Pınar Kür’ün Aşkın Sonu Cinayettir başlığını taşıyan, alışılmış deyimle nehir söyleşisini Mine Söğüt yazmış. Kitabın alt başlığı da şu: Pınar Kür ile hayat ve edebiyat.
Pınar Kür’ün ilk romanı Yarın Yarın yayınlanalı da 30 yıl oldu. Yayınevi, özel ciltli, numaralı bir baskı yayınladı 30. yıldönümü için.
Pınar Kür yaşamındaki gelgitler, renkli anılar, yaşamıyla romanı arasındaki paralellikler hiç kuşkum yok okurun fazlasıyla ilgisini çekecektir. Çünkü, sanatçı, yazar bir aile bireyidir.
Annesi İsmet Kür edebiyatçıdır, kardeşi Işılar Kür heykeltıraş, teyzesi tanınmış şair Halide Nusret Zorlutuna, yeğeni de gene yazar Emine Işınsu’dur. Öğretmen ana babanın kızı Pınar Kür, cumhuriyet kuşağının bütün yaşantısına yakından tanıklık eder. Cumhuriyet bayramları, idealist öğretmenler. Güzel bir anne, kıskanç bir baba. Ama ikisi de, klasik bir aile görüntüsü vermezler. Çünkü ikisi de kişilikli bireylerdir, ikisinin de tutkuları vardır.
Çocukluk döneminin Pınar Kür’ü yaşadıkları kentleri, mantık ve duygu dünyasının içinde anlatır. Nereyi sever, nereyi sevmez?
Bir yazarın yaşam günlüğü diye de nitelendirebileceğim bu söyleşi, onun hiç kuşkusuz edebiyatına, romanlarına, öykülerine yeni açılımlar getiriyor.
Söyleşinin belirgin özelliği, her an sanatı yaşayan, her an yaşama gücü taşıyan, karamsar olsa da içinde gizli bir iyimserliği taşıyan karakter Pınar Kür.
Yurtdışında öğrenim sırasında tanıklıklar, orada genç bir Türk kızının bakışları, bundan da ilgi çekicisi Türkiye’ye döndükten sonra karşılanışı ya da karşılaştıkları. İsmet Kür yeteneğine, gücüne güvenen bir cumhuriyet kadını. Böyle olmasa, İngilizce bilmediği halde iki kızını yanına alıp, İngiltere’ye gidebilir mi? Pınar Kür’ün ikinci yabancı ülkesi Amerika. İki ülkede de yaptıkları, yetişme koşulları, bir yazarın ardındaki birikimi sergilemesi yönünden beni heyecanlandırdı.
O, tiyatrocu olmak istedi ama; ne annesi, ne babası bu mesleğe girmesine müsaade etmedi. Ne demiş ailesi, bunlar geçicidir, yazı yaz ki yarına kalasın. O bu öğüdü dinlemiş ama, eş olarak da tiyatrocu Can Kolukısa’yı seçmiş. Tiyatro tutkusu oğlu Emrah Kolukısa’da devam ediyor.
Aşk onun için nedir, hatta bir ileri adım daha cinsellik. Kitaptan alıntılar bölümünde bu konudaki düşüncesini okuyacaksınız.
Tiyatro yazdı, okulda oynadı.
Çocukluk anıları içinde, benim belleğimde yer eden bölümlerden biri de, Işılar Kür’ün bebeğinin kolu kırılınca, polisin onu alıp Bebek Hastanesi’ne götürmesi.
Yurtdışında yaşayan insanların bir bölümü, önce dille sonra da ait oldukları kültürle ilgilerini keserler. Pınar Kür için böyle bir şey geçerli olamazdı, çünkü annesi ona sürekli Türk yazarlarının kitaplarını okutuyormuş.
Pınar Kür’ün politikayla ilgisi, Paris’teyken başlıyor. "Robert Kolej"de politik hiçbir şey yoktu," diyor.
Pınar Kür’ün ilk romanı Yarın Yarın’ın basılış serüveni de, yayıncılık dünyasına giriş açısından okunmalı. İlk olarak Attilá İlhan’ın seçimiyle Bilgi Yayınevi tarafından yayınlanmıştı. Söyleşide de yer aldığı gibi, çıktığı anda birçok övgü yazısı yayımlandı.
Yarın Yarın çıktığında, çeşitli çevrelerin tepkileri de, bugünün okuruna, 30 yılın ötesinden siyasal bir bakış açısı kazandırıyor.
Sonunda Ayvalık’ta bir ev alıyor; bir yazarın ev onarma serüveni, iyi bir öykü. Ayvalık’ın yeniden yazmasındaki rolü ne kadar, öykülerinde Ayvalık var mı? Yanıtını Aşkın Sonu Cinayettir’de bulacaksınız.
Yazar emekli olup da, sadece yazarak yaşar mı? Büyük kentlerden ayrılabilir mi? Mutlaka kente dönmek için bir neden bulur, Pınar Kür’de olduğu gibi.
Söyleşide, verilen yanıtların altında ve içinde, Yarın Yarın’dan bölümler bulacaksınız.
