Biraz geç olduysa da kusura kalınmasın... Ayrıca geç olsun, güç olmasın: Geçmiş Kurban Bayramınız kutlu olsun ve Bülent Ersoy üslûbuyla dile getirecek olursak: Ablanız, yani naçiz muharrireniz size kurban olsun.
"Değişerek gelişim" geyiği bir yana, hani memlekette hiçbir şey değişmiyor ya...
Bu yıl da müreffeh Türkiyemin insanları, imkánları elversin vermesin, kredi kartlarına yüklenip dokuz günlük tatil seferine çıktı.
Bir bayramı daha iki bin küsur kişinin kurban keseceğim diye kendini hacamat etmesiyle, kurbanlıkların kellesine odun saydırmasıyla, danaları mutfak penceresinden dışarı sürüklemesiyle mürüklemesiyle idrak etmiş bulunuyoruz.
Bu yıl da sokaklarda AB’ye uyum kaidelerini iplemeyen kan ırmakları akıyor; şaşırıyor muyuz, şaşırmıyoruz.
Bu bayramın geçmiştekilerden yegáne farkı belki de milli piyangonun bayram çekilişi için bilet alan zengin aday adaylarının, üzerilerine kuş pislemesi hálinde, kendilerini ekstra şanslı addetmek yerine, "Ederim böyle şansın içine!" nidalarıyla, kuş gribi tırsaklığıyla, hastanelere koşması filan olabilir.
Vesileye gel... Kuş gribi hadisesi sayesinde, Süleyman Demirel’in Güniz Sokak’taki meşhur evinin arka bahçesinde 12 adet tavuk beslediğini de öğrenmiş bulunuyoruz. Deli dana salgını olsaydı, arka bahçeden en büyükbaşından birkaç sığır da çıkar mıydı; bilemiyoruz.
Bu arada Mekke’de yine bildik izdiham yaşandı; sekizi Türk, 369 hacı adayı, sizlere ömür...
Yine bu arada Recep Tayyip Erdoğan, "gelişerek değişim" muhabbetinde ısrarlı. Rize’de yine, ışık hızı süratiyle klişeye dönüşmüş o malûm cümleleri sarf ediyor: "15 ilde 15 üniversite yasasını değiştirip Köşk’e yeniden göndereceğiz. Gelişerek değişenler olduğu gibi değişmemekte ısrar edenler var. Dün, dünde kaldı, bugün yeni şeyler söylemek lázım."
Eeee? Ben mi yanlış hatırlıyorum? "Dün dündür bugün bugündür" şeklindeki üstün ötesi vecize, vakt-i zamanında, şimdilerde arka bahçedeki tavuklarını itlaf ettirmekle iştigál eden şahsiyet tarafından buyurulmamış mıydı?
Şahsen, Erdoğan’ın Baykal’a ithafen kaç kez "Bekára karı boşamak kolay" dediğini de saymadım, sayamadım. E hani yeni şeyler söylemek lázımdı?
Değişerek gelişeduralım, cinnet vatanımda hiçbir şey değişmiyor, hiç...
SHP İlçe Başkanı Şaban Türkyılmaz’ın meselá, çocuklarının karnesini kutlamak için RUHSATSIZ silahıyla evin penceresinden havaya kurşun saydırırken başına "talihsiz" bir kaza geldi.
Sevincini yeterince ifade ettikten sonra beline koyduğu silahı ateş aldı ve namludan çıkan tek kurşun, kendi sol bacağını sıyırdıktan sonra, eşi Erkül Türkyılmaz’ın ayağına saplanıverdi. Olaydan büyük üzüntü duyduğunu belirten Türkyılmaz, şu şekilde dile geldi: "Çocuklarımın başarısını kutlamak isterken az daha canımızdan olacaktık. Silahı polise teslim ettim. Bir daha da elime silah almam. Bu bana ders oldu. Büyük bir hata yaptığımın farkındayım. Silaha lánet olsun."
Buyrun, değişerek gelişimin burasından yakın...
AŞK OLSUN BİR HELİKOPTER İNDİREMEDİLER
Yine bu arada, bir numerolu global şöhret sahibi katilimiz, Mehmet Ali Ağca’mız da cezaevi kapısında Mercedes’lerle karşılanmacasına, azat buzat.
Rahşan Hanım da hálá "Bu vallahi de billahi de benim affım değil" diye hedeleye hödeleyedursun...
Ben durumu esefle karşılıyorum fekat (!). Ağca’nın Korkut Eken’den nesi eksik? Kendilerini maaile ağırlamak için sıraya girmiş bin aileden bir teki bile cezaevinin önüne bir helikopter indiremedi ya, aşkolsun demek isterim.
Sorarım size, kapıya şöyle en afillisinden bir helikopter çekselerdi, 25 yıl önceki sorgulanması sırasında, İtalyanca çeviriyi gerçekleştiren Korcan Karar, kendini pervanenin önüne "Hey Ağca, ben Karar, hatırladın mı, Korcan Karar" diyerek atmaya cesaret edebilir miydi?
Time’a kapak olmuş anlı şanlı katilimizi gazeteci tayfasıyla muhatap olmak zorunda bırakanlar utansın. Bu ayıp da onlara kapak olsun.
Değişerek gelişim yollarında şahsen benim cephede de değişik bir şey yok.
NUMARALAR KAYBOLDU İFLAS ETTİM
Benim Lassie, yani defalarca kaybolup ne hikmetse geri dönmüş olan cep telefonum, bu kez gitti gider. Çanta da gitmişti ama bu bayramın Lassie’si o çıktı. Kimlik mimlik, geri döndü; şükür...
Şimdi ay başına kadar, bir arkadaşımın eski telefonuyla idare edip ay başında kaybolan telefonun aynısından almayı hedefliyorum. Sersemliğe Rahşan affı çıkmıyor maalesef. Ben de aptallığın ve şımarıklığın bedellerini en ağır şekilde ödüyorum. Eski telefonum, üstün gayretlerime rağmen kaybolmuyor diye fazla güvenmişim. Telefonumda kayıtlı numaraları, sağlam kazığa bağlamamışım. Bir gazetecinin en büyük serveti, rehberideki telefon numaralarıdır malûm. O anlamda iflas etmiş vaziyetteyim.
Bu yazıyı okuyan tanıdıklardan, insafa gelip, bir telefon edip, numaralarını vermelerini rica ediyorum.
İki gözüm önüme aksın ki ben de değişerek gelişeceğim. O numaraları, evde, kilit altında tuttuğum bir deftere, ayrıca not edeceğim.
Memedali’cim Mesih’çim, sen de ara, iki çift laf ederiz. Çıkışta ilk kimin elini öpmeye ya da kime elini öptürmeye gittin, merakımdan çatlayacağım. O hangi şanslı binin biri, kestane kebap, acele cevap bekliyorum.
Ne bayrammış be; hayat bizi fena öptü. RRRÖÖÖHHH!!!