Paylaş
Sermet Muhtar Alus, 1887’de İstanbul’da doğdu, 1952’de yine İstanbul’da öldü. Aslında magazin basını İstanbul’un, gerçek İstanbul’u yansıtmayan semtlerini seçiyor yazmak için. Çünkü ilgilendikleri kişiler oraya gidiyor. Bu semt de genellikle Pera oluyor. Yani kozmopolit bir semt.
Elbet Tanzimat’tan bu yana oranın kültürü önemli ama diğer semtlerin, başta Tarihi Yarımada olmak üzere, bir ülkenin kültürünü, yaşama biçimini oluşturan semtleri de ihmal ettiğiniz anda eksik bir şehir tarihi yerleşir belleğinize.
Kibarı, uleması, esnafı, komiği...
Gerçekten de bir şehir rehberi bu kitap. İstanbul’u, kenar semtlerini de anlatan yazarlar okunmalı. Mahmut Yesari’yi, Osman Cemal Kaygılı’yı, İstanbul’da yaşayan biri okumadıysa, yaşadığı şehri bilmiyor demektir. Hiç kuşkusuz bu adları izleyen ustalık derecesinde iki ad daha var: Orhan Kemal ve Adnan Özyalçıner. Çünkü onlar da tanıklıklarını ustaca okurlarına aktardılar.
‘İstanbul Kazan Ben Kepçe’ kitabının bu baskısını değerli tarihçi Necdet Sakaoğlu hazırladı. Önsöz’den bazı satırları okuyalım: “Ahmet Rasim, Çaylak Tevfik, Musahipzade Celâl, Abdülhak Şinasi, Sermet Muhtar... Eski aydın İstanbulluların, bize eserler bırakan son temsilcileridir. Onlarla birlikte, uzun bir süreçte her ulustan ve dinden insanların yeşertip yaşattığı İstanbul kültürünün, giderek İstanbul topografyasının yitirilmekte olması bu kenti sevenler için onulmaz bir acı nedenidir. Kentin, eski özelliklerini koruduğu yıllarda hazırladığı bu rehbere, Sermet Muhtar Alus’un ‘İstanbul Kazan Ben Kepçe’ adını vermesi, içerik zenginliği ve farklılığı bakımından tam bir zarf-mazruf uygunluğu örneğidir. Çünkü bu çok iyi planlanmış eserde, İstanbul’un salt semtleri, eski eserleri, anıtları değil, bunlarla içli dışlı her şey, yaşanan bir kent ve payitaht, ricali, kibarı, uleması, esnafı, kalem efendisi, memuru, komiği, meyhanecisi, ayyaşı, kabadayısı... ile, mekânları ve tarihiyle bir film gibi verilmiştir.”
Anılarımı canlandırıyor
Bu önsözdeki en önemli saptama, bir semti insanlarıyla anlatmaktır çünkü o insanları tasvir etmediğiniz sürece, yaşayan bir rehber olması imkânsızdır.
Baştan başa İstanbul’un her yerini yazmıştır. Yeşilköy’den Kartal’a, Sarayburnu’ndan Sarıyer’e, Suriçi’nden Beyoğlu’na kadar bir alan. “Aksaray’dan Yedikule’ye” bölümünü okurken, Langa bostanlarını gördüğüm günleri hatırladım. Birçok kez Etyemez semtinden geçtim. Tuluat tiyatrolarına düşen Kambur Sadi, bir aralık Samatya’da posta müvezziliği yapmış, bakın ne diyor: “Etyemez’de bir Hasan Bedrettin Paşa’nın kızı var mı, adresine gelen Fransızca, İngilizce, Almanca kitapları, mecmuaları, gazeteleri taşımaktan gayri işim gücüm yok!..” ‘Haydarpaşa’ ve ‘Hat Boyu’ bölümü de benim anılarımı canlandırır. Kartal, Pendik, Suadiye’de akrabalarımız olduğundan bir bölümü de belediye reisliği yaptığından o semtleri iyi tanıdım, hele akşam ve sabahları Hat Boyu’ndaki evlerdeki hayatların tanıklığını yaptım.
Bu kitap benim masamın üstünde durur, sanki her an İstanbul’un bir semtine gideceğim, oranın tanınmış adlarını göreceğim gibi gelir. Hiç kuşkusuz onlar gibi olmasa da semtlerin bazı meşhurlarını tanıdım, yalnız semtlerin fiziksel değişimini değil, insanlarının da geçirdiği istihalenin notlarını tuttum. Siz de bence İstanbul’u gezmek istiyorsanız, bu kitabı alın ve o semtleri dolaşın. Kenar semtleri de ihmal etmeyin, Pera’ya da uğrayın, bir hafta sonu da Adalar’a yelken açın. Bence bu tür kitapları modern klasikler listesine alın.
(5 üzerinden 4 yıldız)
Paylaş