Bölük Pörçük, Türk tiyatrosunun, Türk sinemasının çok önemli oyuncularından Tuncel Kurtiz’in yaşamından izdüşümler.
Elbette başarısı sınırları aşan bir büyük oyuncunun yaşamı içine, Türkiye tarihinin önemli adları, şairleri, oyuncuları, tiyatrocuları da girer.
Nedir Bölük Pörçük’ün bellekte kalan tadı?
Bir sanatçının tutkusu, inadı, direnci, onuru, ısrarı.
Kurtiz’in üslubunun sizi hemen saracağını iddia ediyorum. Çünkü bir oyuncunun kaleminden çıkan bu metin, onun aynı zamanda iyi bir yazar olduğunun da göstergesi.
Bazı sayfalarda ben kendimi o metnin içinde bir oyun kahramanı gibi duyumsamaya başladım.
Bölük Pörçük’te her şeye rağmen varolmuş, yaratmış bir kuşağın da gergefi var. Acıyla, sabırla, dayanışmayla dokunmuş.
Türk tiyatrosunun, onu bölen siyasal hançerlerin, yok olan/edilen insanların yüzleri birer birer fotoğraflarda ve benim belleğimde yeniden canlanıyor.
Türkiye’de, Anadolu’nun bir şehrinde, bir kasabasında, Stockholm’de, Berlin’de, New York’ta hep aynı Tuncel Kurtiz.
Tiyatronun ardına düşen, parayı düşünmeyen, kazanan yerine ebedi mağlup biri.
Ne var ki bütün bunlar bir aktörün günlüğü. Tiyatro değil sadece; şiir, edebiyat, edebiyatçılarla dostluklar.
Okurken, birden bir şehrin tiyatro salonuna girersiniz, birden bir şairle arkadaşlığın sayfaya taşan şiiriyle karşılaşırsınız.
Hiç kuşkusuz bütün bunların ötesinde, onun sinema dünyasındaki eşsiz yerini başta Yılmaz Güney olmak üzere dostluklarını, arkadaşlıklarını bulursunuz.
Kurtiz, kitabında içtenlikle kronolojik bir hayat hikáyesi anlatmıyor. Çünkü böyle bir metni yazmaktan sıkılırdı, bizim de okumaktan sıkılacağımızı çok iyi bildiği gibi.
Ancak, bir tiyatro oyuncusunun serüveni nedir? Siyasetin getirdiği yasaklamalardan ekonomik darboğazlara kadar, yarattığı karabasanlara nasıl tahammül edilebilir?
Devr-i Süleyman’dan Názım Hikmet’e, Umut’a, Otobüs’e kadar bir çok kişinin belleğinde kazılı duran oyunlardan ve filmlerden unutmadığımız bir isim Tuncel Kurtiz.
Yeni kuşak onu Şeyh Bedrettin ve Memleketimden İnsan Manzaraları’nda gördü, yurtdışında tanınan, ödüller alan bir sanatçıyı yeni görmenin üzüntüsünü yaşadı.
Cahit Irgat, Özdemir Asaf, Can Yücel alkolle pekişen gerçek dostluklar. Bir tek bu dostlukta kötülüklere analık yapamadı içki.
Bütün dünyayı dolaşan bir tiyatro gezgininin özel ve sanatsal maceraları içinde Muhsin Ertuğrul, Haldun Dormen, Kámran Yüce, Erol Günaydın, Ayberk Çölok, Asaf Çiğiltepe var.
Hayatla tiyatro nerede çakışır nerede ayrılır? Çoğu zaman fark edilemez. Aynı Tuncel Kurtiz’in Bölük Pörçük’ünde olduğu gibi. Onun da hiç kuşkusuz sahnede mi, yoksa bir evde mi, yoksa bir turnede eski bir arkadaşının evinde mi ayırdığını sanmıyorum.
Hayat hikáyelerinin ekseninde genellikle benmerkezci tavır, çevredeki insanları flu bırakır, oysa Kurtiz öyle yapmamış, hepsine de sahnede olduğu gibi hayatında da başrol vermiş. Hiçbirinin sahnesini çalmamış.
Şimdi bir tiyatro/sinema adamının nasıl yetiştiğini, seyirciler de, bu alanın genç kuşağı da merak eder. Onun tiyatro için neler düşündüğünü, nelere katlandığını, usta yönetmenlerle nasıl çalıştığını, hep kendini beğenerek değil beğenmeyerek, daha da iyisi olmalı diyerek bir meslekte doruğa çıkan yolu öğreniyoruz.
Meslek yaşamında iki duygu arasındaki gelgitler beni etkiledi. Duygusal, hüzünlü çıkışlar ama tiyatro, sinema adamının her şeyi terk ederek o yolda yürümesi, mesleğine sadakatinin bir göstergesi.
Bölük Pörçük’ü okurken, bence, birden kendi hayatınızın çalkantılarıyla bir paralellik kurabileceksiniz, içinizdeki sanatçının isyanlarını açığa çıkaracak satırlarla karşılaşacaksınız.
Tuncel Kurtiz’in Bölük Pörçük’ünü okuyun, hem iyi bir sanatçının hayatından önemli anları öğrenirsiniz, hem de yetişme koşullarını.
Seçilmiş fotoğraflar kitabı zenginleştiriyor.
Kuşağımdan olduğu için bana birçok kişiyi, oyunu, filmi yeniden anımsattı.
DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ
Kate Atkinson - Acayip Hisli - Okuyanus
Bernard Lewis - Hata Neredeydi? - Oğlak
Oğuz Demiralp - Gönderilmemiş Kartpostal Yazıları - Sel
Sermet Sami Uysal - Yahya Kemal - Toroslu
Metin Cengiz - Hayat, Edebiyat, Siyaset - Everest
KİTAPTAN
Tiyatrocu oldum, sevdiğim beni bıraktı
...İşte o zaman Dion der ki -Dion Dionisos’tan geliyor-, ‘Antonis ise Saint Antoine tarafından ‘Sevgi bir kelimedir, arsız, aşınmış bir kelime, hayal et, ne pahasına olursa olsun, her kapıdan hayat dilenir.’
Ondokuz yaşında bir delikanlı için bu lafları söylemek kolay değil ama yine de direniyoruz söylemeye!
O gece yuhalandık Dram Tiyatrosu’nda. Ama gene de Beyoğlu’nda , yanılmıyorsam Bekar sokağın oralarda Şitat Hamburg diye bir lokanta, şarap, menekşe, aşk içinde mağlubiyetimizi galibiyete çevirdik. Arkasından Metin Serezli, Güneş Uğurlu, Filiz Uygur ki onun adını Elif Oykur diye yazıyorduk. Çünkü o felsefe okuyordu, ben hukuk okuyordum ama birbirimizi seviyorduk. Sonra ben tiyatrocu oldum. O da beni bıraktı. Ama aşk vardı. Fotoğraflar onlarda kaldı.
Ben gitmeseydim Umut gösterilemeyecekti
Birdenbire Cannes Film Şenliği’ndeyim. Umut filmi gösteriliyor. Gönenç, Henrike, Geni ve Anna beni Münih otobüs garından aldılar. Ben İstanbul’dan Bosfor Turizm ile çıktım. Babam, İstanbul Vali Muaviniydi. O uzattı pasaportumu. Edirne’den çıksın demiş, şube müdürü arkadaşı. Ben otobüsle Arif Keskiner, yani Çiçek Arif bir bavulun içine doldurduğu Umut filminin kopyasıyla uçakla hareket ediyor Cannes’a.
Film coşkuyla karşılandı. İyi ki gitmişim. Çünkü ben gitmeseydim film gösterilemeyecekti. Bobinler karmakarışık sarılıp bavula konmuştu. Filmi bilen tek insan bendim orada. Doğru sıralama yapana kadar canımız çıktı ama yetiştirdik filmi. Film Locarno’dan da isteniyordu. Üstelik yarışmada önemli bir rolü olacaktı. Fakat Yılmaz filmi kaçırmaktan yargılanmaya başlayınca, filmin bu şansları da yarıda kalmış oldu. Yılmaz gerçekten çok erken bir adamdı. Çok daha büyük işler için hazırlanıyordu.
Yazık ki rüyalarını yanında götürdü. Rüyalar, geleceğe dair çalışmalardan ne yazık ki bir eser yok. Buna karşılık yaptığı politik eylemler çok. Keşke tersi olsaydı diyorum.
Kaz Dağı’na yolculuk
Sonra abi hep aşk, aşk ve evlendim. Karımla büyük bir aşk içindeyim. O da bana aşık. Kaz Dağı’na doğru yola çıkıyoruz. Kaz Dağı’nda ‘İlyada’yı yeniden yazıyoruz. O zeytin ağaçlarının binlerce yıl önceki insanın macerasına şahit olduğunu biliyorsun artık. İşte Achilleus bu çayda sulamış atlarını. Paris burada çobanlık yaparmış. Selman Farisi Sarı Kız’la burada birlikte olmuş. Kibele’nin dağı. Burada yaşanacak, yaşamak demek, yani yaşamanın bir parçası demek, tiyatro demek, sinema demek, müzik demek. Hayatımın sonuna kadar hep bir yaratma duygusu içinde yaşayacağım. Az zaman kaldı, çok iyi çalışmak lazım. Sağlıklı olmak lazım. Yaşamak güzel şey abi.
Çoğalarak ölenler
Cahit Irgat ‘Ortalık’ kitabıyla yüreğime bıçak gibi saplanmıştı. Bir taraftan Orhan Veli ‘Nasıl unuturum seni ben vesikalı yarim’ bir tarafta Cahit Irgat. Can Yücel ‘Cahit ki bu alemde sağlıklı bir kanserdi. Cahit ki haksızlığa karşı üreyen hücrelerdi. Yorgun develer gibi çöktüğü Dormen şölenlerinde bile siz paranızı ben kendi kendimi yerim derdi. Cahit zaten azalarak yaşayanlardan değil, çoğalarak ölenlerdendi’ diye anıyordu Cahit’i...
Can Yücel, Cahit Irgat ve Ben. Ben uçarı delikanlı, iki koca ustayla ne güzel günler geçirdim. Onlar bana arkadaş gibi davranırlardı. Özdemir Asaf da. Özdemir Abi derdim. Bana ‘abi’ deme. ‘Peki abi’ deyince de ‘hastir oradan’ derdi. Cahit Abi’yle sabahlara kadar oturup, onu dinliyordum. Ben gene işsiz kalmıştım. Erol da işsizdi. Cahit Abi Kenterler’le çalışıyordu.