12. İstanbul Bienali’nin ilham perisi Felix Gonzalez-Torres’e “Hedef kitlen kim?” diye sorduklarında, tek bir ad söylüyor: “Ross”.
Ünlü sanatçının ‘partner’i.
Shakespeare’den Elif Şafak’a, Fuzulî’den küçük İskender’e kadar, önemli yazarlardan aşk-sevmek temalı bir antoloji yapsam, başına bu konuşmayı alırdım. Önsöz’de Bige Örer, bu yılın küratörleri Adriano Pedrosa ve Jens Hofmann’ın çalışmalarının çıkış noktasını neden bu sanatçıya dayandırdıklarını yazıyor: “İstanbul Bienali’ni uzun süredir yakından takip eden küratörler Adriano Pedrosa ve Jens Hoffmann, bu büyüklükteki bir şehirde bienalin izleyiciyle nasıl bir ilişki kurabileceği üzerine fikir yürütürken ilham kaynaklarını bir diğer büyük ve kaotik şehirde, New York’ta yaşamış ve çalışmış bir sanatçıda, Felix Gonzalez-Torres’de buluyorlar: Bienalde sanatçının yapıtları yer almıyor, ama serginin başlığı ve alt başlıkları onun yapıtlarını takip ediyor, serginin görsel kimliği Felix Gonzalez-Torres’in minimal estetiğine gönderme yapıyor, en önemlisi, serginin felsefesi onun düşüncelerini, İstanbul bağlamına yerleştirmek üzerine kurulu.” İki küratör, bienalin özelliğini Giriş’te açıklamışlar: “12. İstanbul Bienali sanatla siyaset arasındaki zengin ilişkiyi araştırıyor ve hem biçimsel bakımdan yenilikçi hem de siyasi anlamda sözünü esirgemeyen yapıtlara odaklanıyor.” Cinsellikten politik söylemlere kadar, geniş bir alandaki yavan anlayışları yok eden günceli de sığlığından kurtarıp estetize eden yapıtların olduğu bir bienal. İnsanı kendisiyle baş başa bırakan, günahlarını itirafa sürükleyen, bir ruh harakirisi yaratan yapıtlar. * * * MİNİMALİZM’in en düşündüren örneklerini de görebilirsiniz. Minimalizm için -en- aza indirgeme diyebilir miyiz? İtiraz eden varsa, göreceğiniz kimi eserlerde bana hak vereceksiniz! İki John heykelini gördüğümde, insan nasıl da bir çağrışımlar, imgeler okyanusunda kulaç atıyor, diye düşündüm. Vize sözünün, kelimesinin hepimizin zihninde yeri vardır. Acıklı bir kelimedir! Küreselleştiği söylenen dünyada, hâlâ sınır kapılarının olması ve buradan geçmek için kırk dereden su getirilmesi, henüz en azından zihniyet olarak küreselleşilmediğinin bir ispatı belki de. Meriç Algün Ringborg’un, “Tüm Eksiksiz Vize Başvuru Formları Kitabı (2009-2011)”. Bütün dünyanın serüvenini bu kitaba topluyor. Gerek politik, gerek sanatsal, gerek tarihsel göndermeleriyle! Cevdet Erek’in cetvelleri, darbeleri, dünyayı değiştiren tarihleri, bienal yıllarını, geceyi, gündüzü.. ayrı ayrı belirten farklı sistematiğiyle sanki belleğimize kazımak için yapılmış. Hangi rakamlar var cetvelin üstünde? 1923-1960-1971-1980-2009. Ateşli Silahla Ölüm bölümündeki karma sergi, adını Gonzalez-Torres’in eserinden alıyor. 17 Temmuz 1989 tarihli Time dergisinde yayımlanan “7 Ölümcül Gün”de, 1-7 Mayıs arasında öldürülen herkesin kimlik bilgileri var. Sergi, hem büyük ustaya göndermelerle onun etki alanına değiniyor hem de başka özgün işler yaratmanın alanı oluyor. Bisan Abu-Eisheh’in Evcilik Oyunu sizi etkilemiyorsa, insanlığınızdan şüphe etmelisiniz. Kudüs’te yıkılmış evlerden toplanmış eşya, hepsi bir enkazdan çıkarılmış. Evlerin enkaz olma sebebi ise bomba! Camekânlar içinde sergilenen parçaların nereden geldiğini belirten bir harita da yer alıyor. Bienalde beni en çok mutlu eden, yılların içinde unutulan iyi bir fotoğrafçının Yıldız Moran Arun’un (1932-1995) fotoğraflarının sergilenmesiydi. Özdemir Asaf’ın da eşi olan bu iyi fotoğrafçıyla, şairin şiirlerini yayına hazırlarken bir buçuk yıl birlikte çalıştım. Zarif, görgülü, sanatçı bir kişiliği vardı. Onun fotoğraflarını, sonsuzluğa sabitlediği an’larını görünce Türk fotoğrafında, kayıp bir cevheri keşfedeceksiniz. O, Türkiye’nin bu alanda resmi eğitim gören ilk kadın fotoğrafçısıydı. Fotoğraflarını mutlaka görün. * * * BİENAL gezmelerini sürdüreceğim. Okurlarıma bir hatırlatmada bulunayım: 13 Kasım’da bienal bitiyor, bu sanat şöleninden yoksun kalmayın.