20 Mart 2003
BENİM sizden öğrenmek istediğim; romatizma testlerinden olan ASO (antistreptolizin) değerinin yüksek olma sebeplerinin, yan etkilerinin ve kandaki değerinin, aylık olarak yapılan iğnelerin dışında doğal yollardan normal düzeye düşürülme şansının olup olmadığı. Bende ASO, 400-500 civarında çıkıyor, CRP ve RF testleri normal. Penadur iğnesi yaptırınca değer normal oluyor, bırakınca tekrar yükseliyor. Ayrıca tüm kan ve idrar testlerim normal çıkıyor.
K.KARAKAŞ/İSTANBUL
KISACA ASO denilen antistreptolizin tahlili, üst solunum yolu ve özellikle bademcikler civarına yerleşen streptokok cinsi mikroplarla ilgili bilgi verir. Bu tahlilin yükselmesi, üst solunum yolunda bu tür bir mikropla enfeksiyon geçirildiğini gösterir. Bu mikropla geçirilen enfeksiyonlardan sonra bazen, akut ateşli eklem romatizması, akut glomerulonefrit denilen böbrekte iltihaplanma ya da romatizmal kardit de denilen, romatizmanın kalpte iltihaplanma yapması durumları ortaya çıkabilir. Bu hastalıklar zamanında tedavi edilemezse kalıcı bazı sorunlara yol açabilir.
Bu tahlilin yüksek çıkması, streptokok enfeksiyonunun geçirilmiş olduğunu göstermekten daha öte bir anlam taşımaz. Yani sadece bu tahlilin yüksek bulunması, vücutta bir romatizma bulunduğunun kanıtı değildir.
Bu tahlilin yüksek olduğu durumlarda romatizma ataklarını önleyebilmek için, üst solunum yoluna yerleşen mikropları ortadan kaldırmak gerekiyor. Bu mikroplara karşı en etkili antibiyotiklerden biri, penisilindir. Penisilin, ucuz da olduğu için öncelikle tercih edilen ilaç olmaktadır. Penisilinin kullanılamayacağı durumlarda -örneğin penisilin alerjisi- başka antibiyotikler de kullanılabilir. Antibiyotik kullanılmaması halinde de zaman içinde ASO değeri kendiliğinden düşebilir; ancak burada önemli olan ASO'nun düşmesi değil, yükselmemesini sağlamaktır. Yani ara sıra tahlil yaptırıp yüksek bulunca ilaç kullanmak önemli değildir. Önemli olan periyodik olarak ilaç kullanıp, örneğin aylık depo-penisiln uygulamalarıyla streptokok enfeksiyonu oluşmasını önlemektir. Çünkü hangi enfeksiyonun arkasından romatizma atağı olacağını önceden bilmek mümkün değildir; önlem almak gerekir.
Yazının Devamını Oku 19 Mart 2003
<B>G.ALPAN/İSTANBUL<br><br>SOL </B>testisinizin üstünde yumak tarzında hissettiğiniz şişlik, tıp dilinde varikosel olarak adlandırılan testis toplardamarlarının varisleşmesi olayıdır. Varikosel çok ileri derecede ise testisin, sperm hücresi üretme yeteneğini olumsuz yönde etkileyerek kısırlığa neden olabilir. Ancak bu arada kısırlık ile cinsel güçsüzlüğün ayrı şeyler olduğunu da hatırlatmak istiyorum. Bir insan kısır olmasına, yani eşini hamile bırakacak durumda olmamasına rağmen çok başarılı bir cinsel yaşam sürebilir. Bu bilgiyi halk arasında zaman zaman ortaya çıkan karışıklıklar nedeniyle ekledim.
Siz, bir ürolji uzmanına başvurarak muayene olun, Doktor muhtemelen spermiogram tahlili yaptıracaktır. Eğer tahlil normal çıkarsa, varikoseli hiç sorun etmeyin. Eğer sperm sayı ve kalitesinde düşüklük varsa, doktor bu durumu bir ameliyatla düzeltmeyi önerecektir.
İlaç, cinsel gücü etkiler mi?
K.ASLI./ANKARA
KALP hastalığınızı tedavi amacıyla kullanılan ilaçların cinsel güçle ilgili bir sorun yaratması söz konusu değil. Yüksek tansiyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar ile hem yüksek tansiyon hem de bazı tür kalp hastalıklarının tedavisinde kullanılan beta bloker grubu ilaçlar bazen cinsel güç azalması yapsa da sizin ilaçlarınızın arasında bu gruptan bir ilaç yok.
