Siyasal cinayetler, her zaman siyasetin ve siyasetçinin düşüncelerine tahammül edemeyenlerin kapkara yüzlerini sergiler.
Alpay Kabacalı’nın Türkiye’de Siyasal Cinayetler kitabı, bizim siyasal tarihimizdeki kurşun izlerinin tarihini aktarıyor.
Kabacalı, Giriş’te şöyle yazıyor: "Israrla vurgulamakta yarar var: 21. yüzyıla da sıçrayan siyasal cinayetlerin sorumluluğu, hiç kuşkusuz öncelikle faillerin ve onların ardındaki karanlık güçlerin, sonra siyasal iktidarların üzerindedir, ama kara lekeler ne yazık ki Türkiye’nin aydınlık yüzüne de yansımaktadır."
Kabacalı, kitabını Uğur Mumcu’nun anısına adamış.
Siyasal cinayetleri okuduğunuzda, birbirini tetikleyen iki unsuru bir arada görüyorsunuz.
Ya karışıklık cinayetten sonra başlar, ya da karışık dönemlerin karanlık ortamında cinayetler işlenir. İkisi de çoğu zaman birbirinin içine geçmiştir.
Okur bu cinayetleri öğrendiğinde, bir zamanlar politikacılara yöneltilen silahın son dönemlerde yazarlara, gazetecilere yöneltildiğini görecektir.
CİNAYETİN ARKASINDAKİLER
Siyasal cinayetlerin bir başka karanlık yüzü vardır. Cinayet ile cani arasında her zaman doğru bir cezai münasebet kurulamaz. Çünkü bu cinayetlerin ardında gruplar, siyasal çeteler mevcuttur. Suçlular her zaman doğru kişiler değildir ve ne yazık ki çoğu zaman bulunana kadar davalar unutulur gider.
Halit Paşa’nın Meclis’te Vurulması’nı okuduğunuzda bu meçhullerin nasıl aydınlanmadığını öğrenirsiniz. Hacı Sami Çetesi’nin Suikast Girişimi, çoğu zaman tetikçilerin nasıl kullanıldığını, nasıl bilmeden adam öldürdüğünü göstermektedir.
Kabacalı’nın son iki paragrafı, İttihat Terakki’nin de yerini belirlemesi açısından ilgi çekicidir: "Eskişehir’deki Temyiz Mahkemesi’nin kararı onaylamasından sonra, üç sanık 17 Ocak 1928 günü sabaha doğru Eminönü Meydanı’nda idam edildiler.
Okuma yazması olmayan bu üç kişi, İttihatçı serüvenciliğinin en son kurbanlarıydı..."
Menemen Olayı bölümü yeniden okunmaya değer. Çünkü tarikatlerin, cahil insanların, dini araç olarak kullananların neleri yapabileceğini gözler önüne seriyor. Tarihin bugünü değerlendirmede, bugüne bakışta neden önemli olduğunu bir kez daha bize anımsatıyor.
VON PAPEN’E SUİKAST
Almanya Büyükelçisi Von Papen’e suikast, şimdi sıradan bir suikast teşebbüsü olarak yorumlanabilir. Ama onun önemini, kişiliğini bilenler, gerçekleşmeyen suikastın bugün bile karanlık yanları olduğunu bilirler.
Şimdi yaşadıklarımızı, çetelerin serüvenini okuduğumuzda, birtakım sonuçlara neden varılmadığının, varılamadığınını yanıtını bu kitaptaki siyasal cinayetlerde bulacaklardır.
Özalp Olayı (33 Kurşun) bölümünü yeniden okuyun. Güncel olaylara, isyanlara, sınır tecavüzlerine bugünkü yaklaşımla, dünkü arasındaki farkı bulabilirsiniz.
Mustafa Muğlalı’nın zamanında çok yankı uyandıran davasını öğrenirken, soruların karşılıklarını da Kabacalı’nın malzemelerinden yeniden vermeye çalışın.
İşkencede Ölüm: Hasan Basri Alp bölümü, siyasi inançları, eğilimleri hükümetten farklı düşünenleri ölüme götüren işkenceyi anlatıyor.
Emniyetin, adaletin de tarafsızlığının sorgulanmasına yol açan bir inceleme.
Tabutlukta yatanların bir bölümü işkenceden ölüyor, bir bölümü intihar ediyor, bir bölümü de deliriyor. Zamanın ceza çekenleri arasında iyi ressam Nuri İyem de var .
İbretle okuyacağınız bir kitap. Tarihi bir de siyasal cinayetler açısından okuyun. Daha gerçekçi sonuçlara varabilirsiniz.
KİTAPTAN
KÖPRÜ ORTASINDA CİNAYET
Ortam zaten gergindi, İttihat ve Terakki ile muhalefetin çatışmasından her an patlamalara yol açacak bir kıvılcım beklenmekteydi. Bir süredir çıkan Volkan gazetesi havayı daha da bulandırmaktaydı...
