Yaz aylarında daha yoğun olarak ortaya çıkan sinek ve böcekler hepimizi rahatsız ediyor. Piyasada sinek, böcek ve karıncalarla savaşmak için pek çok ürün mevcut. Ama kimisi yeteri kadar etkili değil veya toksik etkisi çok. Bu nedenle son dönemde doğal yöntemlere ilgi arttı. Sinek ve böcekleri uzaklaştırırken vücudumuza zarar vermemek adına doğal yağların gücünden yararlanabiliriz. Uzmanlar sinek, sivrisinek ve diğer böceklerden kurtulmamız için doğal formüller hazırladı.
Isırıklara karşı bitkisel çözümler
Aromaterapist eczacı Hülya Kayhan-Art De Huile markası kurucusu
Eczacı Hülya Kayhan “Sivrisineklerin salgıladıkları bir enzimin doğadaki karşılığı limon çimeni bitkisinde mevcut” diyor. Citronellol diye bildiğimiz bu molekül citronella adlı çimenin yağında (limon çimeni yağı) mevcut. Bu yağla yapacağımız losyonu sürdüğümüzde ısırığın hızla iyileşeceğini söylüyor Kayhan. Ayrıca sedir ve lavanta yağlarının sineklere karşı etkili olduğunu belirtiyor.
Limon çimeni yağlı losyon
3 yemek kaşığı susam yağı, 6 damla citronella, 4 damla lavanta, 2 damla sedir yağını karıştırın. Isırıkları iyileştiriyor, sinekleri kaçırıyor.
Lavanta kokulu karışım
1 yemek kaşığı tamanu yağı, 1 damla lavanta ve 1 damla akgünlük yağını karıştırın. Karışım kaşıntıyı azaltır, iyileşme sürecini hızlandırır.
Derimizin ultraviyole ışınına (UVI) aşırı maruz kalması sonucu ortaya çıkan akut yangısal tepkiye güneş yanığı diyoruz. Aşırı güneşe maruz kaldıktan 3-4 saat sonra gelişen ve 12-24 saatte pik yapan ciddi bir sorun bu. Yanıklar şiddetine göre 3 dereceye ayrılıyor. 1. derece güneş yanığı kızarıklık, şişlik, ağrı ve yüzeysel hasara neden oluyor. Yanıklar su toplamadığı ve etkileri 1-2 gün içinde geri dönebildiği için tıbbi müdahale gerektirmiyor. 2. derece yanıklar kabarcıklara, ağrıya, şişmeye ve kızarıklığa yol açıyor. Bu tür yanıklarda medikal tedavi gerekiyor. 3. derece yanıklarsa cilt yüzeyinin altında pıhtılaşmış ve görünür damarlar oluyor. Ciltte karbonizasyona veya yarı saydam beyaz bir renge de neden oluyor. Bu yanıkların iyileşmesi doku yıkımı nedeniyle yavaş gerçekleşiyor, kişiler enfeksiyonlara karşı daha savunmasız oluyor ve ciddi tedavi gerektiriyor.
Ayrıca güneş yanıklarıyla vücutta aşırı su kaybı, sıcak bitkinliği ve sıcak çarpması da görülebiliyor. Açık tenli kişiler, koyu tenli olanlara göre güneş yanığı açısından 3-5 kat daha fazla risk taşıyor. UVI etkisi, güneşin gökyüzünde tepede olduğu 10.00-16.00 saatleri arasında en yüksek olur. Bulutlar da bizi sandığımız kadar korumuyor. Hafif bulutlar UV’yi yüzde 10 azaltıyor, bu miktar güneş yanığından korunmak için yeterli değil.
Peki, güneş yanığından korunmak için ne yapmamız gerekiyor? Öncelikle UVB’nin en yüksek olduğu saatlerde güneşe maruz kalmaktan kaçınmalıyız. Geniş kenarlı, sıkı dokunmuş kumaş şapkalar, terletmeyen giysiler giymek ve yüksek faktörlü güneşten koruyucu ürün kullanmak gerek. Koruyucu ürünleri güneşe çıkmadan en az 30 dakika önce uygulamamız, her 2-3 saatte bir veya yüzdükten, kurulandıktan sonra tekrarlamamız gerekiyor. Bebeklerin ve küçük çocukların cildi daha ince, melanin miktarı daha az ve bağışıklık olarak yeterince olgunlaşmadığından, UV ışını deriye daha derin nüfuz edebilir. UV hasarına karşı daha az bağışıklık tepkisi oluşturarak onlarda giderek artan güneş hasarı ve deri kanseri gelişme riski yaratır.
