Şişmişim ağlayanım yok!

Pek sayın káriler; müsaadenizle, artık kılını tüyünü anlatan yazarlar dönemine eni konu alıştığını tahmin ettiğim dimağınıza ve affınıza sığınarak, kişisel ahválimden dem vuracağım.

Efendim, naçizane, süratli kilo alıp verme konusunda Zerrin Özer'den bile başarılı bir performans sergileyebildiğim için sık sık iftiharla şişinirim. Ve fakat, bu aralar öyle bir Süreyya Ayhan temposu tutturmuş vaziyetteyim ki, ayıptır söylemesi kendime bile tur bindirdim. Gözkapaklarım su topladığı için, Ekmek Teknesi'nin Ölü Usta'sı gibi, yarı açık bir pencereden izliyorum hayatı. İnfilak etmem kuvvetle muhtemel, dalak dahil iç organlarım bile şişti, polis ‘‘doğal canlı bomba’’ tehlikesi arzettiğim için tutuklayacak diye korkuyorum.

Ama el insaf... Bünye nasıl şişmesin?..

Tomris Uyar, Çelik Gülersoy, Uğur Uluocak, hatta Barry White peş peşe álemden göçmüş. Zaten bu aralar aldığımız haberlerin yarısı vefatlar, yarısı hastalıklar üzerine. Dostlarla cenazelerde buluşup hálleşmekten fenalık geçirmekteyiz.

Memlekette bebeklerin can bedeli cep telefonu fiyatına kadar düşmüş, tetikçinin biri tahsilat yapacak diye, sebi sübyanlar uykularında kurşunlanır olmuş. Şaşırmaktan yorgun düşmekteyiz... Artık şaşırmamaktan korkmaktayız...

Ki, IQ'su 88 basan bir güya medeniyet liderinin kitle imha silahları üzerine pişkin itiraflarda bulunmasına, Patriot düşen çarşı pazarlarda hacamat olan çocuklara, devirdikleri çamlarla dünyada orman bırakmayan bu C Tipi artiz kovboyların dilediği ve dilemesi gereken özürlerden dolayı istifra haddine varmış olmamıza falan değinmeyeceğim bile...

Kız çocuklarının, her gün bir yenisi peydahlanan inisiyalli ve çileli mi çileli hikáyeleri kanıksanma raddesine gelmiş... Yetmediyse, ülkede kapkaçın boyutu ölüsoyuculuğa kadar varmış; tepesine balkon düştüğü için ruhunu teslim eden bir değerli insanın ve ona yardım etme gayretindeki avukatın cüzdanları, cenaze yerden kaldırılırken yürütülmüş; insanlığın bizatihi kendisi enkaz altında kalmış...

Bir ‘‘OOOOFFF!’’ çekip karşıdaki üç-beş sıradağı yıktıktan ve akabinde ağız dolusu birer ‘‘Yuhhh!’’ ve ‘‘Pesss!’’ nidası savurduktan sonra, şahsen ikrah getirmiş olduğum zehrimi üzerinize akıtmamak adına bu mevzular silsilesini keser, özür üzeri özür dilerim...

Neyse işte... Sanırsam bu sebepten, suratıma kim baksa; ‘‘Sen bir tatile çıksana,’’ şeklinde hovarda önerilerde bulunuyor bu günlerde. Ne diyeyim, ‘‘Sensin tatil!’’ diyorum ters bir bakış atıp.

Zira bendeniz, kimi arkadaşların sandığının aksine, maalesef sadece iki yazı attırıp haftanın geri kalanında yatamıyorum. Aynı zamanda editörlük yapıyorum. Ekibin yarısı zaten ya haberde ya tatilde; bu arada yeni ekler çıkarılıyor. Haftada dört gece iş yerinde sabahlanıyor filan falan...

Dolayısıyla en erken Eylül'e kadar tatil matil iznim yok, biiir... İznim olsa hevesim yok, ikiii... Bu hacimle herhangi bir tatil beldesinde arz-ı endam eylemem cemiyet hayrına olmaz, serde iyi aile terbiyesi ve vatandaşlık bilinci var, üüüç...

Hem tatile çıksam ne yapacağım ki? Çocukluğumun, ilkgençliğimin sahil kasabası, TeleVole istilasına uğramış; çekemem. Ekrandan bakarken iyi de, eller havaya áleminin aman da nasıl eğlendiğini yerinde izlemeye tahammül edemem.

Standart bir İzmirli olarak, bizim bildiğimiz tatil, okulun kapandığı günün akşamı, en olmadı ertesi sabah yola düşüp Çeşme'ye göçmek, okulların açıldığı güne kadar da 40 dakikalık mesafedeki şehre bile inmemektir. Üç ay boyunca yalınayak dolaşmak, denizden kum çıkarmak, çiğdem çitleyip, kumru yiyip, balık, rakı ve sakız likörüyle kafa çekmektir yani. Bu günlerde İzmirliler'den bol bol, jumbo jetlerden oluk oluk dökülen Laila güruhu yüzünden, Çeşme'nin insanı parasıyla rezil rüsva eden sakil bir yere, bir nevi Etiler mekánına dönüştüğüne dair mail geliyor.