6 Nisan 1909 akşamı Serbesti başyazarı Hasan Fehmi öldürüldü.
Olay, henüz yenilenmemiş olan tahta Galata Köprüsü üzerinde geçti. Hasan Fehmi, o akşam yanında arkadaşı, mülkiye kaymakamlarından Şakir Bey’le köprünün Karaköy yönünden girmişti. Oradaki kulübede oturmakta olan tahsildara birer metelik vermiş, köprü üzerinde ilerlemekteydiler. Arkalarından yetişen asker kılıklı biri "Al Mevlan!" diye seslenerek silahını Şakir Bey’e doğrultup bir el ateş etti, ardından Hasan Fehmi Bey’e üç kurşun sıktı.
Arkadaşının yere düştüğünü gören Şakir Bey, kendi yarasına bakmayarak polis çağırmak için koşmaya başladı. Katil, Eminönü yönünde koşup uzaklaşmıştı. Karşı kaldırımdan geçmekte olan birkaç yolcu, olay yerine yaklaşırken, bir polis belirdi ve Şakir Bey’i yakalayıp köprü ortasındaki karakola götürdü.
Şakir Bey yerde yatan arkadaşının kurtarılmasında ısrar ediyor, polis ise onu katil sanmakta direniyordu. Sonunda yerde yatanın Hasan Fehmi Bey olduğu ve üç kurşunla öldüğü anlaşıldı. Bu arada, Eminönü yönüne koşan katil elden kaçmıştı.
Casusluğun/casusların merkezi İstanbul
Bazı kitapları okurken, gerçekle hayal arasında zihin kaymaları yaşarsınız.
İstanbul Entrikaları’nın sayfalarını karıştırırken bu duyguya kapıldım. Zamanında gerilim yaratan birtakım olayları bugün gülerek okudum.
Barry Rubin’in İstanbul Entrikaları, araştırma ve belgelere dayanıyor ama bir roman heyecanıyla okuyorsunuz.
Kitabın başında İkinci Dünya Savaşı’nda sevilen bir şarkı var. Bu şarkı birçok şeyi özetliyor aslında: Tehlikeli bir oyundayım / Her gün değişir adım / Yüz farklı, vücut aynı / Hu Hu bebeğim, ben bir casusum!
Önsöz’de kitabın niteliği anlatılıyor.
Savaş döneminde, İkinci Dünya Savaşı’nın İstanbul’unu öylesine renkli anlatıyor ki, bu şehrin tarihine düşülen esrarengiz bir nokta.
Dünyada onlarca cephede savaşlar yapılırken, buradaki durum şöyle özetleniyor: "Bombalanmış binaların, yoklukların ve korkunun topraklarından kaçanlar, bolluk ve barış içinde bir yere gelmişlerdi. Başka yerlerde yaşamlarını her gün tehlikeye atanlar için, içlerinden birinin söylediği gibi, İstanbul’daki en acil sorun, garsonun ’Yemeğinizle kırmızı şarap mı, yoksa şampanya mı alırsınız?" sorusuydu.
Güzel günlerdi... Savaş zamanı İstanbul’da. Göçmenler, casuslar, sürgünler, ressamlar, ozanlar, yazarlar ve her türden radikaller..."
Her bölümün başına yazar, ya bir halk masalından bölüm koyuyor, ya bir şairden dizeler, İlhami Bekir’in bir şiiri ile başlıyor kitabına Rubin:
DUA
Ne bağlar bahçeler var
Ne kısrak isterim ne koyun
Canımı alma Tanrım yeter
Göreyim meraktayım
Nasıl bitecek oyun
Ardından tek tek İstanbul’da dönen Bizans oyunlarını, entrikaları sıralıyor. Müttefik devletlerin ve Miğfer Güç’ün kimi zaman Türkiye’yi savaşa kendi tarafında dahil etmek için, kimi zaman da tarafsız kalması için girdiği mücadeleleri anlatıyor. Birbirinden çetrefil olayları, çapraz casuslukları aktarıyor. Aynı anda iki devlet için çalışanları, onları gözleyenleri, gözleyenleri takip edenleri derken, ortalığın belki de en az cephedeki kadar karışık olduğu İstanbul’u anlatıyor Rubin.
Cinayet Yoluyla Diplomasi’de Von Papen’a suikastı okuyun. Kabacalı’nın kitabı ile birlikte bunu okursanız, bir olaya iki cepheden bakmanın tadını çıkarırsınız.
Eğlencei bir kitap, hem de ciddi.
Geçmişi iyice, ayrıntısıyla tanımadan bugünü nasıl bileceğiz.
DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
Fatih Özgüven Hiç Niyetim Yoktu Metis
Elin Hilderbrand Yalınayak Altın Kitaplar
Tolga Tören Yeniden Yapılanan Dünya Ekonomisinde Marshall Planı ve Türkiye Uygulaması SAV
Oğuz Adanır İşitsel ve Görsel Anlam Üretimi +1 Kitap
Tahsin Yücel La Fontaine Masalları Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları