Taşra kâbusu

Türk edebiyatında en özgün, etkileyici anlatılar taşra anlatılarıdır. Ayfer Tunç, edebiyattaki 25’inci yılını Dünya Ağrısı adlı yeni romanıyla geride bırakırken, unutulmaz bir ‘taşra anlatısı’na imza atıyor. O taşranın bugün bütün Türkiye olduğu da bir gerçek.

Haberin Devamı

İyi yazar Ayfer Tunç edebiyatta 25’inci yılı geride bırakırken, bunu başarılı bir romanla kutluyor bence: Dünya Ağrısı.
Taşradaki bir otelin ekseninde bütün karakterleri, Türkiye’nin bütün taşrasını tek bir yer üzerinden etkileyici bir üslupla veriyor.
Ayfer Tunç’un romanları dikkat isteyen, bu emeğin de karşılığını veren nitelikli çalışmalardır. İlk satırlarda boğucu yaşamın ilk izlenimlerini ediniyorsunuz. İlk sayfadaki kâbusu okuduğumda Charles Baudelaire’in şiiri belleğime düştü. Ne yazmıştı?
Şehri sardı gam ve karanlık, Sabahattin Eyuboğlu çevirmişti.
Bir başka çeviri de şöyle olabilir: Belirsiz bir hava şehri sarıyor.
Rilke
’nin Malte Laurids Brigge’nin Notları kitabının başındaki cümleyi de anımsayalım: “Buraya yaşamak için değil ölmek için gelinir.”
Tunç
’un başarısı bu, romanın havasına okuru daha ilk sayfada aşılıyor. Okur daha romanın en başında, mutlulukla dolu bir serüven okumayacağını biliyor.
Taşra insanının kaderidir, biraz da içinde bulundukları coğrafyanın etkisiyle içine kapanık, çaresiz gibi yaşar. Yalnızlığının farkına bazen varan bazen varmayan insanlardır. Kentlerin büyüklüğünü algılaması, ona alışması zordur.İstanbul’a gittiğinde taşrasına dönmek ister. Taşraya döndükten sonra İstanbul’u özler örneğin.
Çağlayan Çevik’le Hürriyet Keyif’te yaptığı söyleşide ‘taşra’ ile ilgili soruya şöyle cevap veriyor Ayfer Tunç:
“Öncelikle taşranın bana sunacağı birtakım fiziksel imkânlar vardı. Bir ıssızlık hissi arıyordum. Kahramanın ve dolayısıyla anlatıcının o etkileşimsizliği, kıpırdamazlığını destekleyecek bir ortama ihtiyacım vardı. Büyükşehir, -ki burada İstanbul’u kastediyorum-, buna uygun bir yer değildi. Çünkü İstanbul dışında bütün Türkiye taşra halini almış bugün. Issızlık ve terk edilmişlik. Kendi haline bırakılmış olma, çırpınış ve unutulmuşluk bu ülkenin Anadolusu’nda yaşanan tarihin özet kavramları.(...)”
Dünya Ağrısı
sadece başarılı bir atmosfer romanı değil. İlişkilerin sahteliğini, bilinçsiz alışkanlıkların toplamını da açığa çıkarıyor. İnsanların içinde baki duran kötülüğü, içinde bulunduğumuz toplumun kötülüğünün bizim de içimize nasıl sirayet ettiğini anlatıyor.
Ayfer Tunç gerçeği yüzümüze vuruyor, ilkesiz, kuralsız çıkar dünyasının figüranları insanlar, büyük kentlerde kamufle olabilirken taşrada bütün çıplaklığıyla sırıtır. Dünya Ağrısı, özel mekânlara sahip bir roman. Taşra bunun ilk adımı, ikincisi ise taşrada bir otelde yaşanıyor olması birçok şeyin... Kendi halinde, tıpkı ‘taşra’nın kendisi gibi çağın/zamanın gerisinde kalmış (zamanın adeta yerinde saydığı, ağır aksak ilerlediği) kalorifersiz bir oteldeki alçakgönüllü müşteri-otelci münasebeti, o bunaltıcı atmosferi aktarmaktaki önemli unsur. Oteli babasından devralan Mürşit ile oğlu arasındaki çatışma bile bu otel üzerinden cereyan ediyor. Genç kuşak oteli daha verimli bir hale dönüştürme çabasında. İki ana karakter, romanın temel kurgusunun sağlam malzemeleri: Mürşit ve Madenci. Biri bilinçsiz teslimiyetin simgesi, diğeri kapana kısılmışlığın yarı fark edeni.
Madenci, Mürşit’in sıkıntısını, Dünya Ağrısı’nı bir turnusol kâğıdı gibi ortaya çıkaran adam. Başka bir açıdan baktığımız zaman Madenci Mürşit’in beyni ve dolaylı yoldan da tam karşıtı. Mürşit bir taşralı olarak İstanbul’a gidip oradan dönmek zorunda kalmışken Madenci İstanbul’dan taşraya bilinçli bir kaçış gerçekleştirmiş.
Ayfer Tunç, ışıldağını taşranın kasvetine tuttuğu için roman başarılı olmuş.
Genel bir taşra hayatı yazsaydı bu kadar iyi olmazdı. Ayrıca kendi kozasının içinde yaşayan Mürşit karakteri de inandırıcılığını kaybederdi.
Yazarın bir başka yazara gönderme yapması hoşuma gider, gizli bir saygı sunmadır. Taşra-otel-tuhaf kaderi olan bir kahraman üçlüsünü bir araya getirdiğimiz zaman birçoklarının aklına Yusuf Atılgan’ın ölümsüz eseri Anayurt Oteli gelmiştir. Ayfer Tunç da -her fırsatta Atılgan’a ve onun eserlerine duyduğu hayranlığı, saygıyı dile getirerek- romanın içinde bir bölümde de isim vermeden Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli’ne bir göndermede bulunuyor.
Ayfer Tunç, sorunları, toplumsal hırsları, mezhep kavgalarını bir saklı su gibi veriyor. Bir düğün gecesi şakağına tabancı dayayan damadın serüveni, babası ile anası arasındaki konuşma bir Çehov sadeliğinde yazılmış. Yalnız taşrayı değil, bir kenti, bir bölgeyi de değiştiren hırsla karışık ekonomik beklentilerdir, aç gözlülüktür. Kasabada altın madeni olduğunu duyanlar, geleceğini ona göre düzenlemekte, nasıl bu işten kârlı çıkarız diye düşünmektedir. Taşra ahlakı biraz da budur.
Mürşit’in kimliğinde okur sosyal kıyımları, katliamları düşünüyor. Kahramanların umutsuzluğunun gerekçelerini okuduğunuzda umutlu olmak için bir açık kapı bulamıyoruz. Bu sertlik sayesinde Ayfer Tunç oldukça etkili bir anlatım kuruyor.
İyi bir yazardan iyi bir roman Dünya Ağrısı. Bu kitabı sindire sindire okuyun.

Haberin Devamı

Doğan Hızlan’ın seçtikleri

Haberin Devamı

Selim İleri
İstanbul Mayısta Bir Akşamdı
Everest

Carl Hiaasen
Pis Maymun
Aylak Kitap

Adrian Furnham
50 Psikoloji Fikri
Domingo

M. Enis Tayman
Şans
Notabene

Yazarın Tüm Yazıları