Emel Müftüoğlu’nu severim. Uzaktan yani; yoksa tanımam etmem, yanlış anlaşılmasın.
Emel Müftüoğlu’nu uzaktan uzaktan hep sevmişimdir. Her şeyin başında kasmayan bir insan olduğu için... Kendisiyle dalga geçme becerisini haiz bir insan olduğu için. Onu sırf kendisiyle ilgili ‘Emel Müftüoğlu yüreğiyle yaşayan bir insandır. Emel Müftüoğlu’nun olayı samimiyettir’ benzeri cümleler kurmadığı için bile ömrümün sonuna kadar sevebilirim.
Bir de kendisine, ilkgençlik dönemlerimin; rutin gece çıkmaları için ‘izin aldın-alamadın’ durumlarından yırtmaya başladığımız ve kendimizi bir heves ‘havalı’ laylaylom mekánlara attığımız o demlerin, ‘fonda şarkı söyleyen kadını’ olduğundan dolayı için için muhabbet beslerim.
PARLAK YILDIZLARDIK
Lisede olduğum dönemin son yıllarında, Çeşme’de, Mask’ta sahneye çıkardı Emel Müftüoğlu.
‘Beğendiğim çocuk ha şimdi geldi ha şimdi gelecek’ kıpırtısıyla bir gözümüz kapıda, ‘Ne beğendiğim çocuğu be; resmen aşığım; hassstayımmm ulleeennn!’ kanırtılarıyla bir gözümüz ve iki kulağımız sahnede, ortaya karışık Türk şarkılarıyla platonik platonik hayaller kurardık.
Evet efen’im, biz de bir zamanlar çocuklardık ve hem de nasssıl parlak yıldızlardık...
O zaman...
Emel Müftüğolu, İzmir’den İstanbul’a göçeli, şöhret kazanalı, ekürisi Erdal’dan ayrılalı epey bir süre olmuştu. Yine de o zamanlar sek ‘Emel’ diye tanınırdı. Gerçi hálá da biraz öyle değil mi?
Yani kendini ortamlara ‘Biz seni şu kadarcıktan biliriz’ hissiyatı yaratan o ‘Bana kısaca ilk adımla hitap edin’ şekliyle atan şöhretlerimiz, kılı-tüyü ağardığında bile yine bizim kız-oğlan olarak kalıyor sanki.
Ne bileyim, Tarkan sonsuza kadar Tarkan’dır; soyadının Tevetoğlu olduğunu bilmemiz bir şey değiştirmez.
Ya da meselá Emrah’ın soyadını bile bilmeyiz. Hatta kendisinin kır saçlarına rağmen kimi zaman Küçük Emrah şeklinde anılmasını bile garipsemeyiz.
KISACA EMEL
Neyse işte, işbu yazıda da Emel Müftüoğlu, Emel şeklinde anılacaktır. Babamın kızı olduğundan değil ama bir yanıyla sırf Emel olduğundan, hatta olabildiğinden...
Emel, Sezen Aksu’nun prodüktörlüğünü üstlendiği son albümü Çok Ayıp’a adını veren Sezen Aksu şarkısı Çok Ayıp’ın Süleyman Yüksel tarafından çekilmiş klibiyle tüm müzik kanallarında boy gösteriyor bu aralar málûmunuz.
Haberleri ve röportajları da çıkıyor patır patır her yerde: Emel’in ettiği her duanın ardından bir de Allah’a -bu albüm için kendisine sekiz şarkı vermiş olan- Sezen’i tanıma şansını kendisine bahşettiği için şükrettiğini...
Kızı Çağrı’nın kendisine bilgisayarda yeni yabancı klipleri izletmesinin, kendisinde ‘Biz klip çekmeyelim yani, ayıptır’ şeklinde bir utanç duygusu yarattığını...
Bunun haricinde elimizde ne var? Klip hakikaten de bir Hollywood prodüksiyonu değil neticede ama fena taklit etmiyor, o da ayrı...
CİCİ DEMİŞKEN...
Sezen Aksu hınzırlığı taşıyan sözler ve bigudilerle uzanmış bir ekábir Emel, ‘Umrumda mı dünya’ tavırlarıyla Tayni (Tiny) kılıklı bir köpeğe jambon mambon yediriyor.
Sonracığıma, bir yıldız edasıyla -ve tabii kılık kıyafetiyle- devasa bir EMEL’ yazısının önünde, etrafında dansçılarla şarkısını söylüyor.
Ben diyeyim Marilyn Monroe’nun ‘Diamonds are a Girl’s Bestfriend’i siz deyin Madonna’nın ‘Material Girl’ünü çağrıştırıyor. (Ki Madonna’nınki de tıpıtıpına Marilyn’e göndermedir zaten.)
Cici bir şey yani. (Cici demişken, Emel Hanım’dan özel bir istirhamım olacak: Allah kitap aşkına şu dakka başı taklidini yaptığınız tavşankulaklı ve önlüklü küçük kız çocuğunu şöyle bin yıllık bir teneffüse çıkarmanız mümkün müdür? Hatta siz onu iyisi mi eline belgesini tutuşturup annesinin evine yollayın. Annesi de onu hiç çıkmamak üzere odasına filan kapatsın.)
Şarkı deseniz bir Sezen Aksu klásiği:
‘Kulağıma geliyor, atıp tutuyorsun, / İleri geri konuşuyorsun aleyhimde. / Çok ayıp, çok ayıp. / Kendini ele veriyorsun, / Güvenini kaybediyorsun insanların / Her şeyi sayıp, bir bir sayıp. / Bu bizim özelimiz utanmıyor musun hiç? / Alıp başını giden kim? / Sözünden cayıp ha cayıp...’
Valla içimizde, Sezen Aksu’nun bu sözleri bilhassa Emel için yazdığına ve çok ayıp eden zatın da ‘katula katula’ vır vır vır konuşan biri olduğuna dair gaipten bir his var ama ben dedikodudan hiç mi hiç hazzetmeyen bir hanımefendi sanatçı, pardon gazeteci olduğum için kim olduğunu felan (!) hiç sormayın.
LOKUM GİBİ ALBÜM
Her şey bir yana, Çok Ayıp, lokum gibi bir albüm. Bir sonraki klibin, muhtemelen ömrüm boyunca kurtulamayacağım o Mask’taki sersem kızın hissiyatıyla, yine ömrüm boyunca severek dinleyeceğim Alper Narman ve Fettah Can şarkısı Ara’ya çekileceğini umuyorum.
İlle ki festival filmi kalibresinde bir klip olması gerekmiyor canım.
Maksat muhabbet olsun, içimizdeki çocuğun (İç ses kendi sorup kendi yanıtlar: Bu klişe kusturur mu, kusturur.) gönlü hoş olsun.
Ciğerimden dilerim; önümüzdeki yıl hepimiz için güzel bir şarkı gibi olsun.