Tümör bile gelişebilir
Güneş yanıkları; kronik aktinik dermatit (farklı türleri olan bir deri hastalığı), herpes simpleks (uçuk), egzama ve lupus eritematozus gibi kronik hastalıkları şiddetlendirebilir.
Uzun süre güneşte kalmak derinin erken yaşlanması, kırışması ve malign tümörlerin gelişimi dahil çok sayıda zararlı etkiye yol açabiliyor.
Hafif güneş yanıklarının semptomları, soğuk kompresler veya soğuk bir banyoyla bir dereceye kadar giderilebilir. Yüzey genişliğine göre serin banyolar veya duşlar ilave edilebilir.
Doktor tavsiyesiyle yaşa uygun ağrı kesici/antiinflamatuar daha hızlı iyileşme sağlar. Deriye sürülen düşük etkili kortizonlu kremler de doktor önerisiyle uygulanabilir. Nemlendirici, onarıcı losyonlardan yararlanılabilir.
Havalar ısındıkça vücudumuzun sıvı ihtiyacı da artıyor. Peki ihtiyacımız ne kadar? İşte bu soruya verilebilecek standart bir cevap ne yazık ki yok. Yeni araştırmalarla eski bildiklerimizin çoğu çöp oldu. ABD’deki Wisconsin-Madison Üniversitesi’nden uzmanlar, sağlıklı kalmak için yetişkin bir insanın günde 2 litre (8 bardak) su içmesi gerektiği inancının doğru olmadığını söyledi. Araştırmaya göre günlük ortalama su ihtiyacı kişiden kişiye 1-6 litre arasında farklılık gösteriyor ve su ihtiyacımız yaptığımız işe, iklime ve cinsiyetimize göre değişiyor.
İskoçya’daki Aberdeen Üniversitesi’nden araştırmacılar da günlük su ihtiyacının bir bölümünün zaten gıdalardan alındığını, bu nedenle günde 1.5 ila 1.8 litre su tüketmenin yeterli olacağını söylüyor.
Özetle her birimizin içmesi gereken su miktarı; boyumuz, kilomuz, yaşadığımız yer, çalışma koşullarımız, spor yapıp yapmadığımız gibi çok sayıda faktörden etkilenen kişisel bir değer. Ancak değişmeyen tek gerçek şu ki vücudumuzun suya ihtiyacı var! Yine de yaz mevsiminde daha çok sıvı alımını karşılamanın su içmek dışında yolları da mevcut. Aman yanlış anlaşılmasın: Su içmeden asla olmaz! Sadece sürekli su içemeyenler için alternatif yollar da olduğunu söylemek istiyorum. Gelin onların neler olabileceğine bakalım…
* Naneli veya şeftalili ayran: Sıvı alımını arttırmak için sebzeli ve meyveli ayranlar hazırlayıp serin serin içmek yazın ilk tercihi olabilir. Taze nane veya ıspanakla bir bardak yeşil ayran, az domates ve kırmızı biberle bir bardak kırmızı ayran hazırlayabilirsiniz. Çocuklar içinse sevdiği içeriklerle meyveli ayranlar hazırlanabilir; mesela şeftalili ayran…
* Hibiskus çayı veya yeşil çay: Yazın hem içinizi ferahlatacak hem de sıvı ihtiyacınızı karşılamanıza destek olacak soğuk bitki çayları da tercih edilebilir. Antioksidan etkisiyle hibiskus çayı ve yeşil çay, sıcak yaz günlerine serinlik katmak için benim ilk tercihlerim arasında.
* Muzlu veya kavunlu smoothie: Bir bardak su yerine bir bardak meyveli smoothie’ye hayır diyebileceğinizi de sanmıyorum. Üçte ikisini kavun, üçte birini ise muz, ananas, limon gibi lezzetlerle hazırlayacağınız karışımın içeriğini damak zevkinize göre ayarlayın. Blender’dan geçirip 20 dakika dipfrizde bekletmeniz yeterli.
