Lütfi Özkök’ün portreleri

DÜNYACA tanınmış, sanat, edebiyat dünyasının birçok önemli adını, Nobel Ödülü’nü alan yazarları çekmiş iyi fotoğrafçı Lütfi Özkök’ün Portreler sergisi İstanbul Modern’de açıldı.

Haberin Devamı

Geçen perşembe günü sergiyi küratör Demet Yıldız ve kurumsal iletişim müdürü Begüm Güven’le birlikte gezdim.

Lütfi Özkök’ün portreleri

(Doğan Hızlan kendi portresinin önünde)

Daha önce hakkında yazmıştım, İstanbul’da tanışmış, sonra da Orhan Pamuk’un Nobel Ödülü’nü aldığı yıl da evinde ziyaret etmiştim.

Müzenin duvarlarına onun yaşamını, meslekteki çalışmalarını yansıtan açıklamalar konulmuştu. Her kitabın, her sanat eserinin, elbette her fotoğrafın yazılma, yaratılma, çekilme öyküsü vardır. Daha önce Lütfi Özkök’le ilgili bir kitap yayımlanmıştı.

Sergide okuduklarımdan bir seçme yaptım. İsveç’te yaşadığı için onun yaşamından kesitler okura da, ziyaretçiye de bilgi verecek özellikler taşıyor.

Haberin Devamı

Bilgilerin çoğu Osman İkiz’in sergide yer alan yazılarından derlendi. Editörlüğünü Nilgün Uzun Uluocak’ın yaptığı kitaptan satırlar da burada yer aldı.

Şiire nasıl başladı?

Lütfi Özkök’ün portreleri

KRALLARIN DEĞİL ŞAİRLERİN SANATÇILARIN FOTOĞRAFÇISI

Lütfi Özkök’e bakıyorum. Saçları ağarmış, dalmış gitmiş. Karşıdaki filmi mi seyrediyor? Başka şeyleri mi? Bunca yıl geçmiş aradan. Sabahattin Kudret, Salâh Birsel; Sait Faik, Nahit Ülvi, Naim Tirali... Bol bol kahkaha atıyor. Hele tavlada düşeş gelince! Sanki zaman geçmemiş. 40’lardan bugüne. Altmış yıl mı? Kalkıp Paris’e. Orda Anne-Marie ile aşk. Derken İsveç’e gidiş. Türlü işlerle yaşam kavgası. Sonra, o eski fotoğraf makinesiyle birbirinden güzel resimler. Yazar portreleri. Kısa sürede dünya ölçüsünde bir ün... Muhsin Ertuğrul’la bir konuşmamda Lütfi’nin (Özkök) şair olduğunu söylemiştim. “Şimdi anladım niye o kadar başarılı fotoğraflarında” demişti. İsveçli bir şair “Özkök tarafından resmi çekilmek bir rütbeye erişmek” diyordu. Herkes değil, krallar, prensler değil, tüccarlar, zenginler değil, yalnız şairler, sanatçılar girer onun objektifinden içeri...

Haberin Devamı

Lütfi Özkök’ün portreleri

NÂZIM HİKMET’LE TANIŞMA

(...) Artur Lundkvist’in eşi (Maria Wine) telefon etti. “Nâzım Hikmet Uluslararası Barış Konferansı için Stockholm’e geldi; görmek istemez misin?” diye sordu. Görmek istemez miydi? (...) Konferansın o günkü oturumu kapanınca hep birlikte Gamla Stan’daki Fransız restoranı Cattelin’e gittiler. Lütfi (Özkök) unutmamış, kamerayı yanına almıştı. Kapının önünde Nâzım’ın fotoğrafını çekti. Nâzım Hikmet 1959’da yine geldi. Lütfi’ye (Özkök) telefon etti ve aramadığı için sitem etti. “Arkadaşları bul ve hemen Malmen Oteli’ne gelin” dedi. Ancak Lütfi (Özkök), arkadaşlarına ulaşamadı. Otele yalnız gitti. Yarım saat sohbet ettiler. Lütfi (Özkök) o sırada Medborgarplatsen meydanında Nâzım Hikmet’in portrelerini çekti. Bugün Nâzım Hikmet’le ilgili birçok kitabın kapağında ve afişlerde kullanılan, o gün Medborgarplatsen meydanında Lütfi’nin (Özkök) çektiği o fotoğraftır. Nâzım Hikmet (Floransa’daki konferansın) katılımcıları arasında ilgi odaklarından biriydi. Yanına sürekli olarak birileri geliyordu. O da uygun gördüğü yazarları, şairleri fotoğraflarını çekmesi için Lütfi’ye (Özkök) getiriyordu. “Üç kez karşılaştım. Sormaktan çok dinlemeyi seviyordu. Dinlerken de bütün dikkatini veriyordu. Soru sorarken ise sesinin tonu hep yumuşak, arkadaşçaydı. İnsana tepeden bakan bir hali kesinlikle yoktu. Ama öyle çarpıcı bir görüntüsü vardı ki ona bakan insanların gözlerindeki hayranlık ve saygı açıkça görülüyordu. Bana Moskova’ya gelmem için acele etmemi söyledi. Acaba, artık son zamanlarını yaşadığını düşündüğünden mi yoksa rejimin gene Stalin dönemine dönüşüp kendisinin güç durumda kalacağından mı korkuyordu bilemiyorum. Ne yazık ki tekrar görüşmek kısmet olmadı.”

