İstanbul’un muhtarı

Bazılarınıza iddialı gelebilecek bir yargı: Sermet Muhtar Alus’u okumadan gerçek İstanbul’u, gerçek İstanbulluyu bilemezsiniz.

Çünkü o, bu kentin anatomisini bilir. İnsanlarını över de, yerer de. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bütün gelişmeleri ince zekánın törpülenmiş sivriliğinde ustaca yazıya getirir.

Çünkü bütün anlattıklarının sıkıntısını, acısını, sürgünü, hayatın zevkini yaşamıştır. O bir tanıktır, eşsiz bir gözlemcidir.

Meral Demiryürek’in hazırladığı Bir İstanbul Bilgesi Sermet Muhtar Alus (1887-1952) kitabını görünce, adeta bir çoksatan roman aşkıyla okumaya başladım.

İhmal edilmiş, birçok yazısı hálá kitaplaşmamış bir yazar hakkında bilgi edinmenin, onun çeşitli türlerde yazdıkları üzerine yorumları okumanın sizi sevk edeceği tek eylem vardır, o da yayımlanmış kitaplarını okumak.

Demiryürek, Önsöz’de birçok kişiyi bilmeyişimiz konusundaki eksikliğe değiniyor: "Uzun araştırmalar sonunda çalışma konusu olarak Sermet Muhtar Alus’u seçtiğimizde, çevremizdekilerin ilk tepkisi ’Sermet Muhtar Alus da kim?’ şeklinde oldu. Bu yorum başta umut kırıcı gibi görünse de, kütüphane ve arşiv çalışmaları sonunda ortaya çıkan eserlerin özellikleri, türleri ve sayısı; konu tespitinin ne kadar yerinde olduğunu göstermiştir."

Giriş
’te Türk edebiyatında eski-yeni mücadelesi bölümünü okursanız, Sermet Muhtar Alus’un yerini saptayabilirsiniz: "Cumhuriyetin ilk yıllarında Ahmet Rasim ve Hüseyin Rahmi Gürpınar artık edebi faaliyetlerinin sonuna yaklaşıyorken, yerli renk gerçekçiliğini devam ettirecek yeni biri katılır aralarına: Sermet Muhtar Alus."

Sermet Muhtar Alus
’un hayatının yazısındaki izdüşümleri kolayca bulunur. Bir yazarın yaşadıkları ile yazdıkları arasındaki münasebeti ince alayın içinden geçirerek anlatması gerçekten de zor kazanılan bir ustalıktır.

Dedesi, ailesi, babası, annesi kültürlü insanlardır, bütün bu özellikler yazarın yalnız yazmada değil, başka alanlarda da yeteneğini geliştirir.

Annesi ’Kadınlara Mahsus Gazete’de yazar.

Resimde, musikide de bilgi sahibidir. Alafranga ve alaturka piyano çalar, musikiye áşinadır.

Babası Ahmet Muhtar Paşa, Askeri Müze’nin kurucusudur. Harbiye’deki salona da onun adı verilmiştir.

Dedesinin Halep’e sürgün gönderilişinin ondaki duyguları da yazılarına yansımıştır.

Üç evlilikten sonra, "Sermet Muhtar ve annesi, özellikle babasının ölümünden sonra hiç ayrılmazlar. Yazarın ölümüne kadar birlikte yaşarlar. Annesini çok seven, ona çok düşkün olan yazar, hayatı boyunca biraz da olsa, anne hákimiyeti altında kalmıştır."

Birçok İstanbullu aile, ’paşazadeler’ gibi; o ve ailesi de aynı kaderi paylaştılar. Zamanla maddi sıkıntıya düştüler.

Annesi Kevser Hanım, emlakini rehine verdiğini söyleyerek, bulundukları köşkün satılmasına yardımcı olmasını devrin başbakanı İsmet İnönü’den bir mektupla talep eder.

Ancak İnönü’nün havale ettiği devrin milli eğitim bakanı (maarif vekili) Necati Bey, tahsisat yetersizliğiyle satın alınmasının mümkün olmadığını bildirir.