* Elmalı veya limonlu su: Vücudumuzun sıvı ihtiyacının büyük kısmını mutlaka su tüketerek karşılamamız gerekiyor. Su içme isteğiniz düşükse, bunu arttırmak için meyve ve sebzelerden yararlanabilirsiniz. Tercihinize göre küp küp dilimlenmiş kavun, nane yaprakları, limon veya elma dilimleriyle suyunuzu daha çekici hale getirebilirsiniz. Bu karışımı 6 saat buzdolabında dinlendirdikten sonra içebilirsiniz.
* Vitaminli su:
İlaçla zehri ayıran dozdur. Güneş de maruz kaldığımız doza bağlı olarak ilacımız olduğu gibi vücudumuza zararlı bir kaynağa da dönüşebiliyor. Korunmaz ve fazla maruz kalırsak cilt lekeleri, cilt kırışıklıkları ve hatta cilt kanserine bile yol açabilir. Neyse ki güneşle dost kalabilmemiz için güçlü zırhlarımız var; güneşten koruyucu kremlerimiz! Peki, koruyucu krem seçerken nelere dikkat etmeliyiz?
Yaz ayları boyunca güneşin UVA ve UVB ışınlarıyla adeta köşe kapmaca oynayacağız. Çünkü bu ışınlar cildimizde kırışıklıkların oluşmasına, istenmeyen cilt lekelerine ve cilt kanseri gibi ciddi sorunlara yol açabilir. İyi bir güneşten koruyucu ürünse tüm bu sorunlarla karşılaşma ihtimalimizi en aza indirir.
Çoğumuz artık SPF (Sun protection factor) değerine yani güneşten korunma faktörü kavramına aşinayız. Ancak SPF bizi sadece UVB ışınlarına karşı koruyor. Oysa cilt kırışıklıkları ve cilt lekelerine yol açan UVA ışınlarından korunmak da önemli. Bu noktada da koruyucu ürünün içeriğindeki UVAPF yani UVA koruma faktörüne de bakmak gerekiyor. UVA-PF değerinin belirlenmesi için dünyada birkaç farklı standart ve farklı etiketleme sistemi kullanılıyor. Ürünlerin üzerinde ‘PA+’dan ‘PA++++’a kadar UVA korumasının derecesini görebilirsiniz. ‘PA+’ düşük koruma seviyesini, ‘PA++++’ ibaresiyse UVA’ya karşı en yüksek koruma seviyesini gösteriyor.
Güneşten koruyucu filtreler, fiziksel ve kimyasal filtreler olmak üzere ikiye ayrılıyor. Fiziksel filtreler, partiküllü yapıları nedeniyle fiziksel bir bariyer oluşturuyor. Bu sayede güneş ışınlarını deri dışına yansıtarak etki ediyor. Titanyum oksit ve çinko oksit bu filtrelere örnek verilebilir. Genellikle hamile ve çocuk güneş kremlerinde bu filtreler kullanılıyor. Kimyasal filtreli güneş kremleriyse cilt tarafından kısmen emiliyor ve UV hasarını önleyen kimyasal bir reaksiyon yaratıyor. ‘Avobenzone’ gibi eski nesil organik filtreler yerine cilde daha az zarar vermesi ve daha etkin bir koruma için yeni nesil filtreler kullanılmaya başladı. Koruyucu alırken içindekiler bölümünde ‘Diethylamino hydroxybenzoyl hexyl benzoate’ ve ‘ethylhexyl triazone’ gibi yeni nesil filtler olmasına dikkat edin.
Güneş ciltte kırışıklıklara, lekelere ve hatta cilt kanserine neden olabilir.
SPF faktörü ne olmalı?
Uzmanlara göre obezite dünyada hızla yayılan bir salgın. Türkiye Obezite Araştırma Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Dilek Yazıcı da “Obezite çok önemli bir pandemidir” diyor.
Vücutta yağ dokusunun fazla olması ve anormal birikmesi şeklinde tanımlanan obezitenin çok farklı nedenleri olabiliyor. Nörobiyolojik, genetik, sosyal, psikolojik, ekonomik faktörler, sağlıksız beslenme ve hareketsizlik sonucunda bu hastalık devreye girebiliyor. Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Endokrinoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Dilek Yazıcı ülkemizde yaklaşık her 3 kişiden 1’inin obeziteli ya da fazla kilolu olduğunu söylüyor. Obeziteli birey sayısında Avrupa’da birinciyiz. Peki, Avrupa Obezite Kongresi’nde neler konuşuldu? Kongreyi takip eden ve sunum da yapan Prof. Dr. Dilek Yazıcı anlatıyor:
“Kongrenin en önemli gündem maddelerinden biri çocukluk çağı obezitesiydi. Çünkü artış çok fazla. Bunun en önemli nedeni dijital hayatın çocukları hareketsiz bırakması.