Haberin Devamı

Lütfi Özkök’ün portreleri

RENE CHAR’IN CANAVAR GÖZLERİ

“Kapıyı uzun boylu, geniş omuzlu, ızbandut gibi biri açtı. Gözleri canavar gibiydi. Korkudan bacaklarım titremeye başladı. ‘Ne istiyorsun’ dedi. Ben bir Türk şairi ve fotoğrafçısıyım. Sadece sevdiğim yazarların ve şairlerin fotoğraflarını çekiyorum. Sizin fotoğraflarınızı da çekebilir miyim? ‘Şimdi arkadaşlarımla yemek yiyorum. Bir saat sonra gel’ dedi. İçerde arkadaşları yoktu ama biraz düşünmek istemişti herhalde. Bir saat sonra kapıyı öncekinin tersine güler yüzle açtı. Çok sevdiği kedisiyle birkaç fotoğrafını çektim. Sonra oturup biraz konuştuk.” “Char’ın yeri, hem şair, hem insan olarak piramidin en üstündedir. Benim için ağabey gibiydi. Evine her gidişimde bir üniversite bitiriyordum. Hasta yatağında birkaç akşam bana Anna Ahmatova’dan, Marina Tsvetayeva’dan, Osip Mandelştam’dan uzun uzun söz etti. O sohbeti hiç unutmam. Hep baskıya uğrayan insanların yanında oldu. Başını hiç eğmedi. Başını eğmemesi yüzünden Paris sürrealistlerinden de koptu. Ama sürrealizm idealine her zaman bağlı kaldı. Savaş sırasında direniş hareketinin en ön safında elinde silah savaşmıştı. O zaman takma adı Yüzbaşı Alexandere idi. Ben de ona ‘Kaptan’ derdim.”

Haberin Devamı

Lütfi Özkök’ün portreleri

DAĞLARCA İÇİN NOBEL LOBİSİ

1974’te Artur Lundkvist, eşi Maria Wine, Lütfilere (Özkök) akşam yemeğine geldi. Artur ve Maria Wine bir süre İstanbul’a gitmişler, Lütfi Özkök’ün arkadaşlarıyla tanışmışlardı. İstanbul anılarından söz ettikten sonra Artur Lundkvist, birden bir öneri ortaya attı. “Artes’te Türk şiirinden örneklere yer vermek istiyorum. Fazıl Hüsnü Dağlarca hakkında övücü sözler duydum. Birkaç şiirini çevirir misiniz?” Lütfi (Özkök), bir şair olarak Fazıl Hüsnü’den nasıl etkilendiğini anlattı: “Fazıl Hüsnü bizleri çok etkilemiş bir şairdir. Benim kuşağımda etkilenmeyen yok gibidir. Çok sevindim Artur.” Artur (Lundkvist) bir ricada daha bulundu: “Oktay Rifat, çok ilginç sempatik bir kişi. İstanbul’da onunla tanışmış olmaktan çok memnun kaldık. Galiba iyi şairmiş. Merak ediyorum. Onu da çevirir misiniz?” “Çevirdiğimiz şiirler Artes’in ikinci sayısında yayımlandı. Çok güzel sunuldu. Hem Fazıl Hüsnü’ye hem de Oktay Rifat’a genişçe yer verdiler. Çok mutlu olmuştuk. Derken Coeckellbergh Yayınevi’nin sahibi Rene Coeckellbergh telefon etti. Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı yayımlamak istediğini söyledi. Artes’in etkisi hemen görülmüştü. (...) O sevinç ve umutla Dağlarca’dan yeni şiirler çevirmeye başladık.” “Kader mi demek lazım, kısmetsizlik mi bilemiyorum. Dağlarca’yı yayımlamak isteyen, aynı zamanda editörlük de yapan yayınevinin sahibi ölüverdi. Dosyaya koyduğum kırk yedi şiiri başka yayınevlerine götürdüm ama ilgilenmediler. Hatta karşılaştırıp daha iyi fikir edinebilirler diye Talât Halman’ın İngilizce çevirilerini de bizim İsveççe çevirilerle birlikte sundum. Galiba Artes’in yarattığı heyecan sönmüştü. Aradan iki yıl geçtikten sonra ve birkaç yayınevinden olumsuz cevap alınca dosyayı rafa kaldırdım. Ya Fazıl Hüsnü İsveç ruhuna hitap etmiyordu ya da biz çeviride başarılı olamamıştık. ”

