Fanilik çölünde bir Ömer Uluç

Türk resminin önemli bir adı Ömer Uluç.

‘Heves kuşu durmaz döner’
adlı kitabının Önsöz’ünde ne diyor:

‘Bu bir ‘sanatçı kitabı’ olsun, ‘sanatçı üzerine’ hazırlanmış bir kitap olmasın diye düşündüm’

Kime/kimlere adamış kitabını, ya da başka türlü söylemeli. Kimi/kimleri anarak başlamış kitaba. Daha ilk sayfada teşekkür ancak bir sanatçı inceliği olsa gerek.

Seláhattin Hiláv ve John Ash’e Bákó beyti için...

Alıntının yapıldığı dizenin orijinali: ‘Deşt-i fenáda mürg-i hevá durmayub döner’

Ömer Uluç,
bu kitap-yapıtı için bir aylık bir sürede 36 saatlik konuşma yapmış. Çoğunluğu monolog. Sonra bunlar bir kronolojik sıralamaya tabi olmadan özetlenerek bir kitap oluşturuyor.

Onun sanata, resme bakışı, bir sanatçının eserleri ile düşündükleri, yarattıkları ile yaratılanlar arasındaki gelgitlerin, birbirine göndermelerin ritmik/aritmik güzergáhında gerçekten görsellikle okumanın sırt sırta verdiği olağanüstü bir yolculuğa çıkacaksınız.

Kitabın niteliği için şöyle de söyleniyor: ‘Kitap, yeni büyük bir sergi niteliği kazandı.’

Sanatçının değişik dönemlerde yaptıkları konusuna bir açıklama getiriyor mu? Gerekli mi?

Ne var ki, siz buna yeni, kendinizce bir yorum getirmekte bunlardan yararlanabiliyorsunuz.

Kimi zaman kabul gören, kimi zaman sizi kışkırtan; ama her zaman iyi bir sanat yapıtının çevresinde dolanan düşünceler.

Vivet Kanetti’nin, iç dünyasını deşen soruları, Ömer Uluç’un bizi etkileyen, gerçekten de, tuvalin ardındaki bir sanatçının kimliğini bütün sahihliğiyle bize yansıtmasını sağlıyor.

Vivet Kanetti: Yani bir resim hiç bitmeyebilir, diyorsun.

Ömer Uluç: Paris ‘resminde’ bitmesi önemliydi, New York resminde ‘bitmemişliği, tazeliği’ önemli oldu. Ben ‘arkası var, bir şey yanına gelecek’ duygusunu göstermek, vermek istiyorum.

Hayat bütünüyle sanata yansır mı? Bir sanatçının yaşamı tabii ki söz konusu olan. Ömer Uluç bunu tartışıyor.

Kitabın içinde, sanat kuramlarının labirentlerinde dolaşıp tepe sersemi olmuyorsunuz. Çünkü bir sanatçı gündeliğin ritminde, gündeliğin ötesine geçiverir, onda kalan izler bazen sadece anıdır bazen de bir resmin bir yaratmanın ateşleyicisi.

İnanır mısınız, Ömer Uluç’un konuşmalarında yer yer bir öykünün -içinde bir ölçü mizah- tadını duyuyorsunuz.

Dedesini anlatırken, masalla gerçek arasındaki o sanatsal bölgede dolaşıyorsunuz.

Vivet Kanetti soruyor: Denizler, metaforlar, ama problematik, belki de entelektüel bir şeyler yok mu resminde?

Ömer Uluç b
ir çoklarımız adına ‘entelektüel’ kavramı üzerine doğru bir saptamada bulunuyor: Entelektüel sanata, entelektüel edebiyata karşıyım.

Bu bölümde, onun Kafka, Lukacs, Thomas Mann üzerine söylediklerine önem veriniz.

Öğrencilikten Paris’e gelişe kadar serüven duraklarında Ömer Uluç’tan nice ressamlarla ilgili anılar, anekdotlar ve bütün bunları sarmalayan, bir sanat kavramı.

‘Ben bilgiden çok, sezgilerimle konuşuyorum’ diyor.

Söylediklerini, yöneltilen sorulara yanıtlarını okurken, kitabın ikinci bölümdeki eserlere de göz atmanızı salık vereceğim.

Bir sanatçı öznelliğini nasıl korur? Batı’dan gelen her şeyi eleştirmeden kabul edişimizin altında yatan nedenler. Şüphecilik kavramı bize yabancı mı?

Ömer Uluç, bunlar üzerine çeşitlemeler yapıyor, sadece onun değil, sanatla, edebiyatla ilgili herkesin bu soruların yanıtını araması gerektiği kanısındayım. O, böylece yaptıklarının arkasındaki birikimi bize iletiyor, biz de onun yaptıklarını daha çok boyutlu olarak değerlendirebiliriz.

Aynı alanda çalışanların dostluğu bir başkadır. Çünkü bu dostluktaki konuşmalar bir geveze parantezine alınamaz. İçinde sanat anlayışlarının kıvılcımları vardır.