Ensülin tedavisi gerekir
D.DEMİRCAN/İSTANBUL
16 yaş gibi çok genç bir dönemde başlayan şeker hastalığı, tıp dilinde Tip 1 diyabet olarak adlandırılır. Juvenil diyabet olarak da anılan bu hastalıkta vücudun kendi ensülinini yeterli miktarda üretme yeteneği bulunmaz. Bu nedenle mutlaka dışarıdan ensülin kullanılması gerekir. Sizde uygun tedaviye geçilmesinde gecikildiği için, şeker hastalığının kontrol altında tutulmadığı zamanlarda ortaya çıkabilen sorunlar belirmeye başlamış.
Tip 1 diyabet, çok daha titiz takibi gerektirir. Ensülin dozları çok iyi belirlenmeli, iğne yapılan yerler sürekli değiştirilmeli, ilacın tazeliği ve saklama koşulları sıkı takip edilmeli, hastalığın neden olabileceği ek sorunlar belirli aralıklarla kontrol edilmeli, yemek miktarları ve zamanı çok düzenli olmalıdır.
Bu konuda hizmet vermekte olan klinikler ve derneklerle bağlantıda kalmakta yarar var.
Yazının Devamını Oku 18 Mart 2003
33 yaşında bir bayanım. Yaklaşık 3 ay önce sol göğsümün sol kenarında sanki bir yara varmış gibi, dokundukça bana acı veren sızılar oluşmaya başladı. Bu sızılar ádet döneminden 15 gün önce başlıyor, gün yaklaştıkça artıyor, kanama başlayınca kayboluyor. Bu sızı başlamadan önce göğsümün ucundan az miktarda bir sıvı gelmişti.
Ben dokuz yıllık evliyim, altı yaşında bir kızım var. Kızımı 2 yıl emzirmiştim. Ádet periyodum düzenli, 21 günde bir oluyorum. Altı yıldır korunmuyorum. İlişki dönemlerini yumurtlama günlerine getirmemeye dikkat ediyorum.
A.KORKUT/İSTANBUL
GEBELİKTEN korunmada ‘‘gün saymak’’ çoğu zaman geçerli olan bir yöntem. İki ádet kanamasının başlangıçları arasında geçen sürenin ortasına rastlayan gün genellikle yumurtlama olur. Bu günlerde ilişki ile gebe kalınır. Ancak bu yöntemin kesin güvenilir olmamasının nedeni, ádet düzeninde aksama olması ihtimalidir. Büyük bir stres ya da herhangi bir hastalık oluşması halinde, yumurtlama günü gecikebilir. Bu bilinemeyeceği için güvenli sayılan günlere gelindiği sanılarak ilişki kurulursa gebelik oluşabilir.
Siz 21 gün arayla ádet gördüğünüzü belirtiyorsunuz. Aslında bu sık rastlanan bir süre değil. Bu süre genellikle 28 gün civarındadır. Eğer siz bir ádet kanamasının bitimi ile diğerinin başlaması arasındaki süreyi sayıyorsanız, yanlış yapıyorsunuz. Ádet kanamasının süresine bağlı olmaksızın, iki ádet kanamasının başlangıçları arasında geçen süreyi dikkate almak gerekiyor. Eğer bu süre 21 gün ise de normal olarak kabul edilebilir. Benim özellikle dikkat çekmek istediğim konu, bu sürelere bakarak doğum kontrolü uyguladığınız için yanlışa düşmenizi önlemektir.
Sizin esas şikáyetiniz olan ağrıya gelince; bunun ádet düzeniyle ilgisinin olması, meme dokusuna bağlı olduğunu gösteriyor. Hormonların artışına bağlı olarak dokularda gerginlik artması, ağrınızı ya da sizin tarifinizle sızınızı artırıyor. Bu durum genellikle meme dokusunda fibrokistik bir yapı bulunması halinde ortaya çıkar. Tehlikeli bir durum değildir. Kesin olarak teşhisi için mamografi denilen meme röntgenini çektirmek gerekir.
