçu, hastaneye servis verdiklerini duyunca arıyorum. Bire bir ilgileniyorlar ve eminim şaşırıyorlar siparişlerime... Çünkü ‘daha hafif alternatifler de var’ diye kibarca hatırlatıyorlar siparişi alırken. Kemik suyuna çorbalar, et haşlamalar, arada pide… Sadece yoğun bir tedavi, sürekli uyku ve paket servis yemekler… 12 günden aklımda kalanlar.
Tam hastaneden çıkışa hazırlanırken birkaç sokak ötedeki Sade’nin şefi Deniz Şahin’den paketler geliyor. Nefis yemekler ve yanında şekerpare. Şekerpareye dayanamadığımı bilir Deniz. Kocaman bir taneyi tek lokmada yiyorum. Şekerden hâlâ çok hazzetmiyorum ama ağzımdaki gevrek hissiyatı ve dağılması beni kendime getiriyor. Ah o damak hafızası denen şey…
Koronayken kilo aldım!
Artık evdeyim, iyiyim, izolasyon sürecim de bitti. Dilerim bu virüsle mücadele eden herkes benim kadar şanslı olup onu yener… Zor bir hastalık, psikolojik olarak da, fiziksel olarak da çok ağrılı… Şef arkadaşlarımın gönderdiği yemekleri yiyip “Koronayı kilo alarak atlatan ilk kişiyim” şakaları yaparak normale dönmeye çalışıyorum, sonuçta açtım o iştahı! Başardım. Darısı tüm virüsle savaşanların başına.
Paylaş