Paylaş
Şiirini de, kendisini de sevdiğim Refik Durbaş, hayatla şiiri arasında öylesine sağlam bağlar kurmuştur ki, gündelik yaşamımızda mutlaka onun bir dizesi belleğimize düşer.
Çok sevdiğim bir sözünü yinelemek isterim:
“Günübirlik yaşarım ama günübirlik yazmam.”
Kendi yazdıkları dışında Mehmet Âkif Ersoy ile Tevfik Fikret’i bugünün diline aktardığı kitaplar da başka şairlere nasıl baktığını, nasıl değerlendirdiğini göstermektedir.
Duyarlılığın soylusu vardır onun şiirlerinde, ikisi bir arada bağdaşır mı bilmem ama hüznün ironisi kendine özgü bir şiir dünyası yaratmasını mümkün kılmıştır.
Şayeste, Refik Durbaş’ın annesine ithaf ettiği kitap.
“Anneme, Şayeste’ye (1923-1966) özlemle.”
Kitabın ilk şiiri Sığınak’ın başında da bir ithaf var:
“Kardeşim Fahri’ye.”
Şayeste’deki Zemheri şiirinden dizeler:
“Yalnızlığımla küfleniyorum
zemheride kar güneşine göm beni
Arama, telefon kullanmıyorum
adresim de yok artık
yalnızlığımdan başka
arkası kuşlu bir aynaya
suretini nakşettim
ne zaman aynaya baksam
kendimi değil de
suretini görüyorum
Acı buharlaştı ruhumda
zemheride güz yağmuruna göm beni”
Bir şairin ölümünden sonra, birçok övgü yazısı yayımlanır. Yazılar çıkar, onu anmak, değerini göstermek için. Onun şiiri hakkında yazmak, ününü, önemini kalıcı kılar.
*
BİR şairin bazı şiirleri vardır ki sizin hayatınızla örtüşür, düşüncenizin, anılarınızın şiire dönüşmesidir.
Cağaloğlu’nda çalıştığım dönemde, Altın Kitaplar Yayınevi’nin bulunduğu sokakta, tekstilciler vardı. Hemen hemen bütün hanların kapısında aynı yazıyla karşılaşırdınız: “Çırak Aranıyor”.
Refik Durbaş’ın meşhur şiirinin adı.
Toplu Şiirler’in birinci cildinin başında, ‘Kitaplara Girmeyen İlk Şiirler’ yer alıyor.
Çalışanın, işçinin dünyası bir ideolojinin eşliğinde sunulmadan yazıldığı için etkili oluyor.
Onların yalın duyarlılığı, acının onuru, yazdıklarına sevgi ve saygı duymamızı sağlıyor.
İyi bir şair kendi okurunu da yaratır, bir kitleye hitap eder. Özellikle çok bilinmeyen, hayatı işlenmeyen bir kitle bulur. O zaman da onlarla örtüşür. Buradaki ustalığa değinmek gerekir. Yazdığın insanlar da seni okur. O dünyayı bilmeyenler de şiir gerçeğinde onların dünyasını kavrar.
Bilirsiniz şiirde yalınlıkla basitliğin karışımı en tehlikeli karışımdır. İşte Refik Durbaş’ın ustalığı, yalınlığı basite indirgememesindedir. Beyazıt’ta üniversiteden çıktıktan sonra, Redhouse kitabevine giderken, tespihçilere rastlar, kehribar tespihlere bakardım.
Şair, Beyaz Kehribar’ı yazdığında, o yolda görmediklerimi onun şiiriyle fark ettim. Her tespih çektiğimizde bu dizeleri anımsayacağız:
“Tesbih yontuyorum acının madeninden
her bir tanesi gözbebeği kadar
ipliği ibrişimden
simsiyah
mavi damarlı, narin, deseni hüzne ayarlı
- Bu iş akşama kalmaz biter usta”
Menzil adını taşıyan Toplu Şiirler’in ikinci cildinin ilk şiiri, Yol Kavuşumu:
“Yolları sevmenin, uzun yola çıkmanın şiirlerini yazmak
isterdim
Bir hüzünden bir sevince, bir şiirden bir yaşama, bir sevdadan
bir başka kara sevdaya gidip gelmenin...
Yol boyunda, kar üstünde çıplak ayak izlerinin şiirleri
Nereye gitse yüzünde kelimeler uçan yaralı kuş seslerinin
şiirleri”
Kırık Ayna adını taşıyan Toplu Şiirler’in üçüncü cildin ilk bölümü Gözbebeğim İstanbul adını taşıyor.
İstanbul’u bir başka şiir tadında görmek istiyorsanız, bu şiirleri okuyun.
İstanbul üzerine şiir yazmak, bir sınava girmek gibidir. Bu şehir için o kadar çok şiir yazılmış ki, bu yarışı kazanmak zor.
Refik Durbaş bu yarışı da kazanarak, sınavdan geçmiş.
Efsanelerin Kardeşi’den dört dize:
“Şiirin kapısını değil de
yazının penceresini
İstanbul âşığı Evliya Çelebi’nin
rehberliğinde aralayalım”
*
REFİK DURBAŞ’ın şiirlerini okuyun, şimdi değil her zaman. Çünkü iyi şairin/şiirin vakti geçmez.
Refik Durbaş’ın bütün kitapları Islık Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.
Paylaş