Paylaş
Gerçi medyanın birçoğu, onun yaşayıp yaşamadığı ile zaten ilgilenmiyordu. O yüzden böyle bir eleştirinin havada kaldığının farkındayım.
Edebiyatçılığını bir yana bırakın -ki mümkün değil- yarım yüzyıldır gazetede yazan, basın tarihinde saygın bir yeri olan, günlük yazıya edebiyatın lezzetini katan bir gazetecinin ölümünün de mi haber değeri yok?
Birbirinin tekrarı dizilerin, sade suya tirit konuşmaların ekranları işgal ettiği bir ülkede, demek ki usta bir edebiyatçı ve gazetecinin ölümü haber değeri taşımıyor.
Nedense, biz ortalıkta görünmeyen kişileri yok sayıyoruz. Oysa bunca kitabı olan, edebiyat ve basın tarihimizde saygın bir yeri olan bir adı herkesin anımsaması, gereken saygıyı, ilgiyi, sevgiyi göstermesi lazım.
Cumhuriyetçi bir aydın, Atatürkçü bir yazar, çağdaş Türkiye’nin zarar görmemesi için çırpınan bir yazar için program yapmaya değmez mi?
Tanımayanlara, unutanlara, unutulmayacak biri olduğunu hatırlatmak, onun değeri üzerine sayfalar yapmak, programlar düzenlemek medyanın toplumsal görevleri arasında değil mi?
Şöyle bir açıklama getirenler olabilir: Belki, Oktay Akbal’ı okumamışlar, adını duymamışlardır, diye... Böyle bir cehaleti affetmem mümkün değil.
Özellikle televizyon yöneticileri, program yapanlar, bir bilene Oktay Akbal nasıl bir yazardı diye sorabilirlerdi en azından. Bunun ayıbı yok ya! Aksine sormamak, öğrenmemek ayıp.
Benim gibi, yakın dostlarım gibi kişilerin neden televizyon seyretmediklerinin yanıtı bu sürekli ihmalde, bu bilgisizlikte yatıyor.
Oktay Akbal’ı ele alan, anlatan bir belgeseli olduğunu sanmıyorum. Nasıl çalışırdı, nasıl yazardı, ailesi ve çalışmaları hakkında derli toplu bir bilgi neredeyse yok! Bunca ad arasında, neden Oktay Akbal’ın bir nehir söyleşi kitabı yok örneğin? Olması gerekirdi! Ama artık çok geç.
* * *
OKTAY AKBAL’ı kötü sözle anan kimseye rastlayamazsınız. Gezen tozan biri değildi. Eviyle işi arasında, bazen dostlarıyla buluşan; münzevi değilse de yazısıyla baş başa kalan, yaşayan biriydi. Cumhuriyet’te her gün görüştüğümüzü sık sık yazdım. Türk Dil Kurumu’nun Dil Kurultaylarında, birlikte bulunduk. PEN’in yönetim kurulu çalışmalarında bir dönem beraberdik.
Az önce söyledim. Oktay Akbal’ın ölümü bir kere daha ortaya koyuyor ki; yazarlarımızın belgeselleri yapılmalı. Özellikle devlet, bunu görev edinmeli.
Yaşarken bıraktığımız eksiklikleri, bari ölümünden sonra tamamlayalım.
İki dost yazar, Oktay Akbal’ın ardından hislerini şu sözlerle aktarıyorlardı.
Ali Sirmen, 42 senelik dostu için şunları söylüyor:
“Oktay Akbal benim çocukluğumun yazarı. Gençliğimin seçkin gazetecisi ve her daim usta bir öykücüydü. Ama bunların ötesinde can dostum, kader yoldaşım, sevgili arkadaşım, ağabeyimdi Oktay Akbal. Gazeteciliğiyle yazarlığıyla olduğu kadar öykücülüğüyle de çok seçkin bir yere sahip olduğunu herkes bilir ama bir de unutulmaması gereken bir husus var ki, kırk iki sene yan yana yazarlık yaptığım bu insan, Oktay Akbal iyi ve candan bir insandı. Marifet suçumuz insan olmak diyecek kadar iyi insan olabilmek, ne mutlu ona.”
Bir usta, bir ustayı büyük bir edebi vefa göstererek anlatıyor.
Selim İleri’nin Akbal için söyledikleri adeta edebiyat tarihine not düşmek gibi: “Oktay Akbal ilk gençliğimden bugüne en önemli en büyük ustalarım arasındaydı. Çok uzun yıllar onun öykülerine sonsuz bir hayranlık duydum. Hep onun gibi yazmaya özendim, nice öyküsü nice denemesi bana anlam kattı. Edebiyatımızın gerçekten çok büyük bir kaybı.”
* * *
UMARIM medya, popülerlik hastalığından kurtulur da gerçek değerleri es geçmemeyi öğrenir.
Paylaş