Keşke o fotoğraf konsaydı

DÜN, Cumuriyet’te yayımlanan bir fotoğraf ve resimaltı beni çok etkiledi, duygulandırdı.

Neydi o fotoğraf?

Çok saydığım, sevdiğim Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer veda ziyaretlerinden birinden dönerken yolda Emin Çölaşan’a rastlıyor, konvoyu durdurup, arabadan iniyor ve Emin’e; "Son derece üzgünüm, geçmiş olsun" diyor. Emin Çölaşan da, "Şaşırdım tabii. Çok gururlandım, güç kazandım" sözleriyle duygularını aktarıyor.

Keşke Hürriyet de kullansaydı o fotoğrafı diye geçirdim içimden. Ama ertesi gün Hürriyet’in internet sitesinde gördüm, çok sevindim. Üstelik beş manşetten biriydi.

Cumhurbaşkanı’nın bu tavrı çok hoşuma gitti.

İki tarafı da tanıdığım için bu tablo bende silinmeyecek, belleğime yerleşen duygusal bir iz bıraktı.

Emin Çölaşan’ı yakından tanıyorum.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i yakından görenler ona saygı ve sevginin oluşturduğu bir hayranlık duyarlar.

Cumhurbaşkanlığı ödülleri seçiciler kuruluna beni alarak onurlandırmıştı.

Önceleri bazı saygın ödül törenlerinde karşılaşmıştım, çok kısa konuşmalar geçmişti aramızda.

Dışardan bakar, onu tanımazsanız, hakkında doğru yargıya varamazsınız. Ne yazık ki böyle yanlış yazılar yayımlandı hakkında.

Birlikte bir masada oturdum, yemek yedim, konuşmasına, kültürüne, birikimine, esprisine, cana yakınlığına, içtenliğine bir kez daha hayran oldum.

Bu niteliklerini bildiğim için de Emin Çölaşan’a karşı davranışı beni şaşırtmadı, aksine tutarlığının yeni bir örneğini verdi.

Herkesi de etkilediğini biliyorum.

* * *

YILLARDIR
tanıdığım, okuduğum, sevdiğim Emin Çölaşan hakkında bilgim var. Bana gelen e-postalardan çıkan sonuç, benim gibi herkesin de onu okuduğu, sevdiği gerçeği.

Bu bir yazar için çok önemlidir, övünülesi bir husustur. Bir gazete için de önemli olduğunu eklemeliyim.

Emin Çölaşan’ı da taşımak bir gazete için kolay değildir. Onu ancak Hürriyet’in gücü taşıyabilir. Bu bir güç ve başarı ortaklığıdır.

Ben inanıyorum ki, Emin’in buradan ayrılışının nedeni siyasi değil.

Báb-ı Áli’nin yarım yüzyıllık canlı tanığıyım. Bu ayrılıklar her gazetede, her dönemde yaşandı.

Çetin Altan, İlhan Selçuk, Hasan Pulur ayrıldıkları gazetelere yeniden döndüler. Bunun da tanığıyım. Hepsi de Báb-ı Áli’nin efsaneleşmiş adlarıdır.

Gazetelerin döner kapılarının özelliğidir, çıkarken girersiniz.

Sadece tanıklık yapmadım. Ayrılmaları, dönüşleri ben de yaşadım.

Kendim de bu kuralı uyguladım, adını andıklarım da. Geçmişe sevgi ve saygıyı hiç unutmadım, unutmadılar.

Önemli olan, ayrılıklardan sonra, kurumların ve kişilerin birbirlerine olan saygı ve sevgilerini kaybetmemeleridir.

Ben Aydın Bey’i de yakından tanıdım.

28 Şubat’ta hükümetten gelen baskılara, askeri kanadın isteklerine direndi, yazarların yazma özgürlüğünü savundu. Yazılarına ne dokundu, ne dokundurttu.

Örnek vermeliyim.

Refahyol, Aydın Bey’den Emin Çölaşan ile Uğur Dündar’ın yazılarına son verilmesini istedi.

Aydın Bey, "Hayır" dedi.

28 Şubat’ta askeri kanat, Yavuz Gökmen’in gazeteden uzaklaştırılması için baskı yaptı.

Aydın Bey, gene "Hayır" dedi.

Bu örnekleri bildiğim, tanığı olduğum için, Aydın Bey’in siyasi baskıların etkisi altında kalarak el sıkıştığına inanmıyorum.

Elbette her ayrılıkta duygusallık rol oynar. Bunu çok iyi bilirim.

* * *

TANIKLIĞIMIN, inandıklarımın, tanıdıklarımın izdüşümünde bir dipnotu sayın bu yazıyı.
Yazarın Tüm Yazıları