Paylaş
Bedenimizi hasta eden ruhumuzun baskısıdır’ der Freud.
Son zamanlarda insanlarımızın ne kadar gergin ve öfkeli olduğunu hep birlikte görüyoruz.
Hayat bazen öyle hızlı akar ki, bu akışın içinde bizler ne hissediyoruz, huzurlu muyuz, duygularımız ne alemde, olaylar bizi nasıl etkiliyor, moralimiz, kendimize güvenimiz nasıl, hayatımızdan memnun muyuz, iç dünyalarımızda kendimizle barışık mıyız yoksa son zamanlarda çok gergin miyiz gibi soruları kendimize hiç sormaz, açıkçası kendimizi ihmal ederiz.
Bu ihmal maalesef zamanla bedenimizi yöneten otomatik sistemleri rahatsız eder, sistemde aksaklıklar başlar ve bedenimiz bize kendini hatırlatmanın yollarını arar. Önce halsizlik, yorgunluk, uyku kalitesinde bozulma, ufak tefek mide şikâyetleri, iştahta azalma, kabızlık, ishal, hafif bulantılar, baş dönmeleri gibi şikâyetler başlar.
Artık bedenimiz bizimle hastalıkların diliyle konuşuyor demektir. Aslında bedenimiz o dönem bizi duygularımızı ve düşüncelerimizi anlamaya, bunların farkında olmaya ve değiştirmeye davet ediyor, âdeta feryat ediyor demektir. Bunları görmezden gelirsek bedende zamanla hastalıklar oluşur.
Beden ve ruh her zaman birbiriyle ilişki halindedir. Bizler hayatın hızlı akışı içinde kendimize zaman ayırmadığımız için çoğu zaman bedenimizin ve ruhumuzun neye ihtiyaç duyduğunu, neyin eksik olduğunu bilmeyiz ve bedenimizin yolladığı sinyalleri de görmezden gelir, eski alışkanlıklarımızla yaşamaya devam ederiz.
Oysa o dönem bedenimiz sıkıntılar, çatışmalar ve bunların sonucu gelişen gerginlikleri ortadan kaldırabilmek, içlerinde biriken kötü enerjiyi boşaltabilmek için bir yol aramaktadır. Bunu fark edebilmek, o kötü enerjiden ve bunun daha sonra yol açabileceği hastalıktan kurtulmanın ilk basamağıdır ama iyileşebilmek için sadece farkında olmak da yetmez.
KENDİMİZLE ARAMIZ NASIL
Sorunumuz her neyse, bunu fark ettikten sonra bu sorunu çözebilmek için ne yapmamız, kiminle konuşup paylaşmamız, hayatımızda ve kendimizde neleri değiştirmemiz gerektiğini bulup konuya önem verip hayatımızdaki önceliği bu konuya vermemiz gerekir.
Bütün hastalıkların temelinde “İç dünyamızda kendimizle aramız nasıl?” sorusu yatar. Eğer az çok kendimizle barışıksak, kendimizi hoş görebiliyorsak, her konuda kendimizi suçlamamayı başarabiliyorsak, muhteşem olmasa da kendimize huzurlu bir hayat yaşatabiliyorsak hastalıklar bizi teğet geçer.
Son yıllarda yapılan araştırmalar bütün hastalıkların ruh ve beden arasındaki uyumsuzluktan yani çözemediğimiz sorunların bedenimizin otomatik olarak çalışan sistemlerine zarar vermesinden kaynaklandığını gösteriyor.
Son yaşadığımız pandemide, COVID-19 virüsü, aynı ortamda bulunduğu halde bazılarına hemen bulaştı, bazılarına bulaşmadı. Aslında virüs herkese bulaştı ama kiminin bağışıklık sistemi virüsü yendi kimininki yenemedi ve kişi hasta oldu. Ruhsal çatışmalardan ilk etkilenen her zaman bağışıklık sistemimizdir.
Bunu şöyle bir örnekle anlatabiliriz: Saldırı altında bir ülke düşünelim. Saldıranlar bakteriler ya da virüsler. Ülkenin onu koruyan büyük ve çok donanımlı bir ordusu var. Ülke orduya güveniyor, onun her türlü ihtiyacını karşılıyor ve modern silahlarla donatıyor. Bu büyük ordu, dışarıdan gelen her türlü saldırıyla başa çıkabilecek güçte. İşte o ara ülkeye ani bir saldırı oluyor, her yerden düşman içeri sızıyor ancak ordu hemen harekete geçip düşmanları etkisiz hale getiriyor. Onun görevi bu zaten ve görevini başarıyla tamamlayıp ülkesini düşmandan koruyor.
Ancak o dönem ordu silahlarını bir nedenle kullanamıyorsa düşman ülkeyi istila eder. Bağışıklık sistemimiz de aynen böyle çalışır.
Eğer biz yaşadığımız hayatla uyum içindeysek...
Kendimizle kavgalı değil barışıksak...
Huzurlu bir hayatımız varsa...
Sorunlarımızın ne olduğunu biliyor, bunlarla yüzleşiyor, kendimize zaman ayırıyor, neyi yapıp neyi yapmayacağımızı, hangi ortamda hangi kişilerle ilişkilerimizin bizi rahatsız ettiğini görüyor, bu konuda ne yapmamız gerektiğini bulup sorunu çözebiliyorsak, o büyük ve güçlü ordu her zaman bizim yanımızda ve hizmetimizdedir.
