Paylaş
Bu yıl Onur Ödülü iyi orkestra şefi Rengim Gökmen’e sunuluyor.
Dün İKSV’nin yönetim yerinde onunla buluştum, bir konuşma yaptım.
- Öğretim yaşamınızdan kısa başlıkları okurlarımıza bir hatırlatalım?
Ankara Devlet Konservatuvarı, Ferhunde Erkin, Ahmet Adnan Saygun, İlhan Baran, Nimet Karatekin gibi öğretmenlerle çalıştıktan sonra orkestra şefliği öğrenimi için Türk hükümeti tarafından İtalya’ya gönderildim. Hem Roma Konservatuvarı’ndan hem de Santa Cecilia Yüksek Müzik Akademisi’nden Franco Ferrara’nın öğrencisi olarak mezun oldum.
- İtalya’da aldığım bir kitapta
Franco Ferrara’ya ‘sihirli baget’ deniliyordu. Gerçekten çok ünlü ve çok etkin bir şef miydi?
Evet efsanevi bir şefti. Rahatsızlığı nedeniyle orkestra şefliği kariyerini bırakıp kendini hocalığa vermişti. Ancak Karajan’ın söylediği gibi 20. yüzyılın en büyük şeflerindendi. Zaten ben de onunla çalışmak içi gönderilmiştim. Çalışmalarımın sonunda Gino Marunitzi ödülünü kazandım.
- İlk orkestrayı ne zaman yönettiniz?
1980 yılında İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nı yönettim.
-Türkiye’de yönetmediğiniz
orkestra var mı?
Son yıllarda mutlulukla gözlemliyorum ki orkestralarımızın sayısı artmakta. Mutlaka yönetmediğim bazı orkestralar vardır. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı 40 yıla yakın hiç sezon atlamadan yönettim. 10 yılı aşkın süredir de müzik direktörlüğü görevini yürütüyorum. Çocukluğumdan beri benim için bir okul niteliğinde olan CSO’nun kariyerimdeki yeri çok önemlidir.
(Burada Rengim Gökmen’in çalışmalarını özetlemek isterim. Yönetici olarak yaptıklarının başında Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali, İstanbul Opera Festivali, Mersin ve Samsun devlet opera ve balelerinin kuruluşları, İstanbul Uluslararası Bale Yarışması... Ayrıca Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası ve Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrası’nın kuruluşlarında öncülüğünü yapmıştır. Ayrıca Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda öğretim üyesi.)
- Çoksesli müziğin durumu nasıl?
Bu konuya genellikle çok eleştirel bakılıyor. Son 70-80 yıl içinde çok mucizevi bir sıçrama kaydedildiğini düşünüyorum. 1941 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı’nda opera öğrencilerinin gerçek anlamda bir opera yapıtının ne olduğuyla ilgili olarak hiçbir fikri yoktu. Bu bakımdan nereden nereye geldiğimizle ilgili olarak hiçbir bilgisi olmayanların ülkemizdeki müzik sanatına ve kurumlarımıza yönelttiği acımasız eleştirileri anlayışla karşılayamıyorum. Şüphesiz daha iyi bir noktaya taşıyabileceğimiz problemli konularımız var. Ancak bunlara olumsuz bir gözle bakarak, kurumların iç dinamiklerini ve problemlerini bilmeden, nesnel bir bakış açısı getirmeden sorunları çözemeyiz. Yurtdışındaki benzerleriyle kurumlarımızın çalışma sistemlerini karşılaştırmak hatalı sonuçlara götürür bizi. Türk Beşleri olarak adlandırdığımız Cumhuriyet’in ilk kuşak Türk bestecileri ve daha sonraki kuşaklar önemli sayılabilecek eser mirası bıraktılar bize. Türkiye’de her kurumun, her alanın olduğu gibi bizim de eksiklerimiz ve sıkıntılarımız var. Düzeltilmesi gereken yönleri var sanat kurumlarımızın. Ancak şu anda ulaştığımız başarının küçümsenmemesi gerekir. Düşününüz ki Türkiye’nin doğusundan Japonya’ya kadar altı opera ve balesi, altı devlet senfoni orkestrası olan, festivallerle birlikte son derece zengin bir kültürel yaşamı olan kaç ülke var? Bunu Cumhuriyet döneminde gerçekleştirdiğimiz Atatürk aydınlanmasına borçluyuz.
Geleneksel müziğimizin yok sayılmasına karşıyım. Evrensel müziğimizin bu miras üzerine kurulacağını düşünüyorum. Ancak sanat müziği formunda yer almak için bunları aşarak çağdaş, en gelişmiş müzik teknikleri ile büyük tasarımlı müzikler yaratarak evrensel yüksek müzik çizgisini yakalamak gerekir. Ben İlhan Baran, Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin ve bütün Türk bestecilerinin bu alanda yaptıklarını saygıyla anıyorum. Gerek orkestralarımız gerek bestecilerimiz, solistlerimiz ve şeflerimizle önemli bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. Genellikle her alanda ileri gitmiş ülkelerle kıyaslayarak özellikle müzikte 500 yılı aşkın gelişim sürecine sahip ülkelerle kıyaslama yaparak olumsuz görüşler üretmemeliyiz.
- Bu akşam alacağınız onur ödülüyle ilgili ne söylersiniz?
Bu ödülün çok önemli bir farklılığı var benim için. Nejat Eczacıbaşı’nın girişimiyle kurulan İKSV gibi çok saygın bir kurumdan böyle bir ödül almak gurur verici. İlk yıllarındaki kurucu genel müdürü Aydın Gün’ün benim gibi daha kendini ispat edememiş bir şefi İstanbul Festivali’ne davet edişi benim için anılarımda çok özel bir yere sahiptir. Bu açıdan bu ödülü farklı bir gurur ve duyguyla taşıyacağım.
Paylaş