Ne zaman adı geçse aynı şeyi söylerim. Zannımca Levent Kırca'nın meslek hayatı boyunca patlattığı yegáne kalifiye ‘‘espri’’, geçtiğimiz yıllarda girdiği ‘‘ölüm orucu’’ydu.
Hatırlayacaksınız, programının bir bölümü yüzünden kanal kapatma cezası veren RTÜK'ü protesto etmek için, bir sabah kahvaltısından sonra ölüm orucuna girdiğini açıklamış, öğlen yemeğine beş kala da ‘‘halkın ısrarları’’ sonucu, bu kararından vazgeçmişti Kırca...
Eksik olmasın, sayesinde epey gülmüştük...
Gerçi karı-koca kavgalarını sergilemek için basın toplantısı düzenlediklerinde, medya şehadetinde boşanacaklarını açıkladıklarında da az gülmemiştik ama yine de ben o şerrrefli ‘‘eylem’’in üzerine gül, şaka, parodi falan koklamam yani...
Markası Halk olan gofretlerin reklamını yapmak için seçilen isim olmasına şaşmamalı Kırca'nın yani... Böyle de halkına kurban, mütevazı biridir yani...
Dilerseniz, Kırca'nın ne denli mütevazı bir ‘‘halk adamı’’ olduğunun altını çizmek için, eski bir röportajında söylediklerinden birebir alıntılayalım: ‘‘Halk olmak, mütevazı yaşamayı gerektirir. Tevazu benim için esastır. Çocuklukta yaşadıklarımdan dolayı bugün çok yaratıcıyım. Yazı dilim çok kuvvetlidir. İlkokuldayken kompozisyon yarışmalarında hep birinci olurdum. 'Olacak O Kadar' 15 yıldır bir numara. Guinness Rekorları'na girecek bir tarih bu. Türkiye'nin en eski şöhretlerinden biriyim. O yıllardaki şöhretim hiç eksilmedi. Ben bu ülkede hep ilkleri yaptım ve zora karşı savaştım. Türkiye'ye mizahı yerleştirdim. Polisi ve askeri hicvetmek, sosyal sorunlardan bahsetmek benim sayemde mümkün oldu. Kimse bilmez ama depremden hemen sonra İzmit Yuvacık bölgesine 800 kişilik bir ilkokul yaptırdık. Benden geriye bu kalsın. Tevazuyu asla elden bırakmadım. Halkın tam bir velinimetim olduğunu düşünüyorum. Bu ülkenin toprağı nasıl Nazım Hikmet'i, Aziz Nesin'i, Yaşar Kemal'i, Aşık Veysel'i yarattıysa, beni de öyle var etti.’’
Takdir edersiniz ki, böyle bir tevazu görülmemiştir.
Levent Kırca, geçenlerde eksik olmasın, yine halkın gönlüne taht kurmuş bir sanatçımız olan Seda Sayan'ın sabah programına katıldı málûm...
Orada da ‘‘espri anlayışını’’ konuşturmaktan geri durmadı; şahane belágatını biz gariban halkla paylaştı; yine eksik olmasın:
S.S.: Levent Abi, devamlı göğüslerime bakıyorsun. Abimsin diye bir şey demiyorum.
L.K.: Bakılmayacak gibi değil ki, hepsi ortada... İster istemez gözüm kayıyor.
S.S.: Güzel olmuş değil mi? Biraz küçüldüler.
L.K.: İyi olmuş, iyi...
S.S.: Abi, sen hiç Oya Abla'ya el kaldırdın mı?
L.K.: Evet, sadece el kaldırmadım!
Haydi hep beraber gülüyoruz: Ehehehehe...
