Resme ve ressama nasıl bakmalı

BİR sergiyi geziyorsunuz. Bir resmin önünde durup anlamaya, algılamaya çalışıyorsunuz. O ressam ya da resim üzerine yazılmış bir eleştiri kitabı okuyorsunuz.

Bu dediklerimi yapabilmeniz için, resim eleştirmesine gereksinim duyacaksınız.

Diyebilirsiniz ki, ben beğenme/beğenmeme arasında resim hakkında karar verebilirim. Bence yetmez, çünkü bir sanat eserine bilgisiz, donanımsız yaklaşmak, ondan alacağınız estetik hazzı asgari düzeye indirir.

Bu hafta tanıtacağım iki kitap, resim alanında kitaplığınızı zenginleştirecek nitelikte.

İpek Duben’in Türk Resmi ve Eleştirisi. 1880-1950, ile Mehmet Ergüven’in Davetsiz İzleyici’si.

Duben’in kitabı, bize resim eleştirisinin, sadece resim veya sanat tarihi ile beslenmediğini, toplumsal, siyasal, edebi hareketlerle de bağlantılı oluğunu ortaya koyarak, bütüncül bir eleştiri anlayışına varmaya çalışıyor.

Eleştirmenin benim katıldığım önemli özelliklerinden biri; gerek eleştirel ölçütleri, gerek Batı’daki akımları, birer tartışılmaz değerlendirme merceği haline getirip, bizim resmimize onlardan bakmaması. Ama Batı’yı tamamen yok sayıp da bizim sanatçılarımızı ve eserlerimizi de övmüyor. Mukayeseli bir incelemeyle değerlendiriyor. Duben, bizi bilgilendirmeden, kuramları anlatmadan, pratik bir yaklaşımla resim eleştirisine girmiyor.

Edebiyatçıların, toplum bilimcilerin, aynı dönemdeki çalışmalarına da değinerek, onların resimdeki izdüşümlerini ele alıyor.

Türk Resmi ve Eleştirisi başlığını taşıyan bir kitabın, önemli tartışma alanının Doğu-Batı tercihleri arasında gidip geldiğini söylemek, ilk tespittir.

Peki ressamlarımız, resim üzerine yazanlar, Batı’yı, Batılı ressamları nasıl değerlendirdiler.

Duben’in örneklerini okuduğunuzda, kübizm gibi akımları tamanlamadıkları, anlatamadıkları kanısına varıyorsunuz. Üstelik küçümseyici bir yaklaşımları da var.

Batı’ya karşı bizim geleneksel kültürel çizgimizdeki ressamların öne çıktığı dönemlerdeki gerekçeleri de öğreniyoruz.

Çalkantılar içinde yol arayanlara karşılık, Batı’ya gidip dönen Turgut Zaim’in neden övgü dolu eleştiriler aldığını anlıyorsunuz.

Kitabın ana başlıkları, okuma gereği duymanızı sağlayabilir.

Kuramsal Yaklaşımlar, Gerçekçilik ve Zihniyet, Figüratif Resim, Manzara Resmi, Türk Resminin Eleştirisi (1880-1950), Cumuhuriyet Öncesi Sanat Düşüncesi, Cumhuriyet Döneminde Eleştiri, "Milli Sanat Meselesi" ve Fikir Hareketleri.

Örneklerle resim üzerine kütüphanenizde yer alması gereken bir çalışma.

TÜRK RESMİ VE ELEŞTİRİSİ 1880-1950 KİTABINDAN

Sanatın

Hayatla İlişkisi


Özgün bir sanat kuramının eleştiri, sanat tarihi ve estetik alanları ilişkilendirmesi gerektiğinden, sistematik bir estetik düşüncenin var olması gerekir. İslam kültürü resim sanatına eğlence ve süsleme ile sınırlı bir işlev tanıdığından, sanatın hayatla ilişkisi güdük kalmıştır. Cumhuriyet rejimi resme toplumsal işlev yüklediği zaman, sanat düşüncesi Doğu-Batı zihniyetlerinin çatıştığı bir platform olmuş, bütünleyici bir estetik sisteme dönüşmemiştir. Bu dönemde en sistematik düşünce, Tanzimat’tan beri en gelişmiş düşünce sistemi olan "milliyetçilik" düşüncesi idi. Milliyetçilik fikirleri hiçbir zaman felsefi boyut kazanmadığı gibi, milliyetçi sanat düşüncesi de estetik sisteme dönüşemedi. Günümüze kadar sanat fikirlerinin birincil özelliği, zihniyet çatışması tartışmasından öteye gidememesidir. Bu çatışmanın önemi, Türk kültüründe su götürmez bir ağırlık taşıdığından, plastik kültürümüzün özelliklerini incelerken, mukayeseli bir yöntem uygulamanın uygun olacağı kanısındayım. Minyatürden sonra gelişen resim sanatının Batı’dan aldığı teknik, biçim, kompozisyon, mekán ve yapı öğelerini kendi bünyesinde nasıl yoğurduğunu saptamak için, Batı kültürünün özellikleri ile sanatçının kendi kültür özelliklerini incelemek gerekiyor. Venturi’nin eleştiri kuramı da böyle bir yaklaşımı önermektedir.

