TÜRK DİL KURUMU’nda cuma günü ‘Türkçe’yi Edebiyattan Öğrenmek’ başlıklı bir konuşma yaptım.
Savım şuydu; bir dilin öğrenilip kullanılması için, dilbilgisi, dilbilim kitaplarından çok, iyi yazılmış, seçkin edebiyat metinlerinin rolü ve işlevi daha büyüktür.
Salonda, iyi bir dinleyici kitlesi vardı, güzel sorular sordular.
Ama ne var ki, benim gözümün önünde ecel celalilerinin aramızdan aldığı arkadaşlarımın yüzleri, lanetli bir dia gösterisi gibi gözümün önünden geçip gidiyordu.
Biz, benim kuşağımdan birçok kişi, 1960 askeri ihtilálinden sonra TDK’ya üye olmuştuk.
Sanırım Ankara’ya ikinci gidişimdi. Kurultay, Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin salonunda yapılmıştı. Pembe binanın girişinde, yeni bir üyeliğin coşkusunu yaşıyorduk.
Dostlarımın çoğu sağdı o zaman. Kurultay’a katılanlara İsmet İnönü, Bulvar Palas’ta çay düzenlemişti.
Gündüzleri başka, geceleri başka lokantalarda küçük topluluklar hep edebiyattan, dilden konuşurlardı.
Bahçeye bakan kahvaltı salonunu sevdiğimden Stad Oteli’nde kalmıştım.
* * *
SİSLİ anıları ölüm gerçeği netleştiriyor.
Yıllar sonra, 1980 öncesinin puslu havada soluduğumuz ölümcül nefesi, bir kasırgaya dönüşmüştü.
Evinde birlikte yemek yediğimiz Bedrettin Cömert, ertesi gün öldürülmüştü, cenaze törenine ileride bir bombanın kurbanı olacak zamanın Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı’nın makam arabasında gitmiştim.
İdrak etmiştik ki, artık hayatımıza kan girmişti.
Ondan sonra nice dostlarımız ardı ardına yanımızdan alındı; gönlümüzde, belleğimizde, hatıralardaki halleriyle kaldı.
Cavit Orhan Tütengil, Ümit Doğanay, Ümit Kaftancıoğlu (Garip Tatar).
TDK’ya girer girmez, şöyle bir bakındım Cahit Külebi, bugün beni öğleyin Kral Çiftliği’nde yemeğe davet eder diye; Tahsin Saraç o sönmeyen, bitmeyen coşkusuyla ya bir sözlükten, ya şiirden söz ederdi; Ceyhun Atuf Kansu, şiiri kadar sevecen bir yüzle yanımıza gelirdi; Ömer Asım Aksoy, sessiz, sakin ama inancında kararlı bir bilgeydi.
Kurultay, Ankara’da yaşayan dostlarımızla hasret giderme seanslarının toplamıydı sanki.