Öte yandan ağrılarınızın ortaya çıkmasından önce meme ucundan akıntı gelmesi, prolaktin adı verilen süt salgılatıcı hormonun artmasını düşündürür. Eğer bu hormon belirli bir düzeyin üzerine çıkarsa, ádetlerde aksamalar ya da ádetlerin tümden durması (amenore) görülebilir. Bu hormonun da kandaki düzeyinin belirlenmesini sağlamalısınız. Eğer artma varsa, gebelik oluşmuş ve emzirmeye hazırlanıyormuşsunuz gibi meme dokusunda süt salgılatıcı kanallar gelişir.
Bu yöndeki tetkikin en doğru yolu, bir cerraha başvurarak, onun yönlendirmeleri doğrultusunda hareket etmektir.
Yazının Devamını Oku 17 Mart 2003
K.Nurdemir/İZMİR<br><br><B>RAHİM </B>ağzı kanseri ile rahim iç çeperinin kanseri, farklı farklı hastalıklardır. Rahim ağzı kanseri tıp dilinde serviks kanseri olarak, rahim içinin kanseri ise endometrium kanseri olarak adlandırılır. Pap test ya da vajinal smear olarak adlandırılan test özellikle serviks kanseri açısından duyarlıdır. Endometrium kanserinde ise başarı oranı %50 civarındadır.
Kanserlerin teşhisi ve takibinde kan tahlillerinin kullanılması, tümör markerleri denilen bazı tahlil yöntemleriyle mümkün olabilmiştir. Ancak bu sonuçları tek başına değerlendirmek bazen yanıltıcı olabilir. Sonuçların diğer teşhis yöntemleriyle doğrulanması gerekir.
Siz, doğrudan bir laboratuara başvurmak yerine, kadın hastalıkları uzmanı bir doktorla görüşüp, tetkikleri onun yönlendirmesine göre sürdürürseniz daha yararlı olacaktır.
Karın ağrım geçmiyor
M.Aygen/ANKARA
SİNDİRİM sistemi ile ilgili olarak tüm tetkiklerin yapılıp normal bulunması, ishal ve karın ağrısı şikáyetlerinizin daha çok irritabl kolon, halk arasındaki söylenişiyle sinirsel bağırsak hastalığı olması ihtimalinin daha fazla olduğunu gösteriyor. Soğuk, karın ağrısını arttırıcı yönde rol oynarsa da, tek başına bu şikáyetlere neden olmaz.
Hemoroid tedavisinde en etkili yöntem ameliyattır. Eğer ilaç tedavisi ile sonuç alınabilecek düzeyi geçmişse, bir cerraha başvurarak ameliyat olmanızı tavsiye ederim.
Yazının Devamını Oku 14 Mart 2003
<B>HER </B>yıl 14 Mart tarihi Tıp Bayramı olarak kutlanmaktadır. Bu tarihin seçilmesindeki neden, ülkemizde Batılı anlamdaki ilk tıp okulu olan Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire'nin 14 Mart 1827'de İstanbul Şehzadebaşı'ndaki Tulumbacıbaşı konağında açılmış olmasıdır. Sultan III. Selim zamanında başlatılan ve II. Mahmud zamanında devam eden orduyu ve eğitim kuruluşlarını modernleştirme çabaları arasında modern tıp eğitim hastanesi ve ardından da bugünkü tıp fakültelerinin temelini oluşturan Tıbhane ve Cerrahhane kurulmuş.
Bu tarih I. Dünya Savaşı yıllarında işgal altındaki İstanbul'da tıbbiyelilerin tepkisini dile getirme aracı olarak kullanılmış.
1976'dan bu yana da tabip odaları, bu günü içine alan haftayı ‘‘Sağlık Haftası’’ olarak sağlık alanındaki güncel sorunlar ve hekimlerin taleplerini toplum gündemine getirmek amacıyla değerlendirmektedir.
GÜNÜMÜZDE TÜRK TIBBI
Tıp bilimi, dünya üzerinde en hızlı gelişen bilim dalları arasında yer alıyor. Ülkemizde de bazı örneklere baktığımızda gurur verici gelişmeleri görüyoruz. Ama toplumun geneline bakıldığında karamsar olmamak mümkün değil. Genel sağlık sigortası, aile hekimliği uygulamaları ve yataklı tedavi kurumlarının işletmeler haline dönüştürülmesi gibi konuları paket halinde kapsayan ‘‘Sağlık Reformu’’ 1992 yılından beri bekletiliyor. IMF gibi kurumların dayatmaları ile sağlıktan tasarruf önlemleri giderek artıyor. Kamu sağlık kuruluşlarında hizmet kalitesi giderek düşüyor. ‘‘Ucuz ilaç’’, ‘‘ucuz sağlık malzemesi’’, ‘‘ucuz işgücü’’ politikaları herkesin sağlığını tehdit eder hale geldi.
