Paylaş
Geceleyin bir gürültü böldü uykumu. Altımdaki zemini biri çekiyordu.
Eşyayı astigmatlı bir gözden seyreder gibiydim. Tanıdığım şekiller deformasyona uğramıştı.
Bilgisayarımın yanındaki mantar halojen lamba iki duvar arasında gidip geliyor, kakafonisi sinirlerimi bozuyor.
Depremin korkunç eli beni avucunun içine almıştı.
Elektrik kesildi, mumların titrek ışığında uzun bekleyiş başlamıştı.
Pencereden baktığımda; herkesin gökdelenleri terketmiş, yol kenarlarında ve bina önlerindeki yeşil alanlarda toprağa çökmüş olduğunu gördüm.
Kör karanlıkta ne çıldırtıcı bir bekleyiş.
Hayatla sanat, kurgu ile gerçek arasındaki benzeyen/benzemeyen o anları yaşadım bu süre içinde.
Toplumsal acıların karşısında, her şey susuyor. Ölümler sanki hayatın bütün alanlarını kaplıyor.
Dünya bir beşik gibi sallanıyor.
İlk kez bu sözü sevmiyorum... Çocukların derin uykularının mekanıdır beşik; oysa şimdi ölümü çağrıştırıyor.
Yıkılmış evler, evlerini ve yakınlarını terkedenler. Onarılacak evlerde, onarılmayacak acılarla yaşayacak olanlar.
Dünyadan soyutlanmanın, bir oda içinde yaşamanın kábusunu çok kimse yaşadı dün akşam.
Elektrik gelir gelmez, televizyonu açtım. Görüntüler, her yazıdan, her sözden daha acı, daha delici.
Gözler semt haberlerini arıyor. Yakınlarını, akrabalarını, çocuklarını.
Gecenin karanlığında E-5'te ateş böcekleri dolaşıyor. Arka arkaya farlar, bir umuda doğru gidiyorlar. Sevdiklerini sağ bulabilmek için.
Hep içimden diledim, sevince doğru koşsunlar diye.
* * *
KOLTUĞA gömülüp seyrettiğim Deprem filmi, Deep Impact'teki sahneler... Hepsi bir oyunmuş, elektrikler yandığında unutulup gitmiş. Tayfunun uğultusu sadece salona sinmiş.
Yaşarken, doğal isyanların nasıl baş edilmez, nasıl insanı umarsız bıraktığını farkediyorsunuz.
Ev sallanırken, gündüz taşıdığım kaygılardan teki kalmadı aklımda. Küçük kırgınlıkların izi silindi.
Hayatı belirleyenin acılar olduğu gerçeği, tek gerçek.
Sabah gazeteye gelirken, yeşillikler üzerinde yatan, oturan insanların belki de bir daha dönemeyecekleri evlerini, kavuşamayacakları sevdiklerini düşündüklerini aklımdan geçirdim.
Televizyonda spikerler anlatırken görüntüler geçiyor. Çürük binalar, ölüme çağrı yapıları.
İnsan haklarının birincisi, yaşama hakkı değil mi? Yaptıkları binalar yüzünden ölenleri düşünüyor mu acaba zalim çıkarcılar?
İnsan hayatını hiçe sayanları lanetliyorum.
Depremin benim belleğimde kalan bir görüntüsü ve bir şiiri vardır:
Erzincan depremi sonrasında İsmet İnönü'nün göğsüne yaslanan bir ihtiyar kadının fotoğrafı.
Depremin acılarıyla özdeşleşmiş bir fotoğraf.
İkincisi de Názım Hikmet'in şiirleştirdiği bir türkü: 'Erzincan'da bir kuş var'.
Herkes birini kurtarmak için çabalıyor. Can uğruna canını tehlikeye atıyor.
* * *
TOPLUMSAL bir acı yaşıyoruz.
Hepimiz üzgünüz.
Paylaş