Obezite artık bir yetersiz beslenme durumu olarak da kabul ediliyor. Kişi kilolu olsa da, gereken proteini, vitamini, minerali almadığında beslenmeden yetersiz olarak tanımlanabiliyor.
Obezitenin tedavisinde hayat tarzı değişiklikleri, medikal yöntemler ve cerrahi önemli rol oynuyor. Tedavinin bireyin genetik özelliklerine, hatta bağırsak florasına göre bile farklılaşması gerekiyor. Bu yüzden gelecekte tedavinin tamamen kişiye özel olması bekleniyor.
Yeni ilaçlar yolda
Türkiye’de şu anda obezitede kullanılan iki ilaç var. Biri vücutta yağ emilimini engelliyor. Diğeri normalde diyabet için kullanılıyor, iştah merkezini baskılıyor ve günlük enjeksiyon şeklinde uygulanıyor. Yeni ilaçların da
Hafta sonu maskesi
Hafta sonu kendinizi şımarttığınız gibi cildinizi de şımartmak için yararlanabileceğiniz bir maske tarifi paylaşıyor Selen Esener. Maskenin kırışıklıklara iyi geldiğini, gözenek sıkılaştırdığını ve cilt ton rengini eşitlediğini söylüyor. Bir patatesi rendeleyin ve suyunu çıkarın. 1 saat kadar bekleyin, nişastası dibe çöksün. Patates nişastasının üzerine 1 yumurta akı ekleyin ve karıştırın. Maskeyi cildinize sürün, kurumasını bekleyin ve yıkayıp temizleyin. Haftada 1 kez uygulayabilirsiniz.
Saçları canlandıran sprey
Saçlara sağlık kazandıran ve gürleştiren doğal saç spreyi için 2 bardak kaynamış suda 1 yemek kaşığı biberiye ve 1 yemek kaşığı naneyi 5 dakika kaynatın. Soğuduktan sonra karışımı süzün. Karışımı sprey şeklinde saç diplerine sıkın ve masaj yapın. Haftada 3 gün uygulayın. Spreyi durulamanız gerekmiyor.
Selülit ve çatlakları azaltıyor
Yaşamımıza devam edebilmemiz için kalbimiz damarlarımıza kan pompalıyor. Bu esnada oluşan kan basıncının normal değerlerin üzerine çıkmasınaysa hipertansiyon deniyor. 17 Mayıs Dünya Hipertansiyon Günü öncesi, her yıl milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine ve felç kalmasına yol açan hastalığı gündemimize aldık. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yunus Erdem, kan basıncı için normal değerlerimizin 120’ye 80 olduğunu söylüyor. Kan basıncının uzun süre yüksek olmasının kalp, beyin ve böbrek gibi organlarda ciddi hasarlara yol açabildiğini, hatta ölüme bile neden olabileceğini anlatıyor. Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği Başkanı da olan Prof. Dr. Erdem “Hastalık çoğu kişide belirti vermeden ilerlediğinden hipertansiyona ‘sinsi hastalık’ veya ‘sinsi katil’ de deniliyor” diyor. Kan basıncı ne kadar yüksek olursa ve bu yüksekliğe ne kadar uzun süre maruz kalıyorsak kalp krizi veya felç gibi risklerin de o oranda arttığını vurguluyor. “Önceden 140’a 90’ın üzerine çıkmasını hipertansiyon olarak tanımlıyorduk. Şimdi bazı kılavuzlarımız 130’a 80’in üzerine çıkmasını da hipertansiyon olarak tanımlıyor. Bu durumda da hipertansiyon görülme sıklığı yüzde 45’e çıkıyor. Yani neredeyse her iki erişkinden birinde hipertansiyon var” diye de ekliyor.
Akdeniz tipi beslenme yüksek tansiyona karşı alınacak önlemler arasında.