Özellikle kamu sağlık kurumlarındaki hastalar kadar buradaki hekimler de mutsuz.
6 yıllık yüksekokul mezunu bir hekim 763 milyon lira maaşla işe başlarken, lise mezunu polis 741 milyon, 4 yıllık yüksekokul mezunu kaymakam 920 milyon, hákim ise 916 milyon lira aylıkla göreve başlıyor.
TÜKENME SENDROMU
Yapılan araştırmalar, ülkemizdeki hekimler arasında ‘‘tükenme sendromu’’ olarak tanımlanan durumun yaygın olduğunu gösteriyor.
Tükenmişliğin çok sayıdaki belirtilerinin arasından bazıları; sürekli yorgunluk, bitkinlik hissi, uyku bozuklukları, kalp hastalığı sıklığının artması, çabuk öfkelenme, hevesin kırılması, konsantrasyon güçlüğü, kolay sinirlenme, hastayla ilişkiyi erteleme, hastaları insandan çok nesne gibi görme, yaratıcılığın kaybı, içe kapanma, aile içi çatışmaların sıklığı şeklinde kendini gösteriyor.
Uzman hekimler arasında yapılan araştırma, yüzde 88 gibi bir çoğunluğun, aldığı ücretin yaşam standardını karşılamadığı görüşünde olduğunu gösteriyor. Mesleki doyum açısından yüksek doyum oranı yüzde 4 gibi çok düşük bir düzeyde. Uzman hekimlerin yüzde 56.3'lük oranı en azından zaman zaman meslek seçimlerinin uygun olmadığını düşünüyor. Pratisyen hekimler arasında bu oran yüzde 80'lere varabiliyor. Oysa Danimarka'daki pratisyen hekimlerin yüzde 80'i tekrar meslek seçmek gerekse yine bu mesleği seçeceğini söylüyor.
Sağlık hizmeti gibi ‘‘olmazsa olmaz’’ bir konuda, hem hizmeti alan hem de hizmeti veren mutsuzsa, bu ülkeyi yönetmeye talip olanların acilen bir şey yapmaları gerekmiyor mu?
Diğer 14 Mart'larda daha mutlu konular yazabilme dileğiyle Tıp Bayramı'nı kutlarım.
Yazının Devamını Oku 13 Mart 2003
<B>DÜNKÜ </B>yazımda ne olduğunu tanıttığım lazer, tıbbın çeşitli alanlarında kullanılmaktadır.Deri ve plastik cerrahi: Lazerin en yoğun kullanıldığı alanlardan biri deri hastalıklarıdır. Doğumsal lekelerin, istenmeyen kılların, bazı tür benlerin, ciltte görünen kılcal damarların, kırışıklıkların giderilmesi gibi alanlarda sıklıkla kullanılıyor. Dövmelerin yok edilmesinde de en etkin yöntem, lazer. Cilt kanserlerinin bazı türlerinde de lazerden yararlanılıyor.
Göz: Göz hastalıkları alanında lazerin ilk kullanımı, özellikle şeker hastalarında görülen göz dibi damar hasarlarında görülen kanamaların kontrol altına alınmasında olmuştur. Daha sonra glokom (göz tansiyonu) tedavisinde ve görme bozukluklarında gözlükten kurtulmada yararlanılmaya başlandı.
Sindirim sistemi: Lazer özellikle yemek borusu ya da kalınbağırsağı tıkayan tümörlerin giderilmesi ya da küçültülmesinde kullanılmaktadır.
Kadın hastalıkları: Rahim ağzı ve dış cinsel organlardaki prekanseröz (kansere dönüşebilir) sorunların giderilmesinde, rahim iç çeperinin rahim dışında gelişmesi durumu (endometriosis) ve tüpleri tıkayan miyomların giderilmesi gibi durumlarda lazerden faydalanılıyor.
Üroloji: İdrar yolunun tüm tümörlerinde, genital siğillerin giderilmesinde, böbrek taşlarının kırılmasında, büyümüş prostatın tedavisinde kullanılıyor.
Kardiyoloji: By-pass veya anjiyoplasti (balonla açma) gibi işlemlerin uygulanamayacağı ileri dereceli koroner hastalıklarında kalp kasında delikler açarak yeni damarların oluşturulması işleminde lazerden yararlanılıyor. Ayrıca büyük damarları tıkayan damar sertliklerinde de lazerin kullanımı üzerine çalışmalar yapılmaktadır.