RESSAMLARI MEHMET ERGÜVEN’DEN ÖĞRENİN

MÜZİĞİ ve resmi iyi bilen Mehmet Ergüven’in resim ve ressamlar konusunda yazdıkları, her resim meraklısı için önemli birer kaynaktır.

Yeni kitabı Davetsiz İzleyici’de de Türk resminin önemli adlarını yazmış. Onları sadece Türk resminin, Türk resim dünyasının çerçevesi içinde incelemiyor, dünyadaki konumuna da değiniyor.

Denemeler toplamında yer alan ressamların yapıtlarını daha önce gördüyseniz -sıradan bir sanat meraklısının bile gördüğü varsayımına dayanıyorum- Mehmet Ergüven size ayrıntıları fark ettiriyor, sanatçının dünyasının kapısını tamamen açamasınız bile -çünkü o sizin birikiminizle ilgili- bu yazıların rehberliğinde aralayabilirsiniz.

Tek tek ressamlar üzerine yazılanları okumadan önce, Önsöz Yerine: Davetsiz İzleyicinin Notları’nı okuyun. Resim Tarihimizi Yazmak için nelerin yapılması gerektiği üzerine bir kanaat edinin. Çünkü tarihi bir temele oturtmadan yazılanlar havada kalıyor.

Tek tek ressamları okurken, bireylerden çıkan Türk resim ortamını bulursunuz.

23 ressam ve D Grubu üzerine yazılardan edindiğiniz bilgelerle, resmin ve ressamın ana öğeleri konusunda zengin boyutlu bir görsel sanatlar kültürü ediniyorsunuz.

Bir ressamla ilgili yazısından bir bölümü, yazma biçimini, yaklaşımını örnekleyebilmek amacıyla aldım: "Fatma Tülin’de malzemeyle hesaplaşma, kendine tahammül etmekte zorlanan bireyin iki uç nokta arasındaki tedirgin kararsızlığına işaret eder -tuval sathı, sorgulamanın bağışlamaya dönüştüğü muhayyel bir muharebe alanıdır burada."

Avni Lifij’
den Semih Balcıoğlu’na, Devrim Erbil’den Fatma Tülin’e, Ekrem Kahraman’dan D Grubu’na Türk resim sanatının birbirinden ayrı kuşaklarda yer alan önemli isimlerini anlatıyor. Sanatçıların eserlerinden hareketle, ele aldığı resim anlayışlarını da sorguluyor Ergüven. "Söz dilinde ifadesi olmayan"ı renklere döken ressamları yazarak anlatmaya çalışan Mehmet Ergüven, bir yandan resimde "gizli olanı" ortaya çıkarmaya çalışırken, bir yandan da Türk resim tarihine giriş yapıyor aslında.

Ressamları tanımanız, tablolarına bilgiyle bakabilmeniz için, nitelikli bir başvuru kitabı.

DAVETSİZ İZLEYİCİ KİTABINDAN

Cihat Burak

Cihat Burak, tıpkı sokak kedisi yahut fındıkfaresini sever gibi yaklaşır resme; ve bu sevgi, tuval sathına yayılma yerine lök gibi oturur. Katmanlar halinde üst üste yığılan boya dokusu, suretine talip olduğu şeyden önce adamakıllı şişip, Falstaff’ın göbeğine dönüşmüştür neredeyse. Öyle ki, ironi ve mizah, bir bakıma bu görünmeyen göbeğin armağanıdır resme.

Burak, müebbeden akşamcı olmanın keyfiyle okşar resmi; ama tırnağı jiletle kesilmiş ellerle -ya da, nicedir duyarlılığını şeytantırnağına devretmiş parmaklarla. Böyle biri, yaratıcılığını imleyen okşamanın kuralını ister istemez kendi koyar hep; bu da Burak’ın sadece kendisine benzemesi için fazlasıyla yeterlidir. Nitekim, biraz dikkatli bakınca hemen ortaya çıkar: Yaratma süreci, sinir sistemi ile tahayyül gücünün dönüşümlü olarak birbirini soğurduğu hassas bir denge üzerinde yol almaktadır burada. Buna göre fiziksel varoluş (dünyada olmak), malzemeyle hesaplaşma özgürlüğünün değişmeyen çerçevesidir.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Söyleşi: Emine Alganİki Kalas Bir Heves - Erol Günaydın Kitabıİş Bankası Kültür Yayınları

Ali TeomanGizli Kalmış Bir İstanbul MasalıSel

Bahriye ÇeriBir Cihan Kaynanası: Nahid Sırrı ÖrikHece

Gustave FlaubertDuygusal Eğitimİletişim

Alphan AkgülBahçeler ÇözüldüAşina Kitaplar
Yazarın Tüm Yazıları