Cuma günü, bir jüri üyeliği görevi için bulundum İstanbul Radyosu’nda... Onlarca kez çıktığım merdivenlerden, hole girdiğimde kayıt yaptırdığım makineleri hatırladım tekrar. Orada eski radyoları, makaralı teypleri, zamanın tercih edilen müzik aletlerinin bulunduğu mobilyaları gördüm. Radyo koridorlarında prodüktörler, programcılar ellerinde makaralar, bir odadan diğerine koştururlardı. Portatif teyplerin markası Nagra’ydı... İlk kez radyo binasına Oktay Arayıcı’nın çağrısı üzerine gitmiştim. Alexander Solzhenitsyn’in Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığı 1970 yılıydı. Solzhenitsyn hakkında bir konuşma yaptım. O ilk adımdan sonra, kimisi aramızdan ayrılan, birçok insan tanıdım, dost edindim. Nursel Duruel, Mahmut Alptekin, Oray Tuğlan, Derman Bayladı ilk aklıma gelen dost yüzler... Teknik olanaklar elbette o zaman, bugünle mukayese edildiği zaman daha kısıtlıydı. 1970 yılından sonra, yine yıllar süren kitap programları yaptım radyoda. Önemli bulduğum kayıtları edinebilmek için Bologna Kitap Fuarı’na gittiğimde, Budrio’dan İstanbul’a iki makaralı teyp getirmiştim. Epey zor olmuştu, şimdi hatırlıyorum da... Zamanın teyplerini pikaplarını yeniden anımsadım. Bazıları hâlâ benim kütüphane evimde duruyor... İhtiyacım olan kitaplara bakmaya gittiğimde, bu cihazlarımı da kontrol ederim hâlâ. * * * ŞİMDİ bu anlattıklarımı tek bir alet, küçük bir bilgisayar kendi başına hallediyor. Dışarıdan alet taşıma dönemi bitti. Şimdiki kapıdan girince solda TRT Arşivi’nden Türk Müziği, Halk Müziği sanatçılarının CD’lerini alabilirsiniz. Saz eserleri de, fasıllar da en seçkin ve eski icralar bile arşivde bulunabiliyor. Kayıt stüdyolarından belleğimde kalan mikrofonun markası RCA idi. O zaman yayınlanan radyo dergilerinin kapaklarında çıkan sanatçı fotoğraflarının önünde muhakkak bu mikrofon görünürdü. O mikrofonun bir dönemle, en azından “Radyo Günleri”yle özdeşleşmesinin sebepleri arasında bile yer alabilir o fotoğraflar! Zamanın spikerlerini de anımsatalım. Şair Baki Süha Ediboğlu, Selahattin Küçük, Tarık Gürcan, Doğan Soylu... Muhlis Sabahattin’in Ayşe Opereti’ni gene radyo kayıtlarından dinledim. Arşiv kayıtları, insanın müzik zevkinin tarihini de yansıtıyor. Dinlediğim solistler, tanıdığım besteciler... Şimdiki pop yıldızlarının yerine o yıllarda çoğunlukla Türk müziği sanatçıları ilgi görüyordu. O zamanın kapalı ve açık hava salonlarında da onlar vardı. Gazinolar, canlı müzik sahneleri onlar için doluyordu. Radyo Günleri’nde öğretici programlar da çok dinlenirdi. Ediboğlu Türk müziği üzerine konuşurdu. Türkü öğreten programlarda Mesut Cemil konuşurdu. Radyo Günleri’nin çok önemli, bugün eşine az rastlanan bir özelliğinden söz etmeliyim. Spikerler, programlarda konuşanlar, gerçekten doğru, güzel bir Türkçe kullanırlardı. Şimdi bazı spikerleri dinlerken, ne zaman bir kelimeyi yanlış söyleyecek diye programı adamakıllı dinleyemez oluyorum. Daha doğrusu yanlış kullandığı kelimeleri saymaktan, programı unutuyorum... O zamanlar yanlış kelime kullanılacak kaygısı duymazdım/duymazdık... Çünkü Türkçenin büyük ustaları spikerlere konuşma dersi verirlerdi. Program sunucularının birçoğu da zaten edebiyat ve sanat dünyasından isimlerdi... * * * ŞİMDİ de iyi bir radyo dinleyicisi olduğum söylenebilir. Hatta teknolojinin nimetlerinden yararlanıp, internet üzerinden yabancı radyoları bile takip ediyorum... Binaların tarihi ile orada yaşayan insanlar arasındaki bağlar, izdüşümlerdi bugün aklımı çelen. Son haftalarda Hürriyet binasında da biraz bu duyguları yaşıyoruz...