Diş hekimliği: Diş çürüklerinin temizlenmesi ve diş eti hastalıklarının ve bazı ağız içi tümörlerinin tedavisinde lazer kullanılabiliyor.
Beyin cerrahisi: Beyin ve omurilik tümörlerinin çıkarılmasında lazer kullanılıyor.
KBB: Ses telleri üzerindekiler de dahil olmak üzere bazı tümörlerin çıkarılması ve horlamayı giderici ameliyatlarda yararlanılıyor.
Ortopedi: Özellikle bel fıtığı ameliyatlarında küçük bir alandan girilerek fıtığın buharlaştırılması işleminde lazer kullanılıyor. Ayrıca diz ve omuz eklemi bağlarıyla ilgili ameliyatlarda da lazerden faydalanılıyor.
DİKKAT
Uzmanlar lazerde büyük bir enerji bulunduğunu ve dikkatle uygulanması gerektiğini söylüyorlar. Bu nedenle kullanmasını iyi bilen kişilerin elinde olması gerektiği belirtiliyor.
Halkın da bunun bir mucize olmadığını, birçok olayda klasik yöntemlerin kullanılmasının çok daha doğru olduğunu bilmesi gerekiyor. Ayrıca lazerle yapılan ameliyatların, risksiz, ağrısız, iz bırakmayan türde olduğu yolundaki kanaatin yanlış olduğu da belirtiliyor.
Yazımın başında da belirttiğim gibi, ameliyat sırasında hangi yöntemi kullanmanın daha doğru olacağına, ameliyatı yapan cerrah karar vermelidir.
Yazının Devamını Oku 12 Mart 2003
<B>TEKNOLOJİYİ </B>çok kolay benimseyen bir toplumuz. Bunun örnekleri her yerde görülüyor. Ben, cerrahide lazerin kullanımı konusuna değinmek istiyorum. Son zamanlarda, ameliyat sözcüğü gündeme geldiğinde herkes bunun lazerle yapılıp yapılmayacağını soruyor. Sanıyorum herkes bundan mucize bekliyor. Yeni bir teknoloji olması nedeniyle bazı koşullarda avantajlarının bulunması doğaldır, ama bilinmesi gereken şey, lazerin her alanda kullanılamayacağıdır. Ayrıca ameliyatlardaki başarının lazere bağlı olmayıp, ameliyatı yapan cerraha bağlı olduğunu da unutmamak gerekir. Böyle olunca ameliyatta kullanılacak tekniğin seçimi, ameliyatı yapacak cerrahın tercihine kalmalıdır.
LAZER NEDİR?
Belki de ‘‘laz’’ları çok sevdiğimiz için Türkçe'de lazer diye kullandığımız bu teknolojinin gerçek ismi ‘‘laser’’dir. Laser, bu ışının oluşum teknolojisiyle ilgili kelimelerin İngilizce'sinin (Light Amplification by Stimulated Emmission of Radiation) ilk harflerinden oluşmuş bir kelimedir. Gaz, sıvı ya da katı haldeki çeşitli maddelerin elektrikle uyarılması sonucunda oluşan bir ışındır. Çeşitli maddelerle oluşturulduğu için farklı tipleri vardır ve bunlar da oluşumunda kullanılan maddelerin ismiyle adlandırılır: Argon lazeri, karbondioksit lazeri gibi. Kullanım amacına göre farklı lazer tipleri arasından tercih yapılır.
Cerrahide lazer, dokuları kesme, tümörleri veya yaraları küçültme ya da yok etme, kan damarlarını tıkama gibi işlerde kullanılır. Lazerin temelde yaptığı iş, dokuları buharlaştırmadır. Kesmede kullanılırken, çok ince bir hat boyundaki dokuları buharlaştırdığı için diğer dokular birbirinden ayrılmaktadır. Tüm lazer tipleri ısıtcı ya da yakıcı etkide değildir. Örneğin, göz dibindeki kanayan damarları tıkamak için kullanılan lazerler, gözden hiçbir zarar vermeden geçer ve sadece damarın kapanmasını sağlayacak etki gösterir.