Mikroplar bedenimize girse bile ordumuz onlarla savaşır ve etkisiz hale getirir.
VÜCUDUMUZUN ZAAFLARI
Bazen de bizi hasta eden mikroplar değildir. Çözemediğimiz sorunlar beynimizde bazı alanları sürekli rahatsız eder ve sorun çözülmedikçe o alanın yönettiği organlarımız da bundan nasibini alır. Örneğin o dönem gelecekten endişe duyuyor ve korkuyorsak bundan önce akciğerimiz ve böbreklerimiz, çok gergin ve öfkeliysek karaciğerimiz, takıntılarımız varsa pankreasımız, hayatımız hep stres içinde ve huzursuz geçiyorsa önce kalbimiz etkilenir.
Yaşam boyu süren umutsuzluk ve çaresizlik duyguları kronik, bazen de ölümcül hastalıklara yol açar.
Kendimizden yüksek beklentilerimiz de zamanla beden sağlığımızı bozabilir. Bu beklentiler genelde bize aileden miras kalmıştır. Anne babamız biz çocukken bizi öyle doldurur ki başarılarımızı bile küçümser hale gelebilir, yeterince iyi ve değerli olmadığımızı düşünebiliriz. Üstesinden geldiğimiz, başardığımız hiçbir şey bizi doyurmaz. Böylece hayatımız bir kısırdöngüye girer, kendimize olan güvenimiz ve yaşama sevincimiz zamanla azalır ve işte o dönem hastalıklar devreye girer.
Bazıları da hayat hep kendi planladıkları gibi gitsin ister oysa hayat bizi hiç dinlemez. Bir anda hayatımızın akışı değişiverir. Bunlar bizim aldığımız kararlar değildir ama uyum sağlamak zorunda kaldığımız durumlardır. Aksi halde hayat bizi umutsuz ve çaresiz bırakır. Eskiler buna “tevekkül” der, yani başımıza gelenleri reddetmek, kazanamayacağımız bir savaşa girmek yerine olanları tevekkülle karşılayıp kabul etmek, hayatı değil kendimizi değiştirmek gerekir.
Biz ne yaparsak yapalım hayatın kararlarının önüne geçemeyiz. Bu gerçeği kendimize kabul ettiremediğimiz sürece ruhumuzdaki çatışmalar hiç bitmez.
Bizler toplum olarak genelde bağımlı insanlarız. Kendimizden önce yakınlarımızı düşünmeyi, onları koruyup kollamayı, ihtiyaçlarına cevap vermeyi neredeyse âdet haline getirmişiz. Oysa hem ruhumuz hem de bedenimiz bizden her zaman öncelik ister. Kendi ihtiyaçlarımıza, görünüşümüze, mutluluğumuza odaklanmak aslında bencillik değildir. Ruhumuz bizden hep bunu ister ve bekler. Bunu yapamadığımız sürece hastalıklar peşimizi bırakmaz.
ARADA BİR YAVAŞLAMALIYIZ
Eğer çok hızlı gidiyorsanız yavaşlamaya ihtiyacınız var demektir. Bu cümleyi yazarken ben de yazdıklarımı tekrar tekrar kendime hatırlatmaya çalışıyorum çünkü ben de hayatın hızına bir türlü yetişemeyenlerdenim. Evet, arada bir yavaşlamaya hem ruhumuzun hem de bedenimizin çok ihtiyacı var çünkü ikisi de huzur ister. Yavaşlamaz ve aynı tempo ve aynı gerginlikle hayatın içinde oradan oraya koşmaya devam edersek ilk sinyal midemizden gelir. Beden biraz dinlenmek ve rahatlamak için feryat ediyor demektir. Bunu arada bir de olsa yapabilir, kendimize huzurlu zamanlar ayırabilirsek, midemiz bir süre sonra feryat etmekten vazgeçer.
Bir araştırmada başarılı işadamlarının büyük bir kısmının mide hastası olduklarını okumuştum. Hatta yazının altında hoş bir espri de vardı. “Eğer mideniz hâlâ sağlamsa, iyi bir işadamı değilsiniz demektir” diyordu yazı. İşadamı olmak demek zaten pek çok kişinin görev yaptığı bir organizasyon kurup bunu yönetmek demek olduğuna göre, aradığımızdan bol stres var orada.
Diğer önemli konu ise çözülemeyen birbirinden farklı her sıkıntının, her sorunun farklı bir organı hasta ediyor olması. Yani her sorunun hasta ettiği ayrı bir organ var. Bunları da haftaya tek tek yazarım.
Sonuç olarak bizi sağlıklı tutmak için titizlikle organize edilmiş bir bedene sahibiz. Ancak ruhsal durumumuz, çatışmalarımız, sıkıntılarımız ve olumsuz duygularımız bu sistemi bozuyor ve bizi hasta ediyor.
Hasta olmak istemiyorsak bu konuları biz de titizlikle öğrenelim ve konuya gereken önemi verelim.
SEVGİYLE KALIN
Haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın, sevgiyle kalın. Sizler de bana gb@madalyonklinik.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Paylaş