Mahpushane çeşmeleri kurudur

Hapishane sözü ürkütücüdür, düşündürücüdür. Dünya ve Türk edebiyatında, düşünce yaşamında birçok kişi günübirlik fikirlerle uyuşmadıklarından; yarına dair konuştuklarından, yazdıklarından hapishanelere düşmüşlerdir.

Türk edebiyatının önemli adları hapishanelerde yıllarını geçirmiştir. Bizim ülkemizde birçok kişi, yıllarca hapishanelerde yatmıştır.

Hapishane nasıl bir yerdir, tarih içinde geçirdiği değişimler nedir?

Emine Gürsoy Naskali - Hilal Oytun Altun’un editörlüğünü yaptığı Hapishane Kitabı, insanlığın ayıbı bir mekánı bütün yönleriyle işleyen uzmanların yazılarının toplamı.

Elbette Michel Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu kitabı, Názım Hikmet, Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, İbrahim Balaban, Sevgi Soysalgibi isimlerin yazdıkları da konuya dair ilk bellek anımsatmaları. Bahsettiğimiz kitap da bu listeye ekleniyor.

Emine Gürsoy Naskali, Giriş’te kitabın niteliğini özetliyor:

‘Hapishane Kitabı, hapishane kavramını ve olgusunu araştırmak, özellikle kendi tarihimizde ve kültürümüzde hapishane ile ilgili konuları belgelemek, hapishane araştırmalarına ve bir ihtisas alanı olarak hapishane çalışmalarına dikkat çekmek amacıyla hazırlandı.’

‘Hapishanelerdeki intihar olayları hep şaibe konusu olmuştur’
diyen Naskali 27 Mayıs 1960 sonrası yaşananları da duygusal bir bağla söz konusu etmektedir.

Hapishane Kitabı, bizim için bilimsel açıdan da bakılsa, acı tarihi gerçeklerle doludur.

Kuramlarla başlayan kitap hapishane argosu ile son bulmaktadır.

Bugüne dair az çok bilgi kaynakları bulabilen okurlar, Osmanlılarda Hapis Olayları’nı, Kalebentler ve Cezirebentler incelemelerini okuyunca, genel tarihe, siyasal toplumsal tarihe daha başka gözle bakacaklar, daha bilgili yaklaşacaklardır.

Tanin Muhabiri Ahmet Şerif Beyin Notlarında Osmanlı Hapishaneleri başlıklı bölümü okuyanlar, dönemin hapishanesinde mahkûmla hayvan arasında bir fark olmadığını, insana yapılan zulmün, daha okurken iğrendiren derecesini göreceklerdir.

Düzce hapishanesini tasviri ne kadar can yakıcı:

‘Bu süprüntülük mezbahaya, hükümlü ve diğerleri ile birlikte doksan yüz insan tıkılmış bulunuyordu. Artık durumu ve görünüşü düşününüz. Savcının deyişiyle, gerçekten buraya inek gibi girenler, eğer kaderlerinde varsa, sinek gibi çıkıyorlar...’

Mahkûmları, cezaevi ortamını, çocukları ayrı başlıklar atında okuyabilirsiniz.

Mehmet Narlı’nın Hapishane Şiirleri incelemesi, Názım Hikmet, Sabahattin Ali, Necip Fazıl Kısakürek, Osman Yüsel Serdengeçti, Attilá İlhan, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ahmed Arif, Faruk Nafiz, Can Yücel gibi adların üzerine kurulmuş. Ben buna başka adların da eklenerek tamamlanmasını bekliyorum.

Mekánın Getirdiği Ün bölümü tartışılabilir. Hiç kuşkusuz hapishanede şiir yazmak, onun edebi niteliğini tayin eden bir ölçü değildir. Ama genç kuşak içinde de birçok değer, hapishane deneyiminden sonra, edebi niteliği yüksek şiirler yazmışlardır.

Şaban Sağlık’ın Modern Türk Edebiyatında Bir Değişim-Dönüşüm Mekánı Olarak Hapishaneler incelemesi, sanırım bu konuda iyi bir çalışma sayılmalıdır.

Hapishane Kitabı’nı okuyunca; tarihi süreç içinde bu mekánları, mekánla insan ilişkisini değişik açılardan değerlendirecek malzemeyi bulabilirsiniz.

Hapishane Kitabı

Editörler: Emine Gürsoy Naskali-Hilal Oytun Altun

Kitabevi


Bir kuşağın hapishane edebiyatı

Metis
yayınlarından çıkan ve Sezai Sarıoğlu, Aytekin Yılmaz’ın hazırladığı Hapishaneden Şiirler adlı kitabın Önsöz’ünde Müge İplikçi, Aytekin Yılmaz ve Sezai Sarıoğlu bu önemli çalışmaları için bazı notlar düşmüşler:

‘Hapishanede yazılan öykü ve şiir konulu bir proje başlatmak, Türkiye gibi bir ülkede hiç kolay değil. Hapishanelerdeki sorunlarla ünlü bir ülkede yaşayanlar, bu gerçeği yakıcı biçimde duyumsar ve anlar. Yapacağımız çalışmada yaşayacağımız tüm zorluklara karşın hapishanelerde yazan yeni bir kuşağın varlığını biliyorduk. Bu kişiler yazdıklarını, dergilere ulaştırarak, mektuplara sığdırarak, dışarıya çıkararak ürünlerin firarını gerçekleştirmişlerdi. İçeriden sesler geliyordu, bizim tek yapmamız gereken bu sesleri duyarak, sese ses vermekti.’

