Paylaş
İmaj bence doğal gerçekle yapay gerçeğin birleşiminden doğan bir konum. İçinde efsaneyi, çok kullanılan deyimle karizmayı da barındırıyor.
Ünlü piyanist Glenn Gould’un ölümünün otuzuncu yılında Gramophone’un hazırladığı dosyanın adı:
“İmajın ötesinde ...ve gerçek.”
Onun için ünlü besteci ve şef Leonard Bernstein, “Yaratıcı, icracı” demişti.
“Dünyanın En Büyük 20 Piyanisti” sıralamasında 17. sırada yer almıştı. Bach’ın Goldberg Varyasyonları icrası ile bugün efsaneleşen bir müzikçi. 50 yaşında beyin kanamasından ölüyor.
İmaj bir ölçüde efsane ile bütünleşir, belki de imaj gittikçe, yıllar sonra efsaneye dönüşür.
***
İMAJ, efsane, karizma onu kuşatır ama bu kuşatmanın öyküsü, onun alanındaki başarısını özetlemez. Bütün iyi edebiyatçıların, sanatçıların, müzikçilerin, mesleklerindeki başarısı, zirve öyküleri içinde imaj ve efsane unsurları bulunmaz.
Aksine, onlar kendilerini fazlasıyla işlerine adadıkları için bu tür gösterişleri de yoktur. Ne yazık ki zaman zaman toplumun, sanatına bakmadan birini övmesi, beğenmesi, imaj kavramının insanı düşürdüğü yanlışlıktır.
Siyasetten edebiyata, sinemadan resme, mimariye kadar uzayan konu zenginliğinde imaj, efsane olma bizi ne kadar etkiler.
Ben imaj ve efsane özelliklerinin bazen bir kişiyi değerlendirmede gerçekleri saptırdığı, özü bozduğu kanısındayım.
Ayrıca bir alanda çalışmaya başlayan biri, yetenekli birini tanıdığında şiiri bırakır, çalgı çalmayı sonlandırır.
Glenn Gould’un da yer aldığı Thomas Bernhard’ın Bitik Adamı’nda bu gerçek dile getirilir:
“On yıl boyunca kendi seçtiğimiz bir çalgıya çalışırız, bu yorucu, üç aşağı beş yukarı bunalımlı on yıl sonunda bir dâhinin birkaç tınısını duyarız ve sona ereriz, diye düşündüm.”
Her zaman, imajın, efsanenin ardındaki gerçekleri de düşünmeyi ihmal etmeyelim.
Marilyn Monroe, James Dean... İkisi de genç yaşta öldüler. Aynı Gould gibi.
Çok beğendiğim bir söz vardır:
“Şeyh uçmaz, müritleri uçurur.”
Gerçekten de hayranlarının ördüğü hâle, gerçekleri örter, imgeleri parlatır.
Dosyada, Glenn Gould için yapılan bir benzetmeyi alıntılayacağım.
Salinger’i okumak, Bergman’ın filmlerini seyretmek gibi.
Salinger’in dilimize önce “Gönül Çelen”, sonra da “Çavdar Tarlasında Çocuklar” adıyla çevrilen “Catcher in the Rye”ı okumayan çok azdır.
Salinger, görünmez bir kimliği seçti, sadece bir posta kutusu vardı.
Bergman da beşyüz kişinin yaşadığı bir adaya taşınmıştı, kimseyle görüşmüyordu... Zaten kimse de onu tanımıyordu.
***
LİSTEYİ ben belirlemek istemedim, çok kişisel tercihlerimi yansıtırdı.
Sözü okurlarımın tercihine bırakmak istedim.
Herkes edebiyat dünyasındaki efsanesini belirlesin, hurriyet.com.tr’deki 50 isimlik listeden seçip göndersin.
Anketimiz sadece edebiyatçıları kapsıyor.
Yararlandığım kaynaklar :
Behind the image...the real Glenn Gould, Gramophone, September 2012
Bitik Adam, Thomas Bernhard, Çeviren: Sezer Duru, YKY.
Paylaş