Lazer, bistürinin (neşterin) tam olarak yerini alamadı, ancak kesilen yerlerde çok az kanamaya yol açtığı için ameliyat alanının daha rahat görülmesini sağlamak, ince ve zor alanlarda daha rahat çalışma imkánı sağlamak gibi avantajlarından yararlanılıyor. Lazerle yapılan çoğu amaliyatlarda enfeksiyon riskinin, yara dokusunun ve iyileşme süresinin azlığı gibi avantajlar vardır.
Yarınki yazımda lazerin tıptaki kullanım alanlarını ele alacağım.
Yazının Devamını Oku 11 Mart 2003
<B>BEN genç bir erkeğim. Bekár olduğum için cinsel yaşamımda bazı şüpheli olabilecek ilişkiler oluyor. Acaba bu ilişkilerde AIDS kapmış olabilir miyim? AIDS'e yakalanmışsam ne gibi belirtiler olur.<br><br>Rumuz: ACABA</B> AIDS dünya üzerinde çok ciddi bir salgın olma özelliğini koruyor. Aralarında kuzey komşularımız da olan bazı ülkelerde, AIDS virüsü (HIV) kapan yeni vaka sayısı geçen yıl yüzde 100 gibi korkunç bir artış da gösteriyor. Bu ülkelerden gelenler arasında kaçak fuhuş da çok yaygın olduğu için, AIDS hastalığının ülkemizde de patlama yapmasından korkuluyor.
Hastalığın yayılmasındaki en önemli etken, virüs taşıyıcı olanların uzun yıllar boyunca hiçbir belirti vermeden kalabilmesi. Dışarıdan görülen bir belirti olmadığı için çoğu zaman virüs taşıyıcıları bile kendini sağlıklı sanabiliyor, oysa hastalık etkeni virüsü başkasına bulaştırma ihtimali çok yüksek.
HIV vücuda girdikten bir ila üç hafta kadar sonra soğuk algınlığı ya da grip hastalığındakine benzer belirtiler gösterebiliyor. Bunlar arasında yüksek ateş, boğaz ağrısı, baş ağrısı, kas ve eklem ağrıları, halsizlik, iştahsızlık, lenf düğümlerinde şişme, kilo kaybı, bulantı, kusma, ishal, ağızda ya da vücutta yaralar gibi belirtiler bulunabiliyor. Virüs alan kişilerin yüzde 50-70'inde bu belirtilerin bir kısmı ortaya çıkabiliyor. Ne var ki bu belirtiler aralarında soğuk algınlığının da bulunduğu birçok hastalıkta görülebildiği için, sadece belirtilere bakarak teşhis koymak kolay değil. Kesin teşhis için test yapılması gerekiyor. En yaygın olarak kullanılan testler, Elisa ve Western Blot testleridir.
Virüs vücuda girdikten sonra, yukarıda açıklanan belirtileri gösterse de göstermese de, uzun süre sessiz olarak kalabiliyor. Bu aşamada kişiler sağlıklı olarak görünüyorlar ancak test yapıldığı zaman vücutlarında hastalık etkeni virüsü taşıdıkları belirleniyor. ‘HIV pozitif’ olarak belirtilen bu kişiler hastalığın yayılmasında en büyük etken. Bu kişiler kendileri henüz hasta olmasalar bile hastalığı başkalarına bulaştırabiliyor. Hasta kişilerin kanlarının sağlıklı kişilere nakledilmesi, bu kişilerde kullanılan manikür, döğme, küpe vb. şeyleri takmak için delme işleminde kullanılan aletlerin steril olmaması, bu kişilerle korunmasız cinsel ilişkide bulunulması gibi olaylarla hastalık giderek yayılıyor.
En küçük şüphede bile test yaptırmak en doğru hareket. Hastalığın kesin tedavisi henüz olmasa bile, virüs taşıyıcısı olanlara uygulanacak bazı tedavilerle virüsün yayılma hızını azalatıp hastalığın ortaya çıkışını, yani kişinin ‘‘HIV pozitif’’ durumdan, ‘‘AIDS hastası’’ durumuna geçiş süresini uzatmak, kişiyi uzun yıllar boyunca korumak mümkün olabiliyor. Böylece, tıp dünyasının üzerinde yoğun olarak çalıştığı ve her geçen gün bazı gelişmeler kat ettiği AIDS hastalığının kesin tedavisi bulununcaya kadar sağlıklı kalmak mümkün olabilir.
En küçük bir şüphede bile test yaptırın ve olabildiği kadar fazla önlem alın.
Yazının Devamını Oku