Paylaş
DİL, Allah’ın insana verdiği en büyük nimetlerdendir. Dil basit bir iletişim aracı değildir, aynı zamanda anlam dünyasının yansımasıdır. Kelimeler düşünce dünyamızın temel taşlarıdır. Kelimelerimiz kadar düşünür, düşündüğümüz kadar iş yaparız. Söz her ne kadar ağızdan çıksa da dil sadece bir musluktur. Kelimelerin kökeni kalptir, bütün duyu organlarıyla beslenir ve anlam dünyamızı oluşturur. Bu nedenle imanla söz arasında kuvvetli bir bağ vardır. Müslümanca düşünemeyenlerin Müslümanca konuşabilmeleri ve iş yapabilmeleri mümkün değildir. Çünkü kelimeler anlamlara, anlamlar düşüncelere, düşünceler inançlara dönüşürler. Kalbimizde ne varsa, dilimizden dökülen de sadece onun yansıması olur.
ÇÖKÜŞ DİLLE BAŞLAR
Bir milletin çöküşü dilin/kelimelerin bozulmasıyla başlar. Bu hakikati idrak edenler dile, söze önem vermişlerdir. İslam zaten bir söz medeniyetidir. İlk insan Hz. Âdem’e Allah ilk önce kelimeleri öğretmiştir. Bu bile dilin, sözün, kelimelerin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında insanlar dinlerini kendi dilleriyle öğrenip anlayabilsin diye Kuran’ı ve en sağlam hadis kitabımız olan Buhari’yi tercüme ettiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk aynı zamanda Türk Dil Kurumu’nu kurmuştur.
SÖZÜN DERİNLİĞİ
Allah Teala, İbrahim suresinde (24-27) dilin ve sözün önemini ve derinliği şöyle ortaya koymuştur: “Allah’ın güzel-doğru bir söz için nasıl bir misal verdiğini görmüyor musunuz? Kökü sapasağlam, dalları göğe doğru uzanan güzel-diri bir ağaç gibidir. O ki, Rabbinin izniyle her mevsim meyvesini verip durur. Allah insanlara işte böyle misaller veriyor ki, değişmeyen gerçeği düşünüp kendilerine ders çıkarsınlar. Ve çirkin bir sözün durumu ise kökü toprağın üstüne çıkarılmış, bütünüyle kararsız, dayanıksız çürük bir ağacın durumuna benzer. Allah, imana erişenlerin durumunu sapasağlam ve dosdoğru bir sözle, hem dünya hayatında ve hem de ahirette sağlamlaştırır; haksızlık yapanları ise Allah sapıklık içinde bırakır, çünkü Allah dilediğini yapar.”
DOĞRUYU SÖYLEYİN
“Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen” demiş Yunus Emre, ne güzel söylemiş. Kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibi olan müminden eğri, yalan, yanlış bir sözün sadır olmayacağını, bu ağacı güçlendiren ve büyütenin doğruluk ve doğru söz olduğunu ne güzel ifade etmiş.
Allah Teâlâ Ahzab suresi 70. ayette, “Ey İman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın” buyurmaktadır. Yüce Allah sözün doğrusunu söylememizi istiyor, bunun karşılığında işlerimizi kolaylaştıracağını ve günahlarımızı bağışlayacağını vaat ediyor.
ACI BİLE OLSA...
Peygamberimizin ashabından Ukbe b. Âmir el-Cühenî çok güzel konuşur, sözleri ile dinleyenleri derinden etkilerdi. Bir gün Hz. Peygambere (sav)’e sordu: “Ey Allah’ın Rasûlü, kurtuluşun yolu nedir?” Dostunu tanıyan Allah Rasûlü, ona özel olsa da asırlar boyunca inananların kulağında çınlayacak bir cevap verdi: “Diline sahip ol!” (Tirmizî, Zühd, 60)
Ebû Zer (ra), Rasûlullah’ın (sav) kendisine emrettiği hususlardan birisinin de “acı bile olsa, söylemek zoruna da gitse doğruyu söylemesi” olduğunu anlatmaktadır. (İbn Hanbel, V, 160)
YA HAYIR SÖYLE YA SUS
Sevgili Peygamberimiz, “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin ya da sussun” (Müslim, Îmân, 74) prensibiyle Müslüman’a kendisini kontrol etme yeteneği kazandırmak istemiştir. Rasûlullah’ın (sav) şu duası, onun dinleme ve konuşma konusunda hata yapmamaya ne kadar önem verdiğini gösterir niteliktedir: “Allah’ım! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden sana sığınırım.” (Tirmizî, Deavât, 74)
AKLISELİM-KALBİSELİM
Bütün bu bilgiler ışığında Müslüman’ın dosdoğru, sözü güzel ve hikmetle söyleyen aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim sahibi olması gerektiğini anlıyoruz. Özü doğru olmayanın sözü, sözü doğru olmayanın özü doğru olmaz.
1 SORU BİR CEVAP: REKÂT SAYILARI VE KILINIŞ NEYE GÖRE BELİRLENMİŞTİR?
İBADETLER tevkîfîdir, yani hem farz oluş gerekçelerinin hem de uygulamalarının her yönüyle akılla bilinmesi mümkün değildir, Allah tarafından belirlenmiştir. İbadetlerle ilgili hususlar Kuran’da genel olarak emredilmiş, Hz. Peygamber’in (sav) uygulamasıyla belirgin hale gelmiştir.
Kuran’da namazların belli vakitlerde farz kılındığı (Nisâ, 4/103) ve kıyam, kıraat, rükû ve secde gibi birtakım rükünlerinin olduğu bildirilmiş; söz konusu ibadetin ayrıntıları ve namaz içerisinde yapılması gereken diğer davranışlar ile ilgili hususlar Hz. Peygamber’in (sav) sünneti ile sabit olmuştur. (Buhârî, Ezân, 95) Bütün bunların bir ifadesi olarak da Hz. Peygamber (sav), “Beni namazı nasıl kılarken gördüyseniz siz de öyle kılınız” (Buhârî, Ezan, 18) buyurmuştur. Buna göre namazla ilgili genel hüküm, rükün ve şartlar Kuran’la, bunlara ilişkin ayrıntılar ise Hz. Peygamber’in (sav) sünnetiyle belirlenmiştir.
BİR AYET: HAKKINDA kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. (İsra, 17/36)
BİR HADİS: EBÛ Musa’dan (ra) nakledildiğine göre: Peygamberimiz’e (sav) ‘Ey Allah’ın Rasûlü, hangi Müslüman daha faziletlidir?’ diye sordular. Rasûlullah (sav), ‘Dilinden ve elinden gelecek kötülükler konusunda Müslümanların güven içinde olduğu kimse!’ buyurdu. (Buhari, İmân 5)
Paylaş