Ben bu asitli öfkeyle Çeşme'ye gidersem, tepelik bir yere konuşlanır, denizi kirleten birkaç yerli turisti sniper kurşunuyla álemden silerim maazallah. Cinnet vatanımda hiddet kimsenin tekelinde değil málûm. Hani yazı işlerindeki arkadaşlara hürmetimiz var, bir üçüncü sayfa haberi daha yaratıp, onları daha da yormaya lüzum yok.

Böyleyken böyle yani... Arzıhálimdir... Sizi de şişirdiysem, affola...


Acı var mı acı?


Bakın şimdi gerçekten korktum. Álemin en arıza adamlarından Eski Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu Mike Tyson, Fox Sports'a vermiş olduğu bir röportajda hayatından tiksindiğini, öbür dünyadan yana umutlu olduğunu, ölmek istediğini beyan etmiş. Lütfen yani, tecavüz davasından aldığı üç yıllık cezayı yattıktan sonra ringe döner dönmez Evander Holyfield'in kulağını yediği için anında bir yıllık uzaklaştırma cezasıyla gerisin geriye kışkışlanmış bir adamdan, dövüşçülerin en ağırından söz ediyoruz. Ekmeğini yumruk yiyerek kazanan, yeni şampiyonun kulağını dişleriyle koparan, göz çevresine koskocaman dövme yaptıran -ki acıtır yani- adam bu ve; ‘‘Yorgunum doktor, biri beni uyutsun’’ diye ağlıyor. N'oluyo be?! Tamam yani, biz de ağlak yapıyoruz şişmek mişmek üzerine ama yani bu da hayat yahu?.. Rocky III'teki yılmak bilmez, acı tanımaz, icap ederse acıyı da eşek sudan gelene kadar döven o terbiyeye ne oldu? ‘‘Acı yok, acı yok, acı yok!’’ Film miydi onlar? Mahsusçuktan mıydı yani?


Üç maymun iftiharla sunar


Tehlikeli İlişkiler'in yazarı Choderlos de Laclos bir kez daha mezarında fırrr dönmüştür herhalde. Málûmunuz Ece Erken, kendisini Kıbrıs'ta bulunduğu sırada aldatan sevgilisi Tuncer Öztarhan'ın ihanetinden, durumu olay yerinde tespit edip, amatör ve fakat tam teşkilatlı gazeteci hevesiyle -hormonlu cep telefonu teknolojisi sağolsun- kapı gibi belgeleyip, kendisine ‘‘ileştiren’’ arkadaşları sayesinde haberdar oldu ve anında ilişkisini noktaladı. Bu arada, M.Ali Erbil ile boşanmasının esas gerekçesi olarak kendisini aldatmasını gösteren Sedef Hanım da, Erbil'in evlilikleri sırasında bilmem kaç kez paparazzi tarafından el ele mel ele yakalandığını beyan etti. Demek ki Hülya Avşar Hanımefendi’nin pek derin; ‘‘Evlilikte üç maymunu oynamak lázım’’ vecizesi boş laf değilmiş. Bir marka dile geldi mi kulak vermek lázımmış. Málûm, teknoloji buradan uzaya varalı çok oluyor. Yok yani öyle görmemek, duymamak gibi bir lüksümüz artık. İhanet mihanet, insanın burnuna sokuluyor böyle. Aymazlık becerisi üzerinde çalışmak gerekiyor. Israr ve inatla görmeyecek, duymayacak, bilmeyeceksiniz, çiçek gibi, düzeyli müzeyli, seviyeli meviyeli ilişkiler şeyedeceksiniz. Öyle yani; Bayan Marka öyle diyo...


Tamamen duygusal hatıralar


TeleVole áleminde pek sevilen tabiriyle, düzeyli ve seviyeli ilişkilerden söz açılmışken, bir diğer düzeyli yüzeyli ilişkinin post dönemi de şapşahane bir belágat arz ediyor. Yeliz Yeşilmen ile eski sevgilisi Ceyhun Başaran arasındaki lafazan düello, kulak kabartanın yüzünü patlıcan gibi kızartıyor. Misál, Yeşilmen: ‘‘Üç yıl boyunca Ceyhun benim resmen jigololuğumu yaptı. Ona Rolex saatler hediye ettim. İçimde hálá sevgisi var, o yüzden çok konuşmak istemiyorum. Ama şimdiye kadar ona verdiğim hediyeleri satsa villa da alır araba da...’’ Ceyhun Bey'den el cevap: ‘‘Asıl ben ona baktım. Hem de gül gibi. Onun bu iğrenç ithamlarına ve basit davranışlarına rağmen, eski günlerin hatırına fazla konuşmuyorum. Bu gidişle ya o ölecek ya da ben öldürmeyeceğim.’’ Sizin de merakınıza mucip oluyor mu, belleklerinde yer eden ‘‘o güzel hatıralar’’ nelerdir diye... Akmerkez'de alışverişe çıktıkları, oradan Ulus Pazarı'na falan da uğradıkları Lále devirleri mi acep?
Yazarın Tüm Yazıları