Hipertansiyon hastaların çoğunda herhangi bir semptoma neden olmuyor. Hastaların yaklaşık yarısında ise enseden başlayan baş ağrısı, halsizlik, yorgunluk gibi çok spesifik olmayan semptomlara yol açıyor. Bu da semptom gösteren hastaların bile hipertansiyondan şüphelenmemesine sebep oluyor. Böylece hastalık gizlice ilerliyor. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hakan Karpuz:“Dünya Sağlık Örgütü, tüm risk faktörleri içinde insanlar açısından ölüme en çok yol açan risk faktörünü hipertansiyon olarak gösteriyor. Yılda 9-10 milyon kişinin öldüğünü biliyoruz” diyor. Uzmanlara bu sinsi hastalığa karşı ilk adımın ondan korunmak olduğu konusunda hemfikir. Bunun için de her erişkinin düzenli tansiyon ölçümünü yaptırması ve hipertansiyona nelerin zemin hazırladığını iyi bilmesi gerekiyor.
Hipertansiyon genetik yatkınlığın görüldüğü bir hastalık. Yaşla beraber de kan basıncı yüksekliği artıyor. Kilo da en önemli risk faktörleri arasında. Yüksek tuz tüketimi, stresli yaşam, aktif veya pasif olarak sigara gibi tütün ürünlerine maruz kalmak da hipertansiyona yol açıyor. Akdeniz diyetiyle beslenmek, düzenli egzersiz yapmak, sigara, alkol ve tuz tüketimini azaltmak gerekiyor.
Teknolojik gelişmeler ‘çözümsüz’ kabul edilen birçok hastalık için yeni tedavi seçeneklerinin geliştirilmesine katkı sağlıyor. Hücre ve gen tedavisi gibi teknoloji temelli yeni uygulamalar yaşam süresini daha da uzatabilecek gibi görülüyor. Bu gelişmeler sadece daha uzun bir yaşam değil, daha sağlıklı ve kaliteli bir yaşam da vaat ediyor. Çünkü semptomları tedavi etmek yerine hastalıkların kaynağına gidip onları yok etmeye yönelik tedaviler geliştiriliyor. Ancak biliminsanlarının ve girişimcilerin ciddi anlamda büyük bütçelere ve üretim teknolojilerine ihtiyacı var. Bu noktada büyük ölçekli küresel araştırmacı ilaç şirketleriyle biliminsanlarının ve küçük araştırma şirketlerinin işbirliği hayati önem taşıyor.
Geçen günlerde Bayer’in ilaç bölümünün Berlin’de düzenlediği 2023 Medya Günü’ne katıldım. Toplantıda onkoloji, kardiyoloji ve radyoloji alanında son döneme ait gelişmeler paylaşıldı. Onkoloji ve kardiyoloji alanlarında yeni nesil ilaç ve tedavilerin geliştirilmesi için büyük kaynaklar ve çaba harcanıyor.
Gen terapisi geliştiriliyor
Şirket, tedavisi olmayan kanser türlerine odaklanan Ar-Ge çalışmalarını üç temel alanda ilerletiyor. Bunlar, hedefe yönelik radyofarmasötikler (özellikle alfa tedavileri), yeni nesil immünoterapiler ve hassas moleküler onkoloji. Hedefe yönelik alfa tedavisi, isminden de anlaşılacağı üzere doğrudan kanserli hücrelerin hedef alındığı bir nükleer tıp uygulaması. İmmünoterapiyse bağışıklık sistemini kanserle savaşmak üzere tetikleyen tedavilerdir. Bu sayede kanser hücrelerinin yayılmasının yavaşlatılması, durdurulması ve bu hücrelerin yok edilmesi hedefleniyor. Hassas moleküler onkolojide ise her hastaya özel tedavilerin belirlenmesi öngörülüyor.
Günümüzde insan genomunun yalnızca yüzde 0,05’i ilaçla karşılaşmış durumda. Yani dünya üzerinde adeta sadece Yeni Zelanda kadar bir karayı keşfetmiş gibiyiz. Gen tedavisi en basit anlatımıyla bir hastalığın tedavisinde DNA bölümlerinin (genellikle genlerin) kullanılması anlamına geliyor. Son dönemde biyoloji alanındaki ilerlemeler ve artan veri işleme kapasitesiyle hücre ve gen tedavilerinde büyük ilerleme kaydedildi. Bu gelişmeler kardiyovasküler hastalıklar, tedavisi olmayan bazı nörolojik hastalıklar, kas hastalıkları ve depo hastalıkları gibi pek çok hastalık için bir umut ışığı doğuruyor.