Paylaş
aşadığımız şehirler aslında en az tanıdığımız yerlerdir. Nasıl olsa bir gün görürüz gerekçesi bizi, o şehrin önemli yerlerini, tarihini tanımaktan uzak tutar. Yurtiçinde ve yurtdışında, yaşadığımız kentin dışında tatil yaparken, oranın tarihini, görülecek yerlerini, camilerini, kütüphanelerini, oturulacak yerlerini, lokantalarını öğreniriz. Oysa yaşadığımız şehri tanımamız genellikle mahalle ya da semt ölçeğindedir. Sitelerin çoğaldığı kentimizde bu tanınma, merak etme, rahat yaşama tembelliğiyle daha da kısıtlı bir yüzölçümüne indirgendi.
Ne yazık ki gazetelerde de Beyoğlu, Cihangir, Nişantaşı ekseninden uzaklaşabilmiş değil...
MİMAR SİNAN ESERLERİNE HAYRAN
Okurlarımdan bir ricam olacak. Tatillerde, hafta sonlarında yaşadığınız kenti yakından tanımanızı sağlayacak programlar yapın. Örneğin İstanbul, her semtiyle, mimarisiyle tanınmaya, tanıtılmaya değer.
Bir şehrin tarihini bilmezseniz bütün dolaşmanız, okumanız eksik kalır. Karoly Kos’un ‘İstanbul-Şehir Tarihi ve Mimarisi’ kitabı bu açıdan önemli.
Konstantinopolis Macar Bilim Enstitüsü Müdürü Antal Hekler, ‘Avrupa Sanat Tarihi’ yazısında, mimar, yazar ve illüstratör Karoly Kos’un planlarında, İstanbul’un yerel özelliklerine dikkat ettiğini belirtiyor.
Yabancı mimarların İstanbul’daki çalışmaları, saptamaları daima değişik ve farklı anlayışları yansıtmıştır. Avrupa sanat tarihi yazınında tam olarak ele alınamayan Osmanlı-Türk sanat tarihinin özünü kavrayabilmek amacını güden Kos, Fransız mimarların yaptıklarını eleştiriyor, bize özgü bir mimarinin ipuçlarını veriyor.
Kos, İstanbul’a 1917 başlarında gelir. İstanbul’un ayrıntılı haritasını çıkarır. Mezarlıkları dolaşır ve Mimar Sinan eserlerine hayran olur.
Dönemin müdürü Antal Hekler, hazırlanan kitap için, “Bu çalışma yayımlanınca, enstitümüzü bir çelik bağ gibi Konstantinopolis’e ve Türk milli çıkarlarına bağlayacak” diyor. Haklı da...
‘YEDİTEPELİ ŞEHRİN’ EN SAKİN YERİ
Kos, İstanbul’un siyasi ve kültürel açıdan değişiminin mimariye yansımasını da vurguluyor: “Konstantinopolis kaybetti. Ancak onun yerine İstanbul ayağa kalktı. Çan sesleri sustu, ancak minarelerin şerefelerinden yükselen müezzin sesleri yeni bir gücün, yeni bir kültürün habercisiydi.”
Konstantinopolis ve İstanbul adını verdiği iki ana bölümden oluşan kitabında Bizans ve Osmanlı İstanbul’unu önce tarihiyle, sonra mimari eserleriyle ele alıyor. Kitabın sonunda yer alan, ‘Koca Mimar Sinan’ ve ‘İbrahim Müteferrika’ ek bölümleri Kos’un gözünden iki önemli kültür adamını anlatıyor.
Yazar; Mimar Sinan’ın Süleymaniye’deki türbesini ziyaret ettikten sonra izlenimlerini yazmış: “Burası şehrin merkezinde sessiz Türk İstanbul’unun belki de en sakin yeridir. Ben mütevazı olmakla beraber zarif, asil ve şiirsel olan bu küçük türbeyi şehrin binbir güzel ve muhteşem türbesinden daha çok sevdim.”
İbrahim Müteferrika yazısında, dostu kitapçı Ali Rıza vasıtasıyla tanıdığı İbrahim Müteferrika’yı ve onun hakkında düşüncelerini kaleme alıyor.
Dünden bugüne İstanbul’u anlatan, zevkle okunan bir kitap.
Paylaş