Sözgelimi, Ömer Uluç’un atölyesine gelen Şadi Çalık’ın her şey soyut diye bağırması. Amerikan konsolosluğunda açılan sergi...

Bir sanatçının diğer bir sanatçı hakkında söylediklerini merak etmez misiniz? İki örnek. Beuys ve Deuchamp.

Ömer Uluç
onların sanattaki yerini anlatırken, buradan kendi sanatıyla bir bağlantı kuranlar da çıkabilir. Konuşmaların başında kelimeler, kavramlar var. Bunlar Ömer Uluç için izlek, bir yürüyüşü tetikleyen ilk hareket oluyor. Tabii bazı kelimeler, kavramlar aynı zamanda sanatçının çalışmalarının da adı olduğu için, o eserlerdeki Ömer Uluç’u da belki keşfedebilirsiniz.

İşkence, Mizah, Dinler ve Sanat gibi.

Ömer Uluç’un ‘heves kuşu durmaz döner’ kitabını okuduğumda yargılarımı özetlemeliyim: Bir sanatçının birikiminin çok yönlü, çok alanlı çalışmalar sonucunda, resmine yansıyışı. Edebiyattan felsefeye uzanan okumalarda kültür katmanlarının resim sanatındaki izdüşümleri.

Sanatın ve hayatın iç içe geçtiği yerlerdeki lezzet.

Resme ilgi duysanız da duymasanız da okuyun.

Ömer Uluç’u bilseniz de bilmeseniz de, tanısanız da tanımasanız da okuyun.

Kazançlı çıkarsınız. Kitap Türkçe ve İngilizce iki dilde yazılmış.

‘Ömer Uluç

‘Heves kuşu durmaz döner’ YKY

KİTAPTAN

İLK YILLAR


Ankara’da Eşref Üren’den ders almaya başladım. Resme ilk başlamam da öyle oldu. Eşref Üren çok hoş bir adam. Empresyonist, bir Ankara empresyonisti. Çok güzel renkleri var. O acayip, ters, bürokrat şehirde, bu adam böyle gayet renkli çiçekler ve üzerinde akisler olan ıslak, karlı, yağmurlu asfaltlar boyuyor. Halbuki dışarıda, Ruslardan alınmış birtakım sarı cenaze arabaları gibi acayip otobüsler var. 1940’ların sonları, Ankara’nın ünlü ayazı. Bürokrasi, bütün o garip, çarpık, yarı sosyalist dünya, müsteşarlar, bakanlar... Hepsinin evleri aynı, içerileri aynı. Bir radyo var, büfenin üzerinde duruyor ve herkeste aynı büfe. Açılan ceviz masa, altı iskemle ve 3-5 koltuk, halı ve birkaç avize. Böyle bir şey. Durmadan birbirlerinin evlerine gidiyorlar sırayla. Hafta sonlarında yemekler yeniyor uyuklanıyor falan. Öyle çılgın adamlar, her türlü kumarı oynayanlar henüz ortalıkta görünmüyor.

DİN

Şunu söyleyeyim, bence dini düşünebilmek için gerçekten belki çok dindar olmamak gerekir. Dışarıdan daha açık düşünebilmek için. Kuran’da bir cin suresi var. Cin çoğulu. Cin aşağı yukarı tanınmayan, bilinmeyen, o zamana kadar görülmemiş, tanınmamış varlıklar tayfası. Şimdi kim bunlar? Nasıl, nereden ortaya çıkıyorlar? Bunlar göğe uzanmak isteyenler. Göğe uzanmak istiyorlar ve göğe uzanmak istedikleri zaman çok güçlü muhafızlarla ve alevlerle karşılaşıyorlar, yanabilirler. Onun için cezalandırılacak bir olay göğe uzanmak. Kabaca göğe uzanmak, insanın kendi kaderine hakimiyeti, kendi kendisine yeterliliği gibi. Şimdi bunları yapanlar aslında kimler? Bunlar, cinler yahut cinlerin rehberliğiyle hareket edenler. Onlara sığınanlar, onlardan yardım isteyenler, onlardan himaye isteyenler, fiziksel, ruhsal ruhsal ihtiyaçlarını o şekilde tatmin edenler. Bunlar bir nevi ebedi başkaldıranlar. Yani göğe uzanmak o kadar büyük bir başkaldırma. Dine göre cezaya müstahak. Benim resmimdeki cinlere gelince, bunların göğe uzandıklarını ya da uzaya rehberlik ettiklerini sanmıyorum. Daha doğrusu başlayarak onlar beni tedavi ettiler.

DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

Thorvald Steen Tozkoparan İthaki

Alper Akçam Masalsı Ürün Yayınları

Franco Moretti Modern Epik-Goethe’den Marquez’e Dünya Sistemi Agora

Ömür Ceylan Önce Aşk Vardı Kapı

Cornelia Funke Mürekkep Yürek Arkadaş
Yazarın Tüm Yazıları