Ünsal Oskay
Milliyet gazetesinin Can Dündar'ın yönetimindeki popüler kültür eki Popüler Kültür yayınlandı. Hararetle tavsiye edilir. Tamamen subjektif bir perspektifle, en hoş taraflarından biri, sayfalar arasında Ünsal Oskay'ı görmekti. ‘‘Bir Söyle Bin İşit’’ başlığı altındaki, stabil olacağını tahmin ettiğimiz bölümün ilk konusu, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ‘‘bıçkın’’ tabiatı... Ünsal Oskay, bir álemdir; alláme-i cihandır... Türkiye'nin en yetkin sosyologlarındandır. Saz elindeyken lafa Burçin Orhon'un elmacık kemiklerinden girer, Gogol'ün ‘‘Ölü Canlar’’ından çıkar; sanayi devriminden devam eder, futbol geyiğine bağlar... Marmara Üniversitesi'ndeki üç saati bulan blok derslerini ağzı açık bir şekilde izleyebilmek adına, bırakmış olduğu fakültedeki derslerini dışarıdan takip etmiş biri olarak söylüyorum: Ünsal Oskay, ‘‘Bilen Bey’’dir. Erdoğan'ın bıçkınlığı üzerine Oskay'ın yaptığı tahlillerden küçük bir kısma buyrun: ‘‘Erdoğan, ABD Başkanı'yla yan yana geldiğinde bıçkınlık filan yapamıyor çünkü yanında onun bıçkınlığını nakseden bir şey var. En bıçkın edayı takınsa bile bu bir parodi olur. Erdoğan'ın bıçkınlığı YÖK üyeleri ile rektörlere bağırıp çağırdığında, kendi taraftarlarının hoşuna gidiyor. Ne de olsa bu 'itilip kakılmış' insanlar yıllardan beri bu dünyada kendilerine bir yer kapmaya çalışıyorlar. Başarılı da oluyorlar. Kayseri'de soba yapan emayeye geçiyor, bir diğeri bakkal dükkanından lahmacun zinciri kuruyor. İbrahim Tatlıses, dün ameleyken, bugün her şeyin patronu. Kalbimizin de...’’
Hababam debabam çirkef
Allah bari ‘‘Neşeli Günler’’ serisini korusun; Adile Naşit yattığı yerde rahat uyusun! Haberi almışsınızdır: Aylar-yıllardır spekülasyon konusu olan, her an çekimlerine başlanması beklenen Hababam Sınıfı'nın yeni versiyonu ‘‘Hababam Sınıfı Forevır’’ın akıbeti, (Forevır'a dikkat çekmeye gerek var mıdır? Sormayın, espri, paçalardan akıyor!) yapımcı Ferdi Eğilmez (Peki soyadına dikkat çekmeye gerek var mıdır?) ile eski sınıfın ‘‘Damat Ferit'i Tarık Akan'ın arasında çıkan bir tartışmadan dolayı yine muallakta... Rıfat Ilgaz, Hababam Sınıfı'nı ‘‘başına musallat olmuş bir lánet’’ addederken belki de haklıdır. Düşünsenize, sen otur ömrünü koskoca bir külliyat döşenmekle geçir; sonra da adın en çok bir ‘‘haylaz’’ film serisiyle anılsın... Neyse... Şimdi de olan şu... Tarık Akan demiş ki: ‘‘Böylesine klasikleşmiş bir filmi ikinci kez çekmek yanlış. Amaç sadece para kazanmak ama para her şey demek değildir.’’ Akan'ı ‘‘yaşlandığı için gereksiz açıklamalar yapmakla suçlayan’’ Eğilmez de iddia ediyor ki: ‘‘Film için kendisine de rol teklif ettim. Çok yüksek ücret istedi ve 'Tarkan gibi popüler bir isim olursa oynarım' gibi garip isteklerde bulundu. Bizi çekemediğinden böyle konuşuyor.’’ Bense ağlamak istiyorum. Yok mudur bizim kuşak için nispeten ‘‘masum’’ kalabilecek herhangi bir hikáye? Söz ne ara bitti? Bu ‘‘cover’’ modası yüzünden mundar olmayacak, pespaye, çirkef bir laf dalaşı sonucu beter olmayacak bir kemik yok mudur?
Alem buysa kral Sergen
Bizim literatür sever ya hani ‘‘Türkiye'nin Madonna'sı’’, ‘‘Yerli Larry King’’ geyiklerini... Her şeyi ve herkesi ille ki birine ya da bir şeye benzetir; dışarlıklı bir benzeri yoksa da hiçbir şeye benzetemez ve bu konuda fena ‘‘benzetir...’’ Mustafa Sandal, yerli Enrique Iglesias'dır; Nez, yerli Shakira'dır... İyi o zaman; álem buysa, Sergen de yerli Maradona'dır! Ya da ne bileyim; futbolun Amadeus Mozart'ıdır... Varsa başka bir teşbihiniz, alalım?.. Fakat, bugüne bugün, ister ganyan mevzuları olsun, ister hál-i hazırda üç gece kulübüne sahip olması; hovardalığı ve zamparalığı; sayısız sefer meslek hayatının bitmişliğine dair kanaate varılmış, üzerine sayısız ahkám kesilmiş bir ‘‘orijinal kabiliyet’’ olarak geçtiğimiz hafta Sergen Yalçın, yine o málûm tabirle ‘‘klasını konuşturdu’. O göbek ve o yetenek, soluğu yettiğince konuşsun isteriz...