PAZAR günü saat 19.00’da Teşvikiye’deki Milli Reasürans Salonu’nda İsmail Cem’i andık. Yaşasaydı altmış dokuz yaşında olacaktı.
Ailesi düzenlemişti toplantıyı. Eşi Elçin Cem, oğlu Kerim Cem ve kızı İpek Cem. Salonun girişinde bizi yaylı çalgılar dörtlüsü karşıladı.
Konuşmacılar şöyle sıralanmıştı:
Sunuş konuşmasını Kerim Cem yaptı, Kayseri’den aday olduğunda nasıl birlikte oraya gittiklerini, parti ayrımı gözetmeksizin her yeri adım adım dolaştığını, 16 yıldır sol partiden birinin milletvekilliği kazanamadığı yerden, milletvekili olarak çıktığını anlattı.
Sinevizyonda; küçüklüğünden okuluna, evliliğine, çocuklarına, meslek yaşamında yaptıklarına dair kısa bir görüntü sunuldu.
Güneri Cıvaoğlu, gazetecilik serüvenini, Yaman Başkut Dışişleri Bakanlığı’na gelir gelmez yaptığı çalışmaları, uluslararası temaslardaki başarısını, Ercan Karakaş onun siyasi kimliğini, ortanın solunu, solu yorumlayışını özlü ama yetkin biçimde bize aktardı. Onun siyasal kimliğini bilsek de Karakaş bu konuşmayla onun siyasetteki yerini dile getirdi.
Toplantı Oğuz Haksever’in İsmail Cem videosuyla son buldu.
İsmail Cem, orada fotoğrafları üzerine bilgi veriyordu.
* * *
BİR sürpriz görüntü Oğuz Haksever’in kamerasından perdeye yansıdı. Hürriyet Gazetesi’nin özel ekinde yayımlanan yazısında, İsmail Cem, Türkiye’ye olan aşkını dile getiriyordu. Umut ve coşkusunu içeriyordu bu yazı.
Oradaki bir cümlesi, Türkiye’deki bütün aydınların altına imza atması gereken bir istek, bir dilekti:
"Bir Türk, aynı zamanda Dede Efendi’yi ve Mozart’ı birlikte sevmeli."
Bunun tersini ben bağnazlık olarak yorumluyorum.
İsmail Cem, yerleşik, çok kullanılan deyişle vizyonu olan bir siyasetçiydi. Çünkü geleneği bilen, inceleyen, yarına ne kalacağını irdeleyen bir aydındı.
Konuşma üslubu sanırım birçok siyasetçiye örnek olmalıdır. Kabalaşmadan, sertleşmeden eleştirinin yapılabileceğini gösterdi, bilmem ondan sonraki kuşaklar bundan yararlandı mı?
Verdiği sözü tutmasından, vefasından söz edildi.
Birisi benimle ilgilidir. Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı’sı üzerine bir konuşmamı dinlemiş. Telefon edip konuşmamı çok beğendiğini, TRT Genel Müdürü olsaydı beni çağıracağını söylemişti. Genel müdür oldu ve çağırdı.
Milliyet Gazetesi’ne geldiğinde rahmetli Abdi İpekçi, onu Sami Kohen’in yanına vermiş, kısa sürede asistanlığa yükselmiş. Dışişleri Bakanı olduğunda ilk basın toplantısında, önde oturan Sami Kohen için, o benim gazetecilikte hocamdır, demiş.
Dışişleri Bakanı olduğunda Yaman Başkut’u çağırmış, neden beni çağırdınız sorusuna da, ben sizin babanız Cevat Fehmi Başkut’tan çok şey öğrendim, yanıtını vermiş.
Konuklara iki kitap armağan edildi; biri Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, diğeri de Can Dündar’ın söyleşisi, Ben Böyle Veda Etmeliyim ’İsmail Cem Kitabı’ idi.
* * *
BİLGİ, zarafet, vefa... İnsanı insan yapan öğeler. Hepsi de onda mevcuttu.