Sermet Muhtar da, gazeteye yazdıklarından aldığı parayla geçinmeye çalışır, cenazesi de çalıştığı gazete tarafından ikinci sınıf törenle kaldırılır.

Yazarın maddi durumunun ne olduğunu anlatan en etkileyici belge, onun mangal başında ısındığını gösteren fotoğraftır.

Gazetedeki yazıları, onun çok okunan kalem emekleridir. Romanları, hikáyeleri, oyunları, onun bu türlerdeki gücünü, özgün yaratıcı gücünü de gösterir.

Osmanlı Devleti’nin çöküş nedenlerinden Balkan Harbi ve I. Dünya Savaşı’nın yenilgisini lehine kullanan, haksız kazanç elde eden, ’harp zenginleri’ni ustalıkla hicveder.

Gerek 30 Sene Evvel İstanbul, gerek İstanbul Kazan Ben Kepçe’de İstanbul’un değişik semtlerini, eğence álemlerini anlatır.

Osmanlı’yı eleştiren Kıvırcık Paşa çok okunmuş, filme de çekilmiştir.

Demiryürek’in belirttiği, kaynaklarla desteklediği görüşünde gerçeklik payı vardır.

Osmanlı’dan sonra cumhuriyet döneminde Osamnlı’yı gülünçleştirmek adeta bir modaydı.

Reşat Ekrem Koçu’nun yayımladığı İstanbul Ansiklopedisi’nde Sermet Muhtar Alus’un yazdığı ya da notlarından yararlanılarak kaleme alınan makale sayısı 135 tanedir.

Demiryürek’in kitabında, onun romanları, hikáyeleri, piyesleri hakkındaki bölümleri okumanızı salık veririm. İstanbul’u, insanlarını daha derinden, daha alaycı, daha gerçekçi kavrayabilmeniz için gerekli görüyorum.

Alus’un Hikáyeleri bölümünde, havalanma kavramı ekseni çevresinde dönen öykülerin alaycı lezzetini çok az yazar başarabilmiştir yazdıklarında.

Öykülerin adları şöyle: İmamın Havalanması, Kuyumcunun Havalanması, Hanımefendinin Havalanması, Hacıbabanın Havalanması.

Meral Demiryürek’in Bir İstanbul Bilgesi Sermet Muhtar Alus (1887-1952) çalışmasını neden coşkuyla tavsiye ediyorum?

Birçok İstanbul kitabı okuduğunuzu farz ederek, şöyle söyleyebilirim: Eğer Alus’u okumadıysanız eksik bir okursunuz.

Üstelik alay ettiği, ince mizahtan geçirdiği birçok şeyin de değişmediğini göreceksiniz.

***

Eğer ki okurlar Sermet Muhtar Alus’un kendi kaleme aldığı eserleri de okumak isterlerse onlara şöyle bir liste sunabilirim.

Onikiler (roman), İstanbul Kazan Ben Kepçe (yazılar), 30 Sene Evvel İstanbul -1900’lü Yılların Başlarında Şehir Hayatı (yazılar), Eski Günlerde (yazılar).

Sermet Muhtar Alus’un tüm kitapları, "Sermet Muhtar Alus Kitapları" adı altında İletişim Yayınları tarafından yayınlandı.

KİTAPTAN

Ölüm

Bir "paşazade" olarak dünyaya gelen ve konaklarda özel öğretmenler nezaretinde eğitim görerek büyüyen Sermet Muhtar ve ailesinin, daha 1915’lerde maddi sıkıntı çekmeye başladığı şu satırlardan anlaşılmaktadır: "...kocaman bir odada kocaman bir masa etrafına ağır, oymalı, yüzleri aşınmış sandalyeler dizilmişti... Ama, bu zengin dekor içinde ne fakir bir sofra idi bu: Ortada bir şişe rakı, bir sürahi su, bir kristal tabakta yeşil salata, peynir, zeytin, ekmek... Yemek mi? Büyük bir sahanda, adam başına tek yumurta!... Sonradan öğrendim: Bu köşk, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bir küçük örnekti. İmparatorluk, bütün gelir kaynakları ile nasıl Düyun-u Umumiye’nin pençesinde ise, köşk de sarrafların, tefecilerin pençesinde idi..."

