İkisinin de bizde zengin bir geçmişi, bugünü ve geleceği var.
Bugün iki antolojiden söz edeceğim:
Hilmi Yücebaş’ın Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi ile Ömer Özcan’ın Türk Edebiyatında Hiciv ve Mizah’ından.
İkisini bir arada anmamın nedeni, birbirini tamamlamaları.
Yücebaş’ın antolojisinin yeni baskısını hazırlayan editör, doğrusu pek de özenle davranmamış.
Sözgelimi, Tahsin Banguoğlu’nun adının yanında doğum ve ölüm tarihleri yazılmışken, ‘halen emeklidir’ denilmiş, Rıfat Ilgaz’ın, Necip Fazıl Kısakürek’in doğum tarihleri yazılmış, ölüm tarihi yerine de soru işareti konulmuş.
Hilmi Yücebaş’ın, Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi’nde 1996’da öldüğü yazılı.
Yücebaş’ın antolojisinde, hiciv ve mizahın, bir örneğini bulabilirsiniz, dönemlere göre sınıflandırılmış bu antolojide, hem mizahın, hicvin, bu türlerin gelişim çizgisini izleyebilirsiniz hem de bu alanın örneklerini bulabilirsiniz.
Sözünü ettiğim antolojide, benim asıl dikkatimi çeken, kitaptan söz etmemi gerektiren özelliği, bizim mizah anlayışımızın değişim çizgisini göstermesidir.
Siyasal, toplumsal olaylara mizah ve hiciv açısından nasıl yaklaşıyoruz, bireysel eleştirilerin dozu nedir?
Özcan’ın antolojisinde biyografiler düzenli, gülmece ve yergi’nin edebiyat tarihi içindeki yeri de belirlenmiş, böylece okur, bu iki kavram hakkındaki bilgileri okuyup, sonra da metinlere geçerse metni daha iyi algılayabilir.
İki antolojide de -Özcan’ınkine tam antoloji dememeli- şairlerin, yazarların da birbirlerini sert biçimde yerdiklerini göreceksiniz.
Kimi zaman zarafet sınırlarını aştıklarına şahit olacaksınız.
Yahya Kemal Beyatlı’nın Sevr Muahedesi’ni imzalayan Rıza Tevfik Bölükbaşı için yazdığı dörtlük yargımızı destekleyen güçlü bir örnektir:
‘Kızmasın kimse Rıza Tevfik’e / Sevr’i imzalamaya gitti diye / Çünkü idam olunan mahkûmun / Çektirirler ipini çingeneye...’
*
İki kitapta da bugün genç kuşağın pek bilmediği ama bir zamanlar müsamerelerde, hatta düğünlerde okunan Namdar Rahmi Karatay’ın ünlü Geçti Bor’un Pazarı’ndan zevk alacaklarını umuyorum.
Kırk Gün Taban Eti Bir Gün Av Eti yergisi de, bütün yaşama mücadelelerimize, toplumsal çıkarlara, bireysel açıkgözlülüklere göndermelerle doludur.
Manzum yergileri okurken, bugün bunun yazılmadığına doğrusu hayıflandım. İyi şiirin gülmecedeki uzantısı, nice usta şairimizin eserlerinde en başarılı örneklerini buldu.
Genç kuşağın gülmeceyi, yergiyi düzyazı türünün içinde düşünmesinin ardında, bunun bir felsefesi olabileceği anlayışı yatıyor sanırım.
Çünkü yeni adlarda, manzum yergiye rastlamazsınız.
Antolojilerin, incelemelerin önemli bir yararı vardır, türün örneklerini bir arada bulmak.
Başka bir işlevi vardır, türün gelişim çizgisini tespit edebilmek için yeterli malzemeyi art arda okuyabilir, saptamalarınızı yapabilirsiniz.
Gülmece ve yerginin hep tartışılan yönü konusunda bir karara varabilmek için bu kitapları okuyun. Çünkü genellikle edebiyat tarihleri mizahı, yergiyi dışarıda bırakırlar. Ancak edebiyat tarihine geçmiş şair ve yazarların bu türdeki çalışmalarını anabilirler.
Başka bir bakış açısı da önerebilirim size.
Siyasal dalgalanmalar, kişisel kızgınlıklara, kırgınlıklara nasıl bakılır, nasıl yazılırdı? Zaman içinde bunda bir yükseliş mi var sizce yoksa bir düşüş mü?
İki kitap sizde en azından gülümseme yaratacak iyi örneklerle dolu.
Gülmece, yergi her gün kullandığımız, yaşadığımız onun için de pek üzerinde durmadığımız kavramlar.
Kitaplar bunu anımsatıyor bize.
Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi
Hilmi Yücebaş
L&M Yayınları
Şair Eşref’e sordular
-Niçin o zehir gibi hicivlerinde çok defa isim tayin etmiyorsun? Kimin için yazdıkların belli olmuyor.
Meşhur heccav güldü:
-Niçin olacak, bütün alçaklara tatbik edilsin de numarasız gözlük gibi kullanılabilsin diye!
Ömer Seyfettin, hürriyetin ilánı sıralarında bir gün, misafirlikte bulunuyordu. Evin genç ve yetişmiş çocuğu Avrupa’ya gönderilecekti. Misafirlerden bir mutaassıp hoca ona nasihatler veriyor, beş vakit namazını bırakmamasını sıkı sıkı tembih ediyor, buna benzer laflarla herkesi sinirlendiriyordu. Ömer Seyfettin, o kendine mahsus eda ve şive ile:
-Cancağızım, demişti, çocuğu rahat bırak. Gávurluk öğrenmeyecek olduktan sonra Avrupa’ya niye gidiyor?
Osmanlı İmparatorluğu’nun son sabık sadrazamı Damat Ferit, Sevr Muahedesi’ni imzaya gidiyordu. Bebek’teki yalısından karşıdaki vapura binmek üzere hareket etti. Vapur kalkacağı sırada her nedense çapası bir türlü kurtulmuyor, zincirler Bebek şamandırasına dolanıyordu. Bu sırada, Bebek gazinolarından birinde oturmakta olan Şair Hamit ile Yahya Kemal, birbirlerini tamamlayan birer mısra söylerler:
Hamit: Söyle bir gün gelirse sırası
Yahya Kemal: Ne idi kastın Bebek şamandırası
Rahmi Duman (kıt’a)
Ulu tanrım şu senin şarabına hayranım ben / Günde beş kere buluşmaktaki kastı bilemem / Seni aldatmak için takla atan kulları ben / Yaşasam bin sene bir saniye görmek dilemem
Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Hiciv ve Mizah (Yergi ve Gülmece)
Ömer Özcan
İnkıláp Kitabevi
Aziz Nesin
Zehir Zıkkım
Yazmayayım diyorum yine duramıyorum
Okumuşlar çarkına, çarkı kuramıyorum
Attığım karavana, hedef vuramıyorum
Nasibim mahkemede her gün çile çekmektir
Dalkavuğa baklava, bize nasip kötektir.
Oktay Rifat
Padişah
Birinci Selim kanı severdi
İkinci Selim şarabı
Üçüncü Selim’in sazda sözde aklı Dördüncü Selim diye biri yok
İyi ki yok!
DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ
Dostoyevski Delikanlı İletişim
A. Kadir Çüçen, Hatice Nur Erkızan Anlama ve Yorum İnkılap
Güçlü Ateşoğlu Doğan Özlem Armağan Kitabı
Soner Yalçın Efendi Doğan
Ali Budak Münif Paşa Kitabevi
Gustavo Adolfo Becquer Karanlık Köşedeki Arp Alkım