BÁBIÁLİ yokuşundan -Ankara Caddesi mi desem- yukarı doğru çıkıyorum.
Yıllar öncesini anımsayarak, Sirkeci’den yukarıya zaman zaman yaptığım yolculuklardan biri. Cemal Süreya’nın 99-Yüz’de benim için yazdığı günlük serüveni yaşamadan. Yani Konyalı’ya uğramadan, acıbadem kurabiyemi almadan.
Bildik semtlerin tarihi bizde ne çok değişiyor, göçebeliğin izdüşümü her yere sinmiş. Ne aynı binalar, ne aynı dükkánlar.
Acaba mağazaların, dükkánların kapısında ‘...dan beri’ yazısını ne zaman göreceğim.
Yıllardır tavaf edercesine önlerinden geçip vitrinlerine baktığım, heyecanla içeri girip yeni bir kalem modelinin cazibesine kapıldığım kırtasiyecilere can gözüyle bakıyorum.
Dolmakalemler artık birer mücevher... Káğıtlar sanki eşi bulunmaz papirüs...
Yeni bir kalem, yeni bir káğıt gelmiş mi? İçeri girerim, sorarım, o gün değilse ertesi gün mutlaka alırım.
Birden sağımda aşina olduğum bir binanın kapısında hüzünlü bir levha: Kiralık.
Kanaat Kitabevi’nin binası. Kapının üstünde bir tarih 1896.
Bugün belli bir yaşa gelen herkes, o kitabevinin vitrininde Faik Sabri Duran’ın Büyük Atlas’ını hayal edeceklerdir.
Benim gibi hálá küçük cep ajandalarını kullananlar Takvim-i Ragıp’ı alıyorlar mı acaba?
Kanaat Kitabevi’nden gözümün önündeki tek sima, İlyas Bayar.
* * *
SAHİ Semih Lütfi’nin káğıt küfü kokan dükkánının da artık olmadığını söylemedim.
Yukarı çıkarken, Viláyet’in karşısındakie yayınları’nın penceresine bakardım, içerde Aydın Emeç ile Cengiz Tuncer, dostlarıyla yeni bir kitabı tartışırlarken selamlaşırdık.
Yeni Dergi’ye, de yayınevi’ne bizim kuşak çok uğrardı, Memet Fuat’ı görmek, onunla konuşmak için.
Hanın altındaki lokantada mutlaka tanıdıklardan birine rastlardım.
Yayıncılar, kitapçılar o zaman tezgáhın arkasında, kasanın başında otururlardı, Remzi Kitabevi’nin sahibi Remzi Bengi’yi, Hilmi Kitabevi’nin sahibi İbrahim Hilmi Çığıraçan’ı yokuşu inip çıkarken görürdüm.
O zaman bilgisayarlar yoktu; ama bilgisayar gibi kitap belleği olan insanlar vardı, Ahmed’i, Ergin’i unutmak ne mümkün.
Bir yazarın kitabını isteyin, dükkánda olup olmadığını bilirler, yoksa nerede bulacağınızı söylerler, hatta sorduğunuz konuda size bir bibliyografya çıkarırlardı.
Pazar günleri o caddeye hüzün çökerdi. Kitapçı dükkánları kapalı olurdu. Sadece açık olan, ucuz lokantalar ve sinemalardı...
Sirkeci’nin ahalisi pazar günleri değişirdi. Sanki Bábıáli bir günlüğüne oraları halka açardı.
Pazar günleri, ana caddede, arka sokaklarda dolaşmayı hep sevdim. Terk edilmişlere, terk edilmişliklere olan düşkünlüğümden.