Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren BudayıcıoğluYazarın Tüm Yazıları

Zil çaldı haydi okula

Sevgili okuyucularım

Haberin Devamı

Uzun bir aradan sonra nihayet okullar açılıyor. Umarım öğrencilerimiz ve öğretmenlerimiz bu dönem çok başarılı, çok sağlıklı ve keyifli bir yıl geçirirler.

Bir zamanlar hepimiz çocuktuk. Çocukluğumuz zihnimizin en değerli, en unutulmaz hazinesidir. Yaşlansak da, hatta Alzheimer gibi hafızamızı silen hastalıklardan birine yakalansak, her şeyi unutsak da... Çocukluk anılarımız hep taze kalır. Okulların açılacağını duyunca benim de aklım o günlere gitti, ilkokula başladığım günlere...

Açık kumral, hatta biraz kızıla çalan saçlarımı annem sabah erkenden iki taraftan sıkıca örmüş, uçlarına beyaz kurdeleler bağlamıştı. Siyah önlüğüm, beyaz yakam ve rugan ayakkabılarımı çoktan giymiş, bir hafta önceden hazırladığım çantamı sırtıma takmış, heyecanla babama bakıyordum. O hâlâ hazır değildi. Babam işte... Kırk kere kravatını düzeltmeden, şapkası başına iyi oturmuş mu diye aynada bakıp onu iyice oturtmadan çıkmaz ki evden.

Zil çaldı haydi okula

Haberin Devamı

ZIPLAMAK YASAK MIYDI

Kahvaltı sofrasındaki çayı hâlâ yarım. Son bir yudum daha içip onu yine de yarım bırakarak elini uzatmıştı. “Hadi kızım, gidiyoruz...”

Babaannem son bir kez daha yüzüme okuyup üflemiş, annem sırtımdaki çantayı ve kurdelelerimi düzeltmiş, hayır dualarıyla çıkmıştık evden. Babam, eli elimde, başı dik yürürken benim içimden hep hoplayıp zıplamak geliyordu. Arada bir de bunu yapıyordum zaten. Babam her seferinden avucunda tuttuğu elimi hafifçe sıkarak “Böyle yapma” diyordu bana... Acaba okullu olunca hoplayıp zıplamak yasak mıydı?

Okula geldiğimizde bahçe boştu. Herkes girmişti sınıflarına. Koridorda iki öğretmen konuşarak bize doğru geliyordu. Gözlerim onlardan birine takılmış hatta orada sabitlenmişti. O da bana bakıyordu. Ama ne tatlı bakıyordu bu kadın!

Tam beş yılı Muzaffer öğretmenle beraber yaşayacak, ondan çok şey öğrenecektim ama henüz bunları bilmiyordum.

İlkokul öğretmenlerimiz, kaderimizin oluşmasında anne babalarımızdan sonra gelen, bizi hem bizimle, hem de hayatla tanıştıran kişilerdir. Eğer sizi seven, size değer veren, sık sık “Aferin” diyerek başınızı okşayan, arkadaşlarınızın önünde sizi aşağılamayan hatta gururlandıran, ailelerinize sizi öven bir öğretmenle başladıysanız hayata, sırtınız kolay kolay yere gelmez.

Haberin Devamı

ÇOCUKLAR VE MASALLAR

Altı yaşında bir çocuğun okula ilk başladığı gün ne hissettiğini hadi hep birlikte düşünelim:

O çocuğun bir tek hayatı vardı, o da evi, anne babası, kardeşleri, belki birkaç arkadaşı ve oyuncakları... Şimdilerde buna bir de televizyonlar ve akıllı telefonlar eklendi... Oralarda çizgi filmler seyrediyor, oyunlar oynuyorlar... Onlara masal anlatan da kalmadı. Buna gerek de kalmadı diye düşünüyor anne babalar. Akşama kadar zaten bol bol izliyorlar.

Zil çaldı haydi okula

Ne kadar yanılıyorlar...

NEFES TUTUP DİNLERDİK

Onların çok şanslı olduğunu düşünenler var ama ben öyle düşünmeyenlerdenim. Asıl şanslı olan bizim kuşakmış... Dedeler, nineler olurdu çoğu evde. Benim dedem olmadı ama bize masal anlatan bir babaannem vardı... O masallarda devler, cüceler, peri kızları, cadılar, uzaklar ama çok uzaklardaki köyler, kasabalar, köşkler, saraylar, oralarda yaşayan prensler, prensesler, keloğlanlar, ormanda anneannesine yemek götüren kırmızı başlıklı kızlar vardı.

