Paylaş
Ece Ayhan, kişisel şiir antolojimin yirmi dört ayar örneklerinden saydığım, 'Bir elişi tanrısı için ağıt' şiirinde soruyordu:
‘‘Kantocu peruz sahiden yaşadı mı patron?’’
Kalan Müzik'in çıkardığı Kantolar (1905-1945) CD'sini dinlerken şiirin imgesi bir nesir cümlesine dönüşüverdi:
Evet Ece, kantocu Peruz sahiden yaşamış...
Kantolar'ı, ben, nostaljik bir ruh hali içinde dinlemedim doğrusu.
Son dönemlerini bildiğim bir türün ses çağrışımları beni siluetlere götürüyor. Şarkıcı-dinleyici ikilisininin platonik ama eylemi çılgıncasına arzulayan, insanın kendisine bile açıklamaktan korktuğu cinsel fantezilerin örtük dünyasına çekip götürdü beni.
Filozofun deyişiyle, seks denilen zalim efendi, o zaman da bir salon dolusu insanı, kanto aracılığıyla esir etmişti.
Kantoların, gerçek hayattaki yerini sezebilirseniz, nostaljinin nüksünü önleyebilirsiniz.
Genç kuşak kantoyu, ramazan ayında televizyon programlarından tanır.
Orada, soldurulmuş bir insan tarihinin izdüşümü yansır ekrana.
Kantolar, bu ses güzelliklerimizi, bir anı olarak değil, bir belge olarak saklama bilincine sahip yazarların, müzikçilerin, eleştirmenlerin emeğiyle gerçekleştirilmiş.
Mevlüt Akyıldız'ın resimlediği kitapçık, sanatların dostluğunun ebediliğini bir kez daha ispatlıyor.
Eski albümlerden koparılmış fotoğrafların arasında bir ressamın rengarenk dünyası.
Kantolar, bana bir başka kara plağımı anımsattı. Bir festivaldeki temsil için Mozart'ın Sihirli Flüt operasının sahne tasarımlarını ünlü ressam Oskar Kokoşka yapmıştı. Ben o plağı dinlemeden önce, desenlere hayranlıkla bakar, inceler, rengin sesi etkilediğine karar veririm.
***
UĞURLARINA bıçaklar, usturalar çekilen, tabanca atılan kantocular, zamanın bütün kadın idolünün tanımını taşıyor. Etine dolgun, az dekolte, müzik kadar görüntüleriyle de iç gıcıklayan.
Bugün, Beyaz Gerdan adlı bir güfte sizi etkileyebilir mi? Oysa zamanında nice canlar yakmış, nice ocakları söndürmüştür bu güfte.
Belki de zamanın ayak takımından, beyzadelere kadar cinsel libidolar üzerine araştırma yapmak isteyenler, kantocular albümünü gözden geçirmelidir.
Cemal Ünlü'nün, kantoyu orta sınıf kent kültürü, İstanbul kenti ürünüydü yargısına katılmamak elde değil.
Gerçekten, ince beylerle en aşağı sınıftakilerin buluştuğu, İstanbul'a ait bir alaşım.
Her alaşım gibi fonksiyonunu yerine getirip, değişen zevklerin seline kapılıp yok olmuştur.
Sesler, bende, birdenbire kadrajı belirsiniz bir tabloya dönüşürler.
Localardan atılan çiçekler, elbet Ece'nin dediği gibi, bir fotoğrafın arabı olarak yaşar hepimizde.
Eğlencenin yüzeyselliğinin ardındaki gerçekler her tarihi olay gibi nostaljinin dramatik yanını hatırlatır bana:
‘‘Zarife Hanım, Direklerarası geleneğinin son büyük seslerinden biridir. Kantoyu bıraktıktan sonra bir ilaç fabrikasında ambalajcı olarak çalışmış, dönemin kantocuları gibi unutulmuştur.’’
***
PAZAR günü bu CD'yi dinlerken, keyfinize göre bir kadeh içki de içebilir, kantoya eşlik ederek 'Prozit' diyebilirsiniz.
Paylaş