★ ★ ★

Haberin Devamı

TÜRK ve dünya edebiyatının portrelerini bir arada göreceğiniz önemli bir sergi.

Lütfi Özkök’ün portreleri

NEYE BENZER BU İSVEÇLİLER

Lütfi (Özkök), çevirilerin yanı sıra, bir süre sonra Yeditepe dergisine İsveç Mektupları başlığı altında aylık yazılara da başlamıştı. Yazılarında İsveçli şairlerden, edebiyatçılardan, yeni akımlardan söz ediyor, Türkiye’deki okurlara tanımadıkları bir dünyanın penceresini açıyordu. (...) Bir gün Yeditepe’yi çıkaran Hüsamettin Bozok’tan bir mektup geldi: “Yahu bu adamlar hakkında yazıyorsun, şiirlerini yayınlıyoruz ama millet merak ediyor. Neye benzer bu İsveçliler? Fotoğraflarını da gönder de şu İsveçlileri bir tanıyalım.” “Yahu adamlar fotoğraf vermeye hazır ama para istiyorlar. Para nerede? Hüsamettin Bozok’tan nasıl isteyeceksin burada ajanstan aldığın fotoğrafın parasını? Pahalı olmasından dolayı fotoğraf yayımlayamadığını nasıl anlatacaksın Türk okuruna? Çaresiz Anne-Marie’nin amatör kamerasını aldım elime. Oturttum Lasse Söderberg’i karşıma. Çektim portresini. Böylece İsveç’te ilk tanıştığım, beraberce çeviriler yaptığımız şair arkadaşım Lasse Söderberg’in portresiyle o sırada bugünkü halini hayal etmediğim arşivin ilk adımını atmış oldum.”

Lütfi Özkök’ün portreleri

ŞEYTANIN FOTOĞRAFINI ÇEKMEK

Samuel Beckett’i fotoğraflarını çekebilmek için ikna ederken midesine sancı girmiş, şakaklarından boncuk boncuk terler akmıştı. André Malraux’nun fotoğrafını çekerken de bacaklarının titrediğini hissetmişti. (...) Fransız yazara fotoğrafını çekmek istediğini mektupla bildirmişti. Malraux yanıtlamakta gecikmemişti: - Yarın 11.00’de bakanlıkta -Palais Royal- bekliyorum. Ertesi gün André Malraux’nun çalışma odasına giderken Lütfi Özkök’ün, sinirleri yay gibi gerilmişti. André Malraux’nun “Hoş geldin” sözleri de hiç sakinleştirici bir tonda değildi: “Şeytanın fotoğrafını mı çekmeye geldin?!” Lütfi Özkök, ‘evet’ demek üzereyken toparlandı; ama ne diyeceğini de bilemedi. Gülümsemeye çalışarak, geçiştirmeye çalıştı. “Puslu, yağmurlu bir havaydı. O gergin halimle spot lambaları doğru dürüst yerleştirmeye çalışırken ne olduysa 500 vatlık lamba mum ışığı gibi yanmaya başladı. Meğer Palais Royal’de elektrik 110 voltmuş. O zayıf ışıkta objektifin hızını azaltarak fotoğrafları çektim. O fotoğraflar birçok gazete ve dergide yayımlandı. Portrelerden biri ölümü üzerine özel sayı çıkaran dergilerden birinde kapak resmi olarak basıldı. Hakikaten şeytan gibi bakışları vardı.”

Yazarın Tüm Yazıları