Bir yazarın yaşadıkları ile yazdıkları arasındaki kan bağının bir edebiyat yapıtında yeniden yaratılışının, kurgulanışının ustalık izini sürebilirsiniz.
İyi bir yazarın hem kişisel, hem edebi yaşamını okuyun, Mine Söğüt, okunma ritmi yüksek bir soru-yanıt düzenini başarıyla kurabilmiş.
KİTAPLARDAN
EVİMİZDE KAPI MÜSTEFİLATÜN VEZNİNDE ÇALINIR
Annem çok güzeldi, çok dikkat çekecek, konu komşunun dedikodu yapmasına yol açacak kadar hoş, farklı giyinirdi. Okulda öğrencileri onun hakkında şarkı uydurmuşlar, "Fuzuli’ye áşıktır, hem kibar, hem de şıktır," diye. Ayrıca içinde bulunduğu ortama göre çok kültürlü, çok iddialıydı. İlk şiir kitabı Yaşamak, daha Zonguldak’tayken yayımlandı. Daha önce yazdığı bir piyes Halk Partisi’nin açtığı yarışmalardan birinde, ikincilik ödülü almış. Divan şiiriyle çok içli dışlıydı. Evin içinde şiirler uçuşup dururdu. Işılar, "Tahammül mülkünü yıktın, Hülagü Han mısın, kafir?" şeklinde azarlandığını bile hatırlıyor. Bu arada ben, daha okumam yazmam olmadan, Názım’ın şiirini ezberlemeden önce, kendi kendime aruz veznini sökmüşüm. Albümdeki bir resme bakıp, "Bunlar kim anne?" diye sorduktan sonra, "Müstefilün!" diye bağırmışım. Bugün bile bizim evlerin kapısı bizler tarafından "müstefilatün" vezninde çalınır. Hatta bazı yakın dostlar, sevgililer de öğrenmiştir kapıyı öyle çalmayı.
MUHSİN ERTUĞRUL ÇOK BÜYÜK BİR ADAMDI
Amerika’dayken İngilizce yazıyordum, ama Türkçem de iyi durumdaydı. Annem hep Názım Hikmet’ler, Sait Faik’ler, Ahmet Hamdi Tanpınar’lar okutuyordu bize. Oradaki Türk ailelerin çocuklarına gönüllü hocalık yapıyordu, onlar dillerini unutmasınlar diye. O yüzden biz de hiç kopmadık dilimizden. Evde Türkçe konuşulurdu ama Işılar’la aramızda İngilizce konuşurduk. Ben özellikle dışarıda İngilizce konuşmaya dikkat ederdim, farklı bir ülkeden olduğumuz belli olmasın isterdim. Yabancı düşmanlığı az çok başlamıştı o yıllarda. Tabii kimse Türkleri tanımıyor, ülkenin yerini bile bilmiyorlar. Düşmanlık, Güney Amerikalılara karşı aslında, gene de İngilizceden farklı bir dil duyunca irkiliyorlar. Bu arada Muhsin Ertuğrul New York’a geldi, annem de eve davet etti. Onunla uzun uzun konuştuk, ben tiyatroya çok ciddi merak salmıştım, Stirdberg’ler, Ibsen’ler, Çehov’lar okuyorum; o bana bayağı adam muamelesi etmişti, on altı yaşında bir kızı hiç küçümsemeden oturup uzun uzadıya dinlemişti. Ben mesela Stirdberg’e çok hayrandım, o da İsveç’e gitmiş gençliğinde, Stirndberg’in karısıyla tanışmış, onu anlatıyordu; yok Rusya’da Çehov’un oyunları şöyle oynanıyordu filan... Hem bana kendi anılarını anlatıyor, hem de bir sürü nasihat ediyordu. Çok büyük bir adamdı.
AŞK BENİM İÇİN MUTSUZLUĞU İÇERİR
İnsan gençken aşkın tanımını yapmayı düşünmüyor ki, yaşıyor sadece ve biraz aptalca... Aşkın tanımını yapmak için onu birkaç kez yaşamak, yaşın da kırka gelmesi gerekiyor galiba. Gençken derin sandığın duygular aslında epeyce yüzeysel... Olanakların sınırsız, vaktin sonsuz sanıyorsun... Daha doğrusu pek düşünmüyorsun, hayatın bir sürü son içerdiğini aklına getirmiyorsun... Gene de, o zaman bilincinde değildim tabii, ileriki yıllarda yaptığım analizler sonucu anladım ki, aşk benim için her zaman mutluluktan çok, mutsuzluğu içermiş. En mutlu olduğumu sandığım anlarda hep mutsuzluğu beklemiştim. Son diye bir şeyi aklıma getirmediğim zaman bile bilinçaltımda bir yerde hazırlanıyormuşum sona. Bitmeyen aşk yok yani, ama bunu sonra konuşuruz.
DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ
Can DündarYüzyılın Aşklarıİmge
Peter WickeMozart’tan Madonna’ya (popüler müziğin bir kültür tarihi)YKY
Doğan SatmışGelecekte BiryerlerdeLiberte
Nüket EsenModern Türk Edebiyatı Üzerine Okumalarİletişim