Seçenler yapılması gereken bir ölçütü benimsediler, bir ortalama tutturma kaygısıyla seçmediler, özgün bir sese sahip olanları yeterliydi.

Başka bir görüşlerine de katılıyorum, çünkü ileriye dönük potansiyeli düşünmek, bir genç edebiyata önceden olanak tanımaktır.

Gerek Hapishaneden Şiirler gerek Hapishaneden Öyküler’e seçenlerin de belirttiği gibi, sadece edebiyat ölçütleriyle bakmayın ama bir gerçek de var ki, o adlar arasında birçok kişi edebiyat dergilerinde, sanat eklerinde ürünlerini yayınladılar.

Ancak bu şiir ve öykülerin önemi, hapishane yaşamı içinde, o ruh haliyle yazılmasıdır. İleride Türk edebiyatının bir başka sesi, özelliği olabilirler.

Önceki kuşakların hapishanede yaşarken yazdıklarını belki bu öykü ve şiirlerle karşılaştırabilirsiniz, her kuşağın hapishane hayatının ruhlardaki izdüşümünün değişikliğine, farklılığına dikkati çekmek için.

İki kitabı da okuyun, edebiyat/hapishane ikilemi içindeki, yaratıcılığın özgünlüğünü sezin.

Edebiyat severlerin değil, Türkiye’de yaşayan herkesin bu seslere kulak vermesini istiyorum.

Hapishaneden Şiirler

Hazırlayanlar: Aytekin Yılmaz, Sezai Sarıoğlu


Hapishaneden Öyküler

Hazırlayanlar: Aytekin Yılmaz, Müge İplikçi


KİTAPLARDAN

Cezaevlerinde cinsel taciz ve tecavüz

Cezaevlerinde cinsel taciz ve tecavüz olayları her iki cinsiyetten, tüm hükümlülerin karşı karşıya kaldığı bir sorundur. Konu suçlulara karşı gerçekleştirilen bir şiddet olayı olduğunda kamuoyunun yaklaşımı daha duyarsız olabilmektedir. Bir kişinin suç işleyerek cezaevine girmiş olması maruz kaldığı şiddeti hak ettiği anlamına gelmez. Bu yanlış düşünce, ufak suçlardan cezaevine girmiş olan bir kimsenin, infaz sürecinde, ikinci bir ceza olarak, cinsel suç mağduru haline gelmesine sebep olmaktadır ki, bu durum yasal olmadığı gibi, adil de değildir. Cezaevinde tecavüze uğrayan mağdurlara yönelik bir başka yanlış inanış ise, onların eşcinsel eğilimli olduklarıdır.

(İrem Akduman, Gökhan Oral,

Hapishane Kitabı)


Uykusu bölünen çocuklara

Çok ateşim var yine. Çocukluğumdaki gibi ağlamaklı bir bakış gelip yerleşiyor yüzüme ateşle birlikte. Okuduğum kitabı, arasına parmağımı yerleştirerek tek elimle tutuyorum. Örtünün altına kaydırıyorum ‘Küçük Prens’i. Usulca gözyaşım şakağımı dolaşıp saçlarımın arasına kayıyor. Aynı ıslaklığın üzerinden birkaç damla daha. Devamı yok, olmayacak... Saçlarımın içinde yitiriyorum o birkaç damla gözyaşının bıraktığı ıslaklık hissini.

Kitabın arasından parmağımı çekmedim henüz. Okuduğum son cümleler kafamın içinde dolanıp duruyor: ‘Bu gece gelme. Acı çekiyormuşum gibi olacak... Biraz da ölüyormuşum gibi.’ Belki de doğru anımsayamıyorum, muhtemel ki yazar böyle sıralamamıştır sözcükleri. Ama kurulu cümleler benim artık, istediğim gibi sıralarım.

(Nergiz Gün Uzun, Hapishaneden Öyküler)

Dağlar kuşatır kendi yalnızlığını

Dağlar kuşatır kendi yalnızlığını / Kekliğin kanadında, gelinciğin morunda / Ağır ağır birikir şafağın kanı / Ve birden akar göğün ufuklarında

Kekliğin kanadında, gelinciğin morunda / Hasret türkümü söyler, benim türkümü / Ve birden akar göğün ufuklarında / Geç kalmış ırmakların tümü

Hasret türkümü söyler, benim türkümü / Ve ben elbet hasretin türküsünü söylerim / Geç kalmış ırmakların tümü / Uzak ikindileri sızlatan terim



(Barış Yıldırım, Hapishaneden Şiirler


DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

Ne Janti Abimizdin Sen Necati Abacı’ya Armağan Fotoğrafevi

Bizans’a Yolculuk John Ash Albatros

Mahşerin Üç Kitabı Özdemir İnce Doğan

Kadınlara AcıyınHenry de Montherlant Alkım

Uluslararası Düzeyde Yasaların ÇatışmasıRona Aybay/Esra Erdoğan Bilgi
Yazarın Tüm Yazıları