TÜRK sine-masının büyük ustası Ö. Lütfi Akad’ın vefatından sonra, sinema dünyasından ünlü adların, eleştirmenlerin yazılarını okudunuz.
Onu tanımak için, öğrencisi İbrahim Türk’ün hazırladığı Lütfi Akad’ın anılar kitabı Işıkla Karanlık Arasında’yı salık vereceğim. Sinemaya girişinden başlayıp son çalışmalarına kadar ayrıntılı bir yaşam öyküsünü bu kitapta bulabilirsiniz. Kitap ilk yayınlandığında, Mayıs 2004’te, televizyon konuşması için bize geldiğinde söylediklerini anımsıyorum: “Ellerim tutmuyor, gözlerim eskisi gibi görmüyor, film çekemiyorum, böyle yaşamak neye yarar?” Aşağıdaki yazı anılar kitabının açıklayıcı öğesi sayılabilir: “Bellek denen seksen altı yıllık o tıkış tıkış istiften sinema ile ilgili silinmemiş im’leri ayıklayıp yazmaya çalışacağım. Bunlardan bir sonuç çıkarmak, bir yoruma varmak işim olmayacak. Söyleyebileceğim tek şey şu: ‘İşte elli yedi yıllık sinema serüvenimin, yaşamımda ışıklı karanlık arasında bıraktığı izlenimler bunlar.”
İbrahim Türk’ün kitabın başında yer alan; Lütfi Akad’ın ‘Talebesi’ Olmak yazısından bir bölüm: “Klasik öğretmen gibi değildi. Az konuşuyordu. Öğrenci değil de talebe (talep eden) olmamızı bekliyordu. Ve öyle olduğumuzda, her zaman dünyaya merakla bakan gözleri daha bir parıldıyordu, değer verdiğini hissettiren bir yakınlığı usul usul kuruyuveriyordu. Söylediği her sözün ve söylemediklerinin, yaptığı ve yapmadığı her hareketin altında yaşamla sınanmış büyük bir deneyimin olduğu hemen fark ediliyordu. Görmüş, geçirmiş, incelemiş kişiliğiyle bir bilge gibiydi.” Anıların başında, onun kişiliğini tanımlayan bir alıntı: “Hiçbir şey çocuğun hayal dünyasına benzemez. Hep çocuk kalmak istedim... Kaldım da...” Türk sinemasının tarihini, oyunculardan yönetmenlere kadar birçok kişiyle ilişkileri de bu kitapta sergileniyor. Onun anılarında ne kendine övgü ne de başkalarına karşı yöneltilmiş yergi var. Anıların ne böbürlenmek ne de başkalarını küçümsemek olduğunu bu kitaptan okuyacaksınız. Akad’ın sinemamızdaki yerini elbet sinema eleştirmenleri yazacak, ama bir sanat adamının, kurucu, hoca bir yönetmenin yaşamını bilmek, sinemaya dair çok şey bilmek demektir. Anıların ad dizinine baktığınızda, sinema dünyasının birçok ünlü kişisinin burada yer aldığını göreceksiniz. O kitaptan bir bölümü okuyalım. Yılmaz Güney’le tanışmasını: “Beyoğlu’nun tam göbeğinde olduğum için kişisel ziyaretçilerim oluyor. Bir gün açık kapının önünde bir gölge beliriyor. “Ne var?” diyorum, uzun boylu, zayıf, kısa kıvrık saçları, derinden bakan kara gözleri her şeyi ele kavruk bir genç iki hafif adımla odanın ortasına varıyor. Onu daha önce görmüşlüğüm yok, tanımadığım kesin ama gene de yabancı değil. Kısa bir süre bakışıyoruz “Ben Yılmaz Güney” diyor. Adının yaygınlığını duyuyorum, vurdulu kırdılı filmlerde oynadığını, eksilmeyen seyircisinin onu yere göğe koyamadığını, çok tutulduğunu... “Ben Adanalıyım ağabey” diyor, “Yıllarca sinemalarda, film işletmelerinde çalıştım, senin filmlerinle beslendim. İstanbul’a gideceğim, onun filminde oynayacağım, beni çok beğenecek düşleri kurdum” diye ekliyor. “Kısmet değilmiş, ben bıraktım” diyorum. “Yok ağabey, daha çok filmler yapacaksın, hem de burada, beraber yapacağız” diyor.
KARALAMA DEFTERİ’ndeki anılar kitabı nedeniyle yaptığımız çekimlerde, Atıf Yılmaz da bulunmuştu. Atıf Yılmaz, onu yönetmenliğe Akad’ın sevk ettiğini söylemişti... Kitaptan söz açmışken, ne yazık ki baskısı tükenmiş olan iyi bir çalışmadan da söz etmeliyim. Sinema eleştirmeni ve tarihçisi Âlim Şerif Onaran’ın yazdığı Lütfi Ö. Akad kitabı, AFA Yayınları arasında çıkmıştı ve büyük ustaya dair önemli bir çalışmaydı. Belki ustanın ölümü dolayısıyla baskısı tekrarlanır.
YENİDEN bu kitaplar basılırsa, sanırım kurucu ve büyük bir ustayı genç kuşak tanımış olur. Ayrıca televizyonların, kültür merkezlerinin de açıklamalı Ö. Lütfi Akad toplu gösterileri düzenlenmesini öneriyorum.