Haberin Devamı

Babaannemize giderek daha fazla sokularak, adeta nefesimizi tutarak, gözlerimizi kapatıp anlatılanları hayal ederek dinlerdik o masalları.

MASALLARIN ZAMANI

Masalları anlatmanın bile bir zamanı vardı. Ortalık sessizken, mırıl mırıl bir sesle, kuytu bir yerde, iç içe, kucak kucağa anlatılırdı masallar. Şimdiki çocuklar gibi onları bire bir izleyemediğimiz için her şey bizim zihnimizde şekillenir, can bulurdu... Annem gelip her birimizi yatırıp yorganlarımızı örttüğünde, biz o masalların içinde kaybolurken dalardık uykuya.

O masal her birimizin zihninde farklı bir şekle bürünür, burnumuza ormanların, ormandaki ağaçların, çiçeklerin kokusu, kulaklarımıza böceklerin sesi gelirdi. Prensleri, prensesleri, keloğlanları, cadıları zihnimizde biz giydirir, sarayları, küçücük kulübeleri hayalimizde biz döşerdik. Aynı masalı kırk kere dinlesek sıkılmaz, sanki ilk kez dinliyor gibi cevabını bildiğimiz pek çok soru sorardık babaanneme... O anı tekrar tekrar yaşamak isterdi zihnimiz.

Haberin Devamı

BÜYÜYE KAPTIRIRIZ

Masallarda da kahramanlar hep keyif yapmaz, sürekli mutlu olmazlar. Mutluluğu yakalayabilmek için çoğu zaman acı çekmeleri, çok çalışmaları, hayatla kıyasıya mücadele etmeleri gerekir. Büyü masalın sadece sonunda, onlar murada erip kerevete çıkınca değil, masalın en başında başlar. Bizler, prensesler acı içinde kıvranırken bile hissederiz o büyüyü. İçimizden prensesin yerinde olmak geçer. Amacımız acı çekmek değildir, masalın içindeki büyüye kaptırırız kendimizi. Ninenin sesinden ve bedeninden yayılan sıcaklık, bize kendimizi güvende hissettirir. Gerçek olmadığını bilsek de masalların içimize, ruhumuzun derinliklerine aktığını hiç fark etmeyiz.

Haberin Devamı

O masalları ne uzaylılar uydurmuştur, ne de bizden olmayan bambaşka varlıklar. Binlerce yıl öteden gelen insan zihninin ürünleridir onlar. İnsan denen o kutsal varlığın istekleri, arzuları, hayalleri, korkuları, endişeleri, kuruntuları, kırılmışlıkları, acıları, sevinçleri, yaşamak isteyip de yaşayamadıklarıdır onlar.

Binlerce yıl öncenin sesidir masallar.

Henüz hayatla tanışmamış ruhumuzu hayata hazırlarlar. Yenilmekten, acı çekmekten, kandırılmaktan, utanmaktan, tökezleyip düşmekten korkmamayı öğretir bize... Her gecenin bir sabahı, her gayretin bir müjdesi olduğunu ağır ağır yazar küçücük kafalarımıza. Umut doldurur içimizi.

SEVGİLİ ÖĞRETMENLERİMİZ

Şimdi de sevgili öğretmenlerimize seslenmek istiyorum.

İster ilkokul, ister ortaokul ya da üniversite hocası olun, bilin ki sizin gözlerinizin içine bakan her öğrenci korka korka da olsa, oralarda bir şeyler arıyor. Ona nasıl baktığınız bile öyle önemli ki...

O çocukların gelecek yaşantılarında başrol oyuncularından biri de sizsiniz.

Sizin onlara verdiğiniz güven, gösterdiğiniz saygı, onlarla konuşurken kullandığınız ses tonu, yüzünüzdeki hafif de olsa bir gülümseme, onu onayladığınızı, ona güvendiğinizi belirten küçücük bir mimik, onlara verdiğiniz umut...

