Paylaş
skiden alçakgönüllü salonlarda film seyrederdik, şimdi ise oturduğumuz koltuklar lüks bir otelin lobisindekilere benziyor. Hele bazı sinemalardaki maroken koltuklarda film seyrederken insanın içi geçiyor. Ayaklarınızı uzatarak film seyredeceğiniz salonlar da var. Eskiden küçük, yetersiz fuayeler vardı, üst üste balık istifi yerlerde antrakt’ı yaşardık. Semt sinemaları ayrı bir özellik taşırlardı, bahçe sinemaları da yazların en gözde eğlence yerlerindendi.
Yeniden canlandırmaya başladılar ama birçok yerde bu proje tutmadı. Zaten iyi sinemalar Beyoğlu’ndaydı. Uluslararası ödül kazanan filmleri yıllar sonra seyrederdik.
Barış Bulunmaz ve Ömer Osmanoğlu’nun Önsöz’ünden bir bölümü, sinemanın şehrin kültürel dünyasındaki yerini anlatması bakımından yazıma aldım:
“Sinema salonları, düşlerle gerçeklerin ve hayallerle umutların birleştiği yaşayan mekânlardır. Koltuklar, localar, makinist odası, beyazperde ve o beyazperdeden hayatımıza giren yaşamlar... Kimi zaman geçmişten bir anımızın canlanmasıyla hüzünlendiğimiz ya da sevindiğimiz, kimi zamansa kendimizi beyazperdedeki kahramanların yerine koyarak uçsuz bucaksız bir dünyanın içinde hikâyelere, masallara ve hayallere daldığımız...”
Çocukluğu herhangi bir Anadolu kentinde geçen ya da Batı dünyasının banliyölerinde yaşayanların çocukluk anılarında sinemaların rolünü hepimiz okuduk.
İstanbul’da halka açık ilk gösterim, 1897 yılında Sponeck Salonu’nda yapıldı. Sinema salonlarının mekânlarının yoğunlaştığı yer Beyoğlu, Pera idi.
Özellikle ilk sinemaların yeri de İstiklal Caddesi’ndeydi. Daha sonra başka semtlerde de sinema salonları açıldı. Şehzadebaşı’nda açılan Emperyal Sineması, Sirkeci’de iki sinema; Ali Efendi Sineması ve Kemal Bey Sineması.
Bu sinemalarda gösterilen bazı filmlere halkın tepkisi büyük olmuş, salonu basmışlar. Bunun ilk örneklerinden biri Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanından sinemaya uyarlanan Nur Baba’dır. Yavaş yaVaş Şehzadebaşı, Sirkeci semtlerinde sinema salonları artmaya başladı.
İlerideki tarihlerde bu semtlerdeki sinemalara varoşlardan gelen insanların gittiğini görecektik.
Sirkeci’deki sinema salonları da hafta sonlarında izne çıkan erlerle dolup taşıyordu.
Yeni salonlar, Anadolu yakasında da açılmaya başladı, Erenköy, Kadıköy semtleri bunun öncülüğünü yapıyorlardı.
Sultanahmet’ten Sirkeci’ye inerken solda Alemdar Sineması vardı, yakın zamana kadar da oradaydı.
Fikret Hakan, anılarında buraya ilk gidişini anlatıyor. Alemdar Sineması’nın bir özelliği vardı. Salonu ikiye bölerek kadın ve erkeklerin aynı salonda film seyretmelerini sağladı. İstiklal Caddesi’ndeki Etoile (Yıldız) Sineması’nda film seyrettiğimi anımsıyorum.
LOCALARDA FLÖRT
Sinemalardaki localardan söz etmeden olmaz. Aileler gündüzden loca bile alırlardı. Salonun yukarısında bulunurdu.
Zamanımızda flört döneminde locaya gidenlere pek iyi gözle bakmazlardı. Masum amaçla da olsa halk tarafından böyle yorumlanırdı.
Bu sinemalarda çoğu zaman konserler de verilirdi. İstanbul’da konser salonları bulunmadığından birçok konser buralarda yapılırdı.
Özellikle bu konserlerin verildiği mekân Saray Sineması’ydı. Birçok Türk müziği sanatçısını, birçok ünlü yerli ve yabancı solisti burada dinledim.
Şan Sineması da, konserlerin verildiği bir diğer salondu. İstanbul Belediyesi’nin batı ve Türk müziği konserleri de pazar günleri burada verilirdi.
Gelelim şimdiki salonlara... Hemen hemen bütün alışveriş merkezlerinde sinema salonları var. Hiç kuşkusuz büyük görkemli salonlar yerine daha küçük, daha az kişilik salonlar bulunuyor. Çünkü seyirci zevki çeşitliliği böyle salonları zorunlu kılıyor.
Çoğumuzun anıları bu kitapla birlikte belleklerimizde canlanacak.
Paylaş