Bu gelişimin nedeni, dün Ordu Belediyesi’nin düzenlediği, 2. Uluslararası Edebiyat Festivali, törenle başladı. Festival cumartesi saat 21.00’de sona erecek. Bu yılın festival teması: “Mübadele, Göç ve Edebiyat”. Festival komitesi, katılımların yazılarını da bir kitapta topladı ve tüm konuklara sundu. Festivale, Türkiye dışından Arnavutluk, Bulgaristan, Finlandiya, Hırvatistan, Macaristan, Makedonya’dan yazar ve şairler katıldı. Bilirsiniz, her zaman Anadolu’daki festivalleri, etkinlikleri, tiyatroları, operaları desteklememiz gerektiğini yazarım. Çünkü Türkiye coğrafyasına yayılmayan sanat, kültür, edebiyat büyük kentlerin tekelinde kalır ve evrensel işlevini yerine getiremez. Bunun için herkes üzerine düşen görevi yerine getirmelidir. Ordu’daki festivalin sponsorları aşağıdaki kurumlardan oluşuyor: Ordu Valiliği, Ordu Belediyesi, Ordu Üniversitesi, Çevirmenin Notu Dergisi, Kültürlerarası Şiir ve Çeviri Akademisi, Deniz Koruyucuları Derneği, Levent Kuyumculuk, Alâmet-i Farika. Ordu’da yalnız edebiyat festivali yapılmıyor. Geçen yıl Uluslararası 1. Taş Heykel Sempozyumu da düzenlendi. 2-22 Temmuz 2010 tarihinde düzenlenen bu önemli sempozyuma da ilgi oldukça büyüktü.
BİR kenti tanıtanlara sevgi duyarım. İbrahim Dizman’ın 20. Yüzyılda Ordu (1900-1999) kitabını hemen okumaya başladım. Yıl yıl bir şehrin tarihini anlatan kitap, ilgiyle okunması gereken bir şehir günlüğü. Önemli adların yer aldığı kitap, siyasetten spora kadar hepsi hakkında bilgi veriyor. Kurumların tarihi de önemli bilgileri oluşturuyor kitapta. Siyasetçiler, Ordu’ya yaptıkları ziyaretlerinde neler söylemişler, neler yapmışlar? Bunların bile kaydını tutmuş Dizman. Bir kenti sevmenin ona kendini adamak olduğunu bence bu tür çalışmalar gösterir. Her ilin böyle bir belgesel çalışmaya ihtiyacı vardır. Hem olaylar, hem bu kente hizmet verenler unutulmazlar arasına girerler bu sayede. Dizman’ın önsözünden bir bölümü beraber okuyalım: “Ordu’yu sevmek, bugünün aslında yarının başlangıcı olduğunu bilmek ve ona göre davranmaktan geçer. Günübirlik yaşamlar, yalnızca kendinin, bireyselliğinin çemberinde savrulup gidenler bu gerçeği yakalayamadan unutulmaya mahkûmdurlar. Bugün hangi konumda, hangi makamda ve saygınlığın hangi katında olurlarsa olsunlar, bu gerçek değişmez. Çünkü kentlerin bir gizli eli vardır ve o elde de bir kalem. Yazar durur. Yazılanlar, yıllar sonra birden gün ışığına çıkıverir. Kim, nasıl, nereden, bu bilinmez. Ama hep öyle olagelmiştir. Her kent kendi tutanakçılarını arar ve bulur: hazinesinin başında oturur. O hazineye kimin ne kattığını yazdırır. Bir şeyler katabilecekken katmayanları da yazdırır. Hatta o hazineyi yoksullaştırmak çabası içinde olanları da. 20. Yüzyılda Ordu kitabı, ordu kenti hazinesinin yalnızca bir bölümünü, son yüzyılını yansıtma amacını taşıyor. Okunduğunda görülecektir ki bu kitap oluşturulurken benim rolüm büyük ölçüde sadece olayları bugüne taşımaktan ibarettir. Başka bir deyişle olaylar, kişiler hakkında yorum yapmaktan kaçındım. Eğer yazılanlara yorum varsa, bu o dönemdeki gazetelerin ya da başvurduğum diğer kaynakların yorumudur.” Dizman’ın kitabında bazı bölümler var ki, ilgimi çekti. Örnek vermem gerekirse: “Yıl 1924 İhsan Bey Sineması hizmete açıldı. Deniz Subayı olan İhsan Bey, Avrupa’da gezdiği kentlerde gördüğü salonlara benzer bir yapıyı Ordu’ya kazandırmak amacıyla bu binayı yaptırmıştı. Şimdi OBKT binasının hemen yanında yapılan bu binanın Viyana Opera binasının benzeri olduğu söylenir.”
KARADENİZ bana sonsuzluk hissi veren belki de tek deniz. Yalnızlık hissini, dalgaların tekdüze uğultusu artırıyor. Karadeniz’e bakmak, o hırçın dalgaları birbiri ardına kıyıyı döverken izlemek, benim gibi sahilli denizlere alışan biri için denizi yeniden yorumlama ihtiyacı hissettirdi. Ordu’dan yazacaklarım henüz bitmedi.