(...)

1952 yılı Mayıs ayı başlarında uzun süredir evden dahi çıkmayan, damar sertliği ve tansiyon düşüklüğünden mustarip olan Sermet Muhtar, 20 Mayıs 1952 Salı günü öğleden sonra saat beşte kalp krizinden vefat etmiştir.

Yıllarca yazı yazdığı Akşam gazetesinde çıkan cenaze haberine göre Sermet Muhtar; "...Beyoğlu’nda Parmakkapı’daki evinden alınmış ve Bayezit’e getirilerek ikindiyi müteakip cenaze namazı kılındıktan sonra Silivrikapı’da medfun bulunan pederinin yanında ebediyete terk edilmiştir..."

(...)

Toprağa veriliş haberinin çıktığı günkü Akşam gazetesinde, Sermet Muhtar’ın Eski Zamanın Meraklı Vakaları serisindeki "Anika" adlı tefrikası hálá devam ediyordu ve metnin içinde hem pazarın çizilmiş bir resmi hem de bir veda yazısı vardı: "... Sermet Muhtar’ı kaybettik. O parmaklarının arasındaki kalemi bırakmaya imkán bulamadan hayat onu bırakıverdi. Ona kendi eseri içinde Tanrı’dan rahmet dilemek hem hazin, hem de güzel bir tesadüf. Allah rahmet eylesin..."

Öksüz-yetim kahramanlar

Sermet Muhtar’ın roman kahramanları ile ilgili olarak dikkati çeken bir diğer yön ise, çoğunun ya öksüz ya da kimsesiz olmalarıdır. Harp Zengininin Gelini’nde Suat, Nanemolla’da İrfan ve Rüküş Hanımlar’da Şehlevent’in hem annesi hem de babası ölmüştür. Kimseleri yoktur. Kıvırcık Paşa’da Çeşmicellat, Eski Çapkın Anlatıyor’da Tosun, Bebek Emin’de Emine, Banker Arif’te Arif, Anasını Gör Kızını Al’da Eda, Rüküş Hanımlar’da Cavidan ve Navidan ise yetimdir. Babaları romanın olay zamanı içinde ya da daha önce ölmüştür. Pembe Maşlahlı Hanım’daki Huriye ile Şahende Hala’daki Şahende’nin ise anneleri ölmüştür.

Çok dilli Sermet Muhtar

Yusuf Ziya Ortaç anılarında Sermet Muhtar’dan söz ederken, onun bilgisi ve kütüphanesinin zenginliği karşısında hayrete düştüğünü dile getirmekten kaçırmaz: "... Bir gün elimizde Larousse, birkaç arkadaş imtihan ettik onu: Rastgele açtığımız sayfalardan kelimeler soruyorduk. Size inanılması güç bir şey söyleyeyim mi?... Her kelimeyi Larousse gibi açıkladı bize... Korktuk!

Ama Sermet, yalnızca Fransızca değil, galiba Fransızcasına yakın, belki de Fransızcası kadar Almanca bilirdi...

Sonra?.. Biraz İngilizce, biraz da İtalyanca: Londra’da ve Roma’da dilsiz kalmayacak kadar!

Raflarda, sandıklarda, dolaplarda kitap dolu idi. Hele Fransız edebiyatının sahne eserleri, belki de eksiksizdi evinde..."

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Füsun AkatlıRüzgara Karşı FelsefeKırmızı

Aharon AppelfeldDemir Raylar YKY

Ahmet ZayMozartEvrensel

Ed: Mustafa Alp DağıstanlıSizin Kahramanınız Kim?NTV Yayınları

Derman BayladıFelsefenin Beşiği AnadoluSay
Yazarın Tüm Yazıları