Hatta sizin kendinize gösterdiğiniz özen, giyiminiz, kuşamınız, saçınız başınız, kendinize duyduğunuz güven, hayata pozitif yaklaştığınızı gösteren her şey ama her şey...

O kadar önemli ki...

SİZİ ÖRNEK ALACAKLAR

Öğrencilerinizin rol modelisiniz. Siz onları, onlar sizi beğendikçe, hayranlık duydukça, zamanla sizi örnek alacak, sizin gibi olmaya çalışacaklar.

Bir okul çok donanımlı olabilir; kütüphaneler, laboratuvarlar, konferans salonları, her türlü etkinliğin yapılabileceği imkânlar... Ancak o okulun öğretmenleri eğer bu işi hakkıyla yapmıyorsa, o okuldan başarılı, umut vaat eden öğrenciler mezun edemezsiniz... Çocukların hayatta başarılı ya da başarısız olmasının en önemli nedenlerinden biri, önce doğduğu ev, sonra da öğretmenleridir...

Başarılı olabilmek için o çocuğun kendinden umudu olmalıdır. Nice öğrenci gördüm, “Bu yıl, bu sınavları mutlaka kazanmam gerekiyor” diyen... Zaten bu sözü duyduğum anda içime koyu bir hüzün çökerdi. Kim bilir bu sınava kaçıncı kez giriyor ve her girişinde böyle dedi kendine. Hepsinde kendince çok çalıştı ama bunca emeğe rağmen aldığı puan hiç artmadı.

“Kazanmam gerekiyor” cümlesi bana hep, “Bunu isteyen kendisi değil, o sadece gerekenleri, ondan beklenenleri yapacak” diye düşündürür... Yani hiç sevmediği, istemediği ama mecbur kaldığı bir görevi, anne babasının hatrına yerine getirecek... Üstelik kazanacağından hiç umudu yok ve o nedenle bundan çok korkuyor.

Bu tür öğrencilere benim cevabım hep şöyle olurdu:

‘BEN NASIL BİRİYİM’

“Sen elinden geleni yap. Çok zorlama kendini. Hayattan vazgeçme. Yine kendine zaman ayır. Arkadaşlarınla buluş, konuş, gül yani yaşamaya, hayatı sevmeye devam et. O masaya oturduğun zaman çalışıyormuş gibi yapma. Ya gerçekten çalışmayı, yeni şeyler öğrenmeyi istiyorsan otur, ya da hiç oturma. Kendini kandırma.

Bunu neden ve ne kadar istiyorum? Ben nasıl biriyim? Artılarım, eksilerim nedir diye sor kendine... Kaç yıldır aynı programı uyguluyor, çalıştığını sanıyor, buna çok vakit ayırıyor ve kazanamıyorsun. Demek ki bu problemi çözmek için yanlış formül uyguluyorsun. Bu işin başka bir formülü olmalı. Ara ve bul onu...

Ne yapıyorsan kendin için yap ya da yapma... Hayat her zaman önümüze çok farklı seçenekler sunar... Bu sınavı kazanmak ya da kazanamamak senin başarılı ya da başarısız olacağını göstermez. Kazanamazsam anneme babama ne derim diye sormaktan vazgeç. Bu senin hayatın... Ben ne istiyorum? Kendimden umudum var mı? Varsa neden var, yoksa neden yok?

Asıl bunların cevabını bul.”

YAKINLARIMIZI TANIMAK

Sadece biz psikiyatristler değil, aileler de çocuklarıyla bu konuyu konuşmadan önce uzun uzun düşünse keşke. Çocuklarına nasihat etmeden, bazen de tehditler savurmadan önce anne baba kendi aralarında bu konuyu konuşsa, tartışsa... Çocuklarını ne kadar tanıyorlar, onu bulmaya çalışsa.

Aslında biz insanlar ne kendimizi tanırız, ne de en yakınlarımızı. Yabancıları tanımak daha kolaydır çünkü onlara daha tarafsız bir gözle bakabiliriz. Biz psikiyatristlerin elindeki en önemli sihirli değnek de bize gelenleri tanımıyor olmamızdır. Yakınlarımıza bakarken beklentilerimiz, arzu ve isteklerimiz, korkularımız ve sitemlerimiz o bakışa eşlik eder...

Zil çaldı haydi okula

OKULLAR AÇILSIN MI AÇILMASIN MI

Tabii ki açılsın.

Bizler çocukken okul olmasa da sokağa çıkar, kendimize arkadaş bulur, oyunlar oynar, yaşıtlarımızı tanımaya, onlarla ilişki kurmaya çalışırdık. Özellikle milenyumdan sonra yani 2000’li yıllardan itibaren çocukların yaşam şekilleri çok değişti. Evde, dört duvar arasında, bilgisayar, televizyon ya da akıllı telefon ekranlarını izleyerek büyüdüler. Hayatı ekranlardan öğrenmeye çalıştılar... Çocukların pek çoğunda bunlara bağımlılık gelişti... Neredeyse hayatı unuttular.

Böyle yaşayan, hayatı bir oyun zanneden çocuklardan gelecekte ne bekleyebiliriz ki... Kendilerine nasıl bir hayat kuracaklar, nasıl sorumluluk alacak, hayatla mücadele etmeyi nerede ve ne zaman öğrenecekler? Uzaktan eğitimde öğrendikleri teorik bilgiler, evden çıkmadan nasıl hayata geçecek?

Onlar için hayat evde dört dörtlük bakım, elinde tüm dünyayı önüne seriveren bilgisayarlardan ibaret... Daha da önemlisi bilgisayarlar, o çocukların hayatlarının tek anlamı haline geldi. Oradaki oyunlarda kazanmayı başarı olarak görüyorlar... Sanal bir yaşamı zihinlerinde normalize ettiler.

Geleceğimizi, böyle gençlere emanet etmek ürkütüyor insanı.

Hayata böyle başlayan minicik çocuklar için kreşler, anaokulları ve ilkokul onların hayatla bire bir ilişki kurabilecekleri tek alan haline geldi.

Oysa bir çocuk hayatla ne kadar erken tanışır, o evden ne kadar erken çıkabilirse, hayata uyumu, başkalarında kendini görmesi, yaşıtlarıyla ilişki kurabildiğini, sevilebildiğini, kabul gördüğünü fark etmesi, onun ruhsal gelişimi açısından çok önemlidir. Virüs ne kadar tehlikeliyse, sosyal izolasyon da insanlar için, hele ki çocuklar için o kadar tehlikelidir. Cezaevlerinin en önemli özelliği insanları toplumdan izole etmek, bir yere kapatmak değil midir?

Yine pandemi sürecinde, psikiyatri merkezlerine yetişkinlerden çok çocuklar için başvuru yapıldı. Uzun süre evlerden çıkamayan çocuklarda kaygı bozuklukları, her çeşit yeme bozukluğu eskiye göre belirgin bir artış gösterdi... Aile ilişkilerinde de sorunlar yaşandı... Sürekli beraber ve iç içe yaşamak kişiler arasındaki saygıyı çok zedeledi. Herkes birbiriyle yüz göz oldu... Anne babaların hayatla ilgili kaygıları ve umutsuzluklarını, o evde yaşayan çocuklar sünger gibi emdi... Evin düzeni bozuldu. Yaşam alışkanlıkları değişti ve çocuklar disiplini hepten unuttu... Oysa disiplin gelecekte onların hayata uyum gösterebilmeleri ve başarılı olabilmeleri için öyle önemli ki...

Eskiden çocuklar “Kar yağsa da, okullar tatil olsa” diye sızlanırken şimdilerde “Okul açılsa da, şu evden kurtulsak” der oldular çünkü tatilin bile tadı, uzun bir çalışma döneminden sonra çıkıyor.

Çocuklarımız bizim en kıymetli varlığımız, geleceğimiz, en güzel umutlarımızdır. Onları bir an önce her türlü önlemi alıp okullara, arkadaşlarının arasına, eğitim yuvalarına, mesleğine aşık öğretmenlerimizin gözlerinin içine bakarak ders dinleyecekleri sınıflarına uğurlayalım.

Biz anne babalara da “Oh be, çok şükür okullar açıldı da çocuklardan kurtulduk” deyip, akşama doğru “Nerede kaldı bu çocuk?” diyerek dört gözle camlarda beklemek kalsın.

Haftaya görüşmek üzere,

Hoşça kalın,

Sevgiyle kalın